Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Melekler çağı

Çıngıraksız, rehbersiz deve kervanı nasıl
İpekli mallarını kimseye göstermeden
Sonu gelmez kumla
Cahit Sıtkı Tarancı

Mayısın son günlerinde hayatımda belli (döngü sırrını henüz çözemediğim, ama günlüklerime bakarsam, her 3-9-18 ayda aşan belirtilerle tekrarlanan) dönemlerde olan Hallerden biri, en güçlü ve tamamen yeni belirtilerle gerçekleşmiş olanını yaşadım. Beynimde duyduğum: ‘Kim olduğunu anladın mı, Kadın? Sen bir noktasın’ cümlesiyle başladı. Arkasından yaşamaya başladığım durum da, gerçekten bir noktaymışçasına, sayısız başka noktalarla titreşmeye başlamamdı. İçimde, dışımda, evin odasındaki her eşyada, havada, odanın ve dışarıdaki ev duvarlarında, tüm dünyadaki her şeyde sayısız noktalar vardı ve aynı rezonansla titreşiyorduk…

Sonra, Haziranın ilk 10 günü içinde, daha da garip hallerle devam etti. Olanları yazmak, anlatmak o kadar zor ki, ‘garip’ sözünün bile ne kadar cılız bir söz olduğu acı veriyor. Tam 40 yaşıma ayak basarken yaşadığım bu halleri, insani bilincimle çözmek, anlamak, anlatmak için geri kalan ömrüm kadar zaman yetmeyeceğini  de pekala biliyorum. Gündüzleri çok uç noktalardaki coşku sarıyordu varlığımı, aşırı güzel, neşeli duyumsamalardan sürekli dans edesim, gülesim ve hatta duygularım içime sığmadığında bağıra bağıra ağlayasım geliyordu. Ki hepsini yaptım. Odada. Ve sürekli müzikler eşliğinde: arşivimde nereden ne zaman geldiğini unuttuğum, daha önceden hiç dinlemediğim yada dinlesem de BÖYLE dinlemediğim parçalar; yada internette ‘tesadüfen’ karşıma çıkan tarzları ve dilleri farklı, ama tam o ana uygun yada yeni bir ANLATIM-DERS için destekçi unsur olan şarkı, türkü, musiki eserleri… Bunları da bir evrensel diyebileceğim boyutlarda yaşadığınız için, sanki sizin ve varoluşun O Anları için bestelenmiş gibi olması…

Bunların arasında, uyandığımdan ta ki uyuyup kalana dek, ikide bir pencereden dışarıya bakıyordum: Dünyada bir şeyler değişmiş olmalı, bunu her kes seziyor mu acaba, diyordum. İnsanlar ise, her günkü hallerine rağmen, bir şeyler biliyormuş ama açık söylemiyorlarmış, herkes herkesle, bir şey değişmemiş gibi, yapmaya anlaşmış gibi geliyordu. Fakat, şunu sezdim: insanlar bir gün çok coşkulu, iyimser; ertesi gün ise çok sıradan ve karamsar davranıyorlardı sanki…

Bana gelsek, ben durmadan Yeni Anlamlar keşif ediyordum. Onları her yerde duyuyordum. Nereye bakarsam, hep gördüğüm şeylerden bir başka: daha derin, daha yüksek anlatımlar içime akıyorlardı, benden de güçlü düşünceler fırlıyorlardı, sayısız diyecek kadar çok ama düzenli hareket eden kuşlar sürüsü gibi, etrafımda uçuşuyorlardı, kendim bile kendimle yeniden tanışıyordum sanki. İçim-dışım, dünya ve göklerle hepimiz bir nevi anlamlar tenceresinde ‘fokurduyorduk’. İlginç olanı, baktığım her eşya, nesne, insanlar da, birden değişiyordu – hayır, yerinden fırlayıp zıplamıyorlardı tabii, şekiller, renkler,  eller, gözler, kaşlar, duruşları ya da yürüyüşleri bile, ‘evet, biz de benzer şeyler yaşıyoruz, ama belli etmemeye çalışıyoruz’ derlermiş gibi işaretler veriyordu. Evet, bir de kuşlar ve ağaçlar. En bilinçli ve sorumlu, fedakar olanlar onlardı güya. Fakat ağaçlar eylemsiz gibi görünerek, o halde bile, gürleyen titreşimlerle çok önemli gerçekleri anlatır ve önemli işlerine devam ediyorlar; kuşlar ise son derece düzenli şekilde işaretler vermek için, bazı işlerin dengesi için, bazı bilgi ve enerji transferiyle ilgili vazifelerini sorumlulukla yerine getiriyorlardı. Eskiden baktığımda gıcık olduğum reklam panoları, sokak lambaları, otobüslerdeki yazılar: hepsi bir büyük Anlamı okutan satırlardı. Hele rakamlar, neymiş bu rakamlar yaaa! Her rakamın kişiliği, hayatı varmış, kaderi, vazifesi, başka bir rakamlarla bir araya geldiğinde onlar da kitap gibi okunuyordu, konuşuyorlardı…

Arabaların plakaları bile hep kendilerine dikkat çeker, birinci de bakamazsan anlayamazsan, aynı rakamlar ve benzer harf kombinasyonları bir daha bir daha önünden geçerdi…

Evet, kocaman canlı bir kitaba dönüştü etraftaki her şey. Ve nasıl da, bir biriyle uyumlu, bir başka düzenin yüksek disiplininde, senfoni gibi yaşıyorlarmış ben bunu keşif edene kadar…

Eskiden deneyimlediğim tanıdık duyguları artık aşırı ‘doz’larda yaşıyordum; özlem, hüzün, sevinç, mutluluk – bunlar şimdi öyle boyutlarda geliyorlardı ki, sanki tüm alemler, tüm varoluşla beraber yaşıyormuş gibi oluyordum… Güzel kokular konusunu unutmamalıyım: ansızın, beklenmedik yerler ve zamanlarda, etrafınızı çok hoş, çok nefis kokular sarıveriyorlardı…

Bu durumlardan, doktora ya da ‘musallat falan filan’ şikayetleriyle hocaya gidecek kadar korkmadım, belli bir temel iyi ki vardı eskilerden yaşadığım, okuduğum vs. Ama! Eğer görünmeden destek veren bir gücün ya da güçlerin yanımda olduklarını da sezip-duyup-deneyimlemeseydim, aslında çok aşırı şok ve panik-paranoyalara neden olabilir böyle haller.

En kaçınılması lazım olan durum, yanlış yorumlar tuzağına düşmemeye çalışmak, kendinizi herhangi bir şey ya da mertebeyle özdeşleştirmeye özen göstermek. Ağırdan almak. Zihnimizin, tüm insanlık kolektif bilincin de doğru yorum imkanı yetmez bunları olduğu gibi açıklamak için. Ama yönlendirmeler yok değil. Gözler dört açılmalı benzer haller yaşanmaya başlandıysa. Gerçek açıklama ya da o anda yararlı olan yönlendirme size her yerden yardım eli uzatabilir.

İşte, bilinçaltınız ve bilinciniz arasındaki perdeler kalktığı ve/ya illüzyon sırrını anladığınızda ama illüzyonun içinde kaldığınızda BİLGE oluyormuşsunuz…  Çok yüksek titreşimli boyutlarda düşünce ve hisleri yaşayıp da, beden hücreleriniz ve beyniniz ‘normal’ fonksiyonlarına devam edebildiğinde, içte ve dışta dengeniz bozulmuyorsa, aksine, kendine özgü bir ‘alçaltılmışlık’ ya da “düşürülmüşlük” (değer yada konum değil, varoluşunuzu gerçekleştiren, hayati ve duygu-düşünce titreşimlerinizin hızı) halinden dolayı siz “Enel Hak’kım” yada ‘Mehdiyim’, vs şuyum buyum diye, ulu orta sokaklarda bağırmıyorsunuz; garip ve güzel ve çok önemli, anlamlı şeyler yaşıyorum, İnsanlaşmış Işığım, Yeni İnsanım, ve bu bana çok sorumluluk yüklüyor, dersiniz… Bunun tanımı da Bilgeliktir. Belli durumlarda, eskisi gibi, belli durumlarda kendinize acımak, ezik, haksızlığa uğramış, çevrimdışı edilmiş gibi vs negatif durumların asıl açıklamaları gelir size ve artık, zaman ilminden bilgece, uzak görüşlülükle yararlanmayı öğrenirsiniz. Artık, kin duyamıyorsunuz, musallat olan kinli düşünceleriniz varsa da, onlar size gerçekten çok zarar verdiğini anında yaşarsınız. Öfkenin nedenini dile getirebilirsiniz, ama nefretle değil, tıpkı sualtında nefes almayı öğrenmek ve boğulmamak gibi, siz hala “Bilgesiniz“…

Evet, bir daha evet, biliyorum, farkındayım, pek çok insana inandırıcı gelmez, gelse de ‘aklının dengesi bozulmuş’ diye bilirler. Normal dediğimiz Denge konusu değişmiş olabilir, bilemem ama, bir başka dengeydi bu. Evet, aynen öyle, ONUN da kendi muayyen, sabit dengesi vardı.  Hem de başka dengeleri de ellerinde oynatan, tüm akılları bilen, Şeytan şarkısını söylerken, onun sözlerini size tersine okutup, Kendi şarkısını anlattıran! Ve daha neler neler!.. Hem de şu şiir:

Gizemli yılan gibi kıvrılıyordu bazen varlığımda bu HİS:

Büyülü duman gibiydi, çok elli güzel bir Hindu dansçıydı sanki.

Bir koca Milat bitmişti ve İsa’yı bekliyordu kimileri;

Zerdüşt dağdan inmişti son kez,

Yeni Şarkısını söylemeye başlamıştı,

Ama henüz kimse duymuyordu onu.

Bir de Büyük İmam inmiş diyorlar,

Türkiye sokaklarında yürüyormuş tebliğ-i-kıyafette…

Uzun bir baharın son soğuk günleri

Hani şu kocakarıları götüren günlerden

Takılı kaldı binlerce yıllar, zamanın en ağır meksefesinde

Bir soğuk acının yoğunluğunda

Teneffüs istemişti bahar, yorgunluğunda

Belki baharın hiç suçu yoktu,

Saptırıldık yolumuzdan, uyutuldu beşer,

Cüceler miladı girdi araya…

Ve Haziran, bir ağacın çığlığıyla başladı,

Ormanlar kalktı ayağa sonra,

Gazapla uyandı Baba sabaha,

Anne okşamaya başladı çocuklarının başlarını

Ki rahmine İkizler düşmüştü o gece…

Dereleri yeniden şefkatle doldu

Ana Kurttu O artık yeniden kutsal sütünü akıtan

Dört yana bağırdı Görünmezin İlcileri:

İçin, için bu sudan, Annenin kâsesi size geliyor

Her damlası kalplere ışık, Büyük Şifa geliyor size !…

Hazır mıyız, evlatlarım,

Uyandınız mı?

Şahınızın öldürdüklerini sinsice

Yılanlar, anladınız mı?

Kemiklerinde dirilin artık!

Ayağa kalkmış dağlar, nidalarını duydunuz mu?

Siz Kobraların güldüğünü hiç gördünüz mü?

Silkinin, kaldırın başlarınızı, güler yüzle dizilin saflara

Gülün ki, bu sefer mağlubiyet olmaz

Saptıramazlar, aldatamazlar, yıkamazlar

Hem güçlüyüz hem dürüst

Gülün ki, sevgiyle yeneceğiz hem de

Cezalarını kendileri seçerler çünkü!

Ata Yılan, Ana Yılan da safımızda

Kılıcız biz Atanın elinde-parlayan yakutu Büyük Tek Yürek!

Kartalları göklerden kanatlarını açıyorlar üstümüze

Tırtıl değilsiniz artık, kelebeksiniz,

Ve o YUMURTA ÇATLADI!

Ve şimdi Yeni Miladın Değişim Çağında,

Geçen senenin gelecekteki Haziranında,

Yeni Kitabın her harfi hürmetine ve hakkına,

Tüm Sözlere saygımla ve tüm Ustalar adına;

Tüm Kuşların Kutsal Aşkıyla;

Seni

Çağırıyorum

Sessiz

Çığlıkla:MELEKLER ÇAĞI!!!

2012, İstanbul

(NOT: bunlar yaşanırken, dışarıda,  GEZİ OLAYLARI hüküm sürüyordu ve oturduğum  yer, olayların merkezine çok yakındı, şiir ise ondan tam bir sene önce yazılmıştı)

Exit mobile version