İnsanın Dünyası ya nesnelerin, mal edindiklerinin ya da sevginin Dünyasıdır. Mesele, ‘nesneleri değil’ ‘kendini’ ve kendinden ayrı görmeyerek – yani nesneleştirmeyerek ‘dünyayı’ sevebilmektir…
Oysa insan çoğunlukla en sevdiklerini bile nesneleştirme eğilimindedir.
Her şey için beklentiler kurarız ve beklentilerimize uymayan her durumda, sevgimizi geri çekmeye, kapanmaya meylederiz. Böylece ilişki içinde olduğumuz her şeye ‘kendimize göre’ bir şekil vermeye, onu olduğundan başka bir şey olmak üzere yontmaya kalkarız. (Ve hiçbir şey olduğundan başka bir şey olamaz.) Kendi yonttuğumuz bir fikrin somut halini aranmayı bir türlü bırakamayız. Çünkü kurgularımıza uymayan her şey, bizi değişmek zorunda bırakır. Oysa keyfimizce yontabildiğimiz nesneler güvenlidirler; onlar kontrolsüzce değişmezler ve bizden değişmemizi talep de etmezler.
Sevgili, sizin kendinizi boş yere acıtmanızı istemez. O yüzden kendiniz için nasıl acı yarattığınızı görün ve yükünüzü bırakın – tazelenin diye size bir keşif yolculuğu bahşeder.
Ötekiler yoldur; yolculuk daima kendinden kendinedir ve bu Dünya esasen tek kişiliktir. “Öteki” dediğim şey, sadece bende yarattığı etki itibarı ile mevcuttur. O yüzden her ilişkide; sayısız, kendini yeniden görme, değerlendirme ve büyüme fırsatları barınır.
Örneğin bir başkasının kusuru kişinin kendi kusurlarını örtmez ve kıyaslama yapmak suretiyle de hafifletmez. Ama çoğu kez insan, gözünü ötekinin kusurlarına diker. Oysa kendimden yana memnuniyetsizliğimin kaçınılmaz uzantısıdır; ötekini yargılamak ve kınamak…
Örneğin bir şey seni incitiyorsa onu senin yapmıyor olman gerekir. Eğer sen aynı şeyi başkaları için yaptıysan o zaman da şikayetçi olmaman gerekir. Ama çoğu kez insan, incinmişliğinin acısından çıkıp ötekini nasıl incittiğini göremez ve şikâyet ettiği şeyleri mütemadiyen yapıyor olmayı kendine hak sayar. Oysa en çok kendine adil davranmayan, adalet terazisi şaşmış bir insan; adaletsizliğe maruz kalır.
Örneğin kişi kusurluysa ötekinin kusuruyla ilgilenmesi kendi kusuru için özür dilemesi gerekliliğini ortadan kaldırmaz. İnsan kusurları için özür dilemiyor ise ya kusurunu kusur olarak görmemektedir ya da hata işlediğini gördüğünde özür dileme büyüklüğüne sahip değildir. Oysa çoğu kez en çok, büyüklük umanlar, büyümeyi reddederler.
İnsan sevmeyi öğrenmek yerine şımarıkça haddini aşar, sonra da başına gelenler için ötekini suçlar, kızar ve yine de hep sevilmeyi, anlaşılmayı, kucaklanmayı umar. İstekleri bir türlü karşılanmayınca da ötekini hiçe sayar ve tümüyle reddeder.
Birini hiçe saymak zorunda kalmak demek, kalbimde henüz karşılaşmaya hazır olmadığım bir yük taşıyorum demektir.
Bana dokunan haliyle “öteki”, kendi varlığımdaki parçalanmışlığın, karanlıkta kalmış ve benim tarafımdan henüz keşfedilmemiş bir yüzümün tezahürüdür. Sevemediğim öteki, bende sevilmek için çırpınan kendi karanlığımdan başkası değildir. Öteki, daima bendekidir; içimdeki sevilmemişlerimdir o, yadsınmışlarım, hor görülmüşlerim… O yüzden sevginin anlamını öğrenmesi gereken bir öteki de yoktur. Sevginin anlamını öğrenmesi gereken daima benimdir.
Tüm çalışma (eğer varsa öyle bir şey) aslında kendi içimdedir. Kendi en derinime, kendi karanlığıma cesaretle ve dürüstçe bakmaktır çalışma. Sormam gereken soru ise “içimde açığa çıkmak için arzu duyan, görmem gereken parçam ve onun bana söylemek istediği şey nedir?”, “Kendimle ilgili almam gereken ders nedir?”, “Sevilmeyi uman ve şimdiye dek göz ardı ettiğim tarafım nedir?”
Asıl çalışma dururken ötekinin ne yaptığıyla fazlaca ilgilenmek, kendi “gerçeğini” kendinden kaçırmaktır. Dikkatini ötekine veren kişi, kendinden uzaklaşır.
Bu anlamda tüm incinmişliklerinin sebebi, aslında insanın ikiyüzlülüğü; kendisine söylediği ve inanmayı seçtiği yalanlarıdır. İkiyüzlülük; olduğum kişiden daha fazlasını ötekinden ummaktır.
Birisini seversin misal, beklentisiz olduğunu söylersin kendine ve ona verdiklerinin gönülden olduğunu iddia edersin. Sonra da hayatının başkalarının ve acımasız koşulların eseri olduğunu söylersin kendine ve incitildiğini… Çünkü çok şey ummuşsundur ve o, senin beklentilerine uygun şekilde karşılık vermemiştir.
Ne çok kafa karışıklığı var ve ne çok yalan biriktiriyor insan… Hepsi acıdan kaçabilmek için. Oysa dürüstlüğün yarattığı acı, insanın gözü gibi baktığı ve hatta kendisi saydığı incitilmişlik hikâyelerinin ölümüne tuttuğu yastan başka bir şey değildir.
Ne kadar çok sevgi istiyor insan ve kendisini bir türlü sevemeyişini, kendi eksiğini sürekli ötekine yansıtıyor… Oysa insan ötekinde ne buluyorsa kendisindendir.
İnsan sadece kendisinden korkar ve kendisinden korkan ötekinden de korkar. İnsan sadece kendisini sever ve kendisini seven ötekini de sever. İnsan sadece kendisine yardım eder ve kendisine yardım edebilen ötekine de yardım edebilir. İnsana sadece kendisi yardım eder ve kendisine yardım edebilene yardım edilir. İnsan sadece kendisine hayret eder ve kendisine hayret eden hayata da hayret eden gözlerle bakar. İnsan sadece kendisiyle uğraşır ve kendisiyle uğraşan insan sürekli karşısına kim çıkarsa uğraşır durur. İnsan sadece kendisini bekler ve kendisini bekleyen insan bekletilir de bekletilir. İnsan sadece kendisinden kaçar ve kendisinden kaçan insan hayattan da kaçar. İnsan sadece kendisine koşar ve kendisine koşabilen insan, baharda çiçekler arasında gezinen kelebekler gibidir. Türkçesi, insan sadece kendisiyle yaşar ve kendisiyle yaşayan insan, çokça zaman bundan bihaberdir.
Sevgi, önce kendinden kaynar ve ilkin kendine akar. Öteki için yaşarken ve çırpınırken, kendini yok sayıyor, ölçü bilmiyorsan, bu sevgi değil muhtemel bir bağımlılık ilişkisi ve kendine zulümdür. Ötekileri görmezden geliyor ya da hakkaniyetsiz bir biçimde eziyet ediyorsan içinde kendini çokça kırbaçladığın içindir. Ötekini yadsımak ile ötekine kapılmak bile aynı şeylerdir. Her ikisinde de kayıp özne kendinsindir. Ancak ötekiyle uğraşmayı bıraktığında kendi sesini ve belki de derin sessizliği duyabilirsin. O ses sana basitçe şunu fısıldayacaktır: “Kendin için doğru olanı yapmadan ‘öteki’ için doğru olanı yapmanın bir yolu yoktur.”
Hayatın özü sevgidir ve yaşam sürdüğü sürece sevgi, öyle ya da böyle bir yöne akar. Kimisi için eve, arabaya, kıyafete, toprağa; kimisi için başka başka arzuların nesnelerine; mevkiye, makama, şöhrete vs. akar. Kimisi için de “mal” gibi görülen – bir ilişkideki ötekine akar. Kimisi için de yürekten yüreğe; talepler listesi olmadan, izin vererek, özgürleştirerek, büyüterek, elinden tutarak, gözeterek, ‘ben’imseyerek, kendiliğinden – kendiliğine…
Ötekinin bende yarattığı etkiden özgürleştiğimde, gerçek manada bir öteki kalmaz ve ancak o zaman ilişki, akışkan ve kendiliğinden bir kıvam bulur. O zaman bu ikili oyundan, sadece bütünsel bir güzellik yansır.
Yanılsama, sevginin kendisini bırakıp örtüsüne – bir şeye, mala, nesneye sarılmaktır. Yanılsama sevgi olmayı bırakıp sevgi aramaktır. Canı olduğunu bildiğinden seviyorsa ya da severek can katabiliyorsa sevdiğine insan, bir örtüyü de sevebilir elbette. Ama canlı, akışkan hayatı sevemeyen ve öldüren insan, örtüyü de ancak sevdiğini zanneder.
Ezcümle; kendine gel. Kendine geldiğinde, ötekine de gidebilir olacaksın. Çünkü kendin olma samimiyeti, bir ilişkide ötekine verilebilecek en gerçek hediyedir. Kendine gelmediğinde, kimseye gitmiş sayılmazsın. Kendinde olmayan insanların, gerçek bir ilişki içinde olduklarını düşünmek, saçma bir yanılsamadır. Çünkü var olduğunun teyidini almak için değil var oluşunu kutsamak içindir öteki.
“Kim ki meselesi ötekidir, yanlış yere bakmaktadır.
Kim ki bir meselesi vardır, hala yanlış bakmaktadır.”