İnsan ve tanrı arasındaki umutların dansı

İnsanın varoluşuyla tanrı arasında süregelen hayal kırıklıkları ve umutların dansı

Tanrı’nın bile sınavı olmuş bir varlıktan bahsediyoruz. Yaratılış hikâyesine bakınca, melekler, şeytan (ki o da bir melekti aslında), dünya ve tüm olacaklar gözler önüne serilmişti. Ve Tanrı, “Benden iyi mi biliyorsunuz?” diyerek hükmünü verdi. O günden beri insanın her hareketi, Tanrı için bir hüsran ve hayal kırıklığı oldu.

İnsan ve tanrı arasındaki umutların dansı

Yine de Tanrı, insana umutla baktı. Ona akıl verdi, irade verdi, kendi yazgısını çizebilmesi için özgür bıraktı. Ama insan, hep daha fazlasını istedi. Cennetten kovulmasının sebebi de buydu, dünyayı savaşlarla kana bulamasının sebebi de… Bazen kendi gökyüzünü yaratacak kadar güçlü oldu, bazen de kendi elleriyle yaptığı putlara taptı. İnsan, hem yaratıcı hem de yok edici oldu.

Her çağ, insanın kendi sınavını vermesi için bir sahne kurdu. Kimi zaman filozofların dillerinde adaletin ve hakikatin arayışına çıktı, kimi zaman ise en büyük imparatorlukları inşa edip sonra kendi ihtiraslarıyla onları yıktı. Tanrı’nın en büyük hediyesi olan bilinç, onun lanetine de dönüştü. İnsan, her şeyi anlamaya çalışırken en büyük yanılgıyı yaşadı: Kendi küçük aklıyla Tanrı’yı bile sorguladı.

Peki, insanın yarattığı bu hayal kırıklıkları silsilesinin içinde umut yok muydu? Elbette vardı. Çünkü her büyük çöküşün ardından yeni bir başlangıç doğdu. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda milyonlarca insan öldü, şehirler haritadan silindi, nesiller kayboldu. Japonya’ya atılan atom bombalarıyla bir çağın vicdanı sarsıldı, işgaller ve istilalar, medeniyetleri yerle bir etti. Yakılan kütüphanelerle bilgi yok edildi, bombalanan müzelerle tarihin hafızası silindi. Ama insan, küllerin arasından çıkıp yeniden inşa etmeyi bildi.

Savaş meydanlarından bilimin laboratuvarlarına, yıkılmış şehirlerden sanata, en büyük acıların içinden sıyrılarak varoluşunu anlamlandırmaya çalıştı. Kendi elleriyle yarattığı felaketlerden ders almak yerine çoğu kez aynı hataları tekrar etse de, insanın en büyük çelişkisi de buydu: Hem yok eden hem de yeniden yaratan bir tür olmak.

Ama insan, bir kez daha sınanacak. Belki de şu an bile sınanıyor. Teknolojinin, yapay zekânın ve makineleşmenin hüküm sürdüğü bir dünyada, insan varoluşunun anlamını bir kez daha sorgulamak zorunda kalacak. Peki, bu kez kendi sınavında galip gelebilecek mi? Yoksa bizzat kendi yarattığı sistemlerin kölesi mi olacak?

Bunun cevabını yalnızca zaman verebilir. Ama bildiğimiz bir şey var: İnsan, var olduğu sürece bu dans devam edecek. Ve belki de Tanrı’nın en büyük mucizesi, insanın kendi elleriyle yazdığı bu hiç bitmeyen hikâyedir.

Yazar

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir