Nasıl yaşamam gerektiğini anlamaya başladığımda, nasıl ölmekte olduğumu gördüm.”
Leonardo da Vinci
Bu yazımda sizlere Hedonizm (Hazcılık) felsefesinden ve günümüz toplumuna yansımalarından bahsedeceğim. Öncelikle “Hedonizm nedir?” dediğimizde şöyle bir tanımla karşılaşıyoruz: Hedonizm, Kirene Okulu’nun(Kireneli Aristippos tarafından kurulmuş olan hedonist bir okuldur), Sokrates’in öğrencisi Aristippos’un (M.Ö. 435-355) felsefesidir. Ayrıca bu felsefenin diğer bir kurucusu da Epikür’dür. Aslında Aristippos’un öğretisi daha çok bedensel hazlara odaklanır. Epikür ise ruhsal hazzın peşindedir. Onun için en büyük haz ruh dinginliğidir ve bunu elde etmek ancak bilgelikle olur. Aslında burada Aristippos, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde alt basamakta kalırken, Epikür ise kendini gerçekleştirme basamağındadır, diyebiliriz. Bir psikoloji profesörü olan Maslow’a göre insan, önce fiziksel ihtiyaçlarını, sonra güvenlik, sonra ait olma ve sevgi, ardından değer ihtiyacını ve en sonunda ise kendini gerçekleştirdiğini iddia etmiştir.
Hedonist felsefenin temelinde insanın hoşuna giden şeylerin yarattığı duygu olan hazzın, mutlak anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihai anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğu vardır. Haz veren her eylem ise doğru ve ahlakidir. Bu felsefeye göre, doğruya ve iyiye ulaşmak haz ile mümkün olurken; insan kendisine acı ve sıkıntı veren her şeyden uzaklaşması gereklidir.
Bu felsefe ilk ortaya çıktığı zamanlarda yani M.Ö. 435-355 yıllarında, toplumun yapısı ve sınıfsal farklılıklarını göz önünde bulundurduğumuzda, bu felsefenin karşıtlarını doğurabileceğini tahmin edebiliriz. Hatta Hedonizmin tam zıddı olarak doğan bir başka felsefe olan Kynikler (Köpeksiler), Sokrates’in öğrencilerinden olan Atinalı Antisthenes (M.Ö. 444-365) tarafından ortaya atılmış ve insanın kendi doğasına daha etkisiz çekilebilmesi için uyumsuzluk, acı ve ihtiyaç ortasında yaşaması gerektiğini savunmuşlardır. Köpeksiler tüm dünya mallarını reddetmişler, en rahatsız barınaklarda kalmışlar, çok yalın ve basit bir şekilde beslenmişlerdir. Adeta birbirlerine zıt iki felsefe!
Hedonizmin savunucusu olan filozoflar için hazza yönelmek çok daha kolay olmuş olabilir. Zira Atinalı filozofların neredeyse tamamının aristokrat ailelere mensup olduğunu biliyoruz. Ama holistik bir anlayış ile bu duruma bakacak olursak; sürekli hazzı aramak ve bunun peşinde koşmak, hedonist yaşayan bir insan için hem ruhsal hem de bedensel açıdan bir süre sonra haz sağlayan şeylere ulaşamayınca, tıpkı uyuşturucu yoksunluğu gibi yoksunluk çekmesine neden olmaz mı? Hayatın devamlı haz sağlayan şeyleri karşımıza çıkarmadığını da düşündüğümüzde, bu hiç de olmayacak bir şey değil. Bu felsefe günümüzde “anı yaşa”, “gez ve eğlen”, “hiçbir şeyi kafana takma” şeklinde devam etmekte ve gün geçtikçe de yükselmektedir. Çevremize özellikle gençlerimize baktığımızda bunu çok daha net görebiliriz. Uzman Psikolog Bülent Korkmaz bu durumu şöyle ifade etmiştir; “Günümüzde dünyada ve özellikle ülkemizde de ne yazık ki yükselen bir trend olarak karşımızda duran hedonizm insanlık yaşamı için ciddi tehlike boyutlarındadır. Bu trendin (yükselen değerin) etkisi altında veya tutsağı olan milyonlarca insan, yaşamında sadece yeme-içme, eğlence ve cinsel hazzı ön planda tutan, sadece bedensel haz doyumuna ulaşmayı temel yaşam prensibi olarak gören bir anlayış ve yaşayış biçimi içindedir. Özellikle gençlerin (aslında kabaca 15-40 yaş aralığı diyebiliriz) tehdit altında olduğu bu akıma kapılan insanlar, yaşamlarını tamamen zevk almaya yönelik olarak planlamakta, eylemleri hep buna yönelik olmaktadır. Buna ulaşacakları yolda da karşılaştıkları engelleri aşacak tüm ahlaki olmayan, yasal olmayan tutum ve davranışları da gösteren dejenere olmuş bir insan topluluğundan söz ediyorum. Bu kişiler çoğunlukla parasal açıdan pek sorunu olmayan, narsisist kişilik özellikleri gösteren; ben merkezci ve bencil yapıda, en çok ve bazen sadece kendini seven, başkalarını kendi çıkar ve arzuları için kullanan; genellikle çocukluktan bu yana istekleri kolayca ve fazlasıyla yerine getirilmiş ve doyumsuzluk problemi olan, eleştiriye kapalı vb. özellikleri olan tiplerden oluşuyor.”
Sadece bunlarla da kalmıyor, bu anlayış özellikle günümüzde artan hedonist tüketimin başlıca sebebi de olmuş oluyor. Sürekli tüketen fakat üretmeyen bencil bir toplum… Kapitalizm bu konudan oldukça memnun, zira onun daha çok tetiklediği bir sitemdir hedonizm. O üretir, hatta yayın organları ile bunu aşılar ve sonrasında olanları seyreder ve cebini doldurur.
“Önce kendini düşüneceksin, sanane onun sıkıntısından!”
“Bu eskidi, nasıl olsa yenisini alırız; at gitsin!”,
“Dünyaya bir kez daha mı geleceğiz?”,
“Nasıl olsa ölümlüyüz, hayatın tadını çıkar.”
Ama nereye kadar…
Bu açıdan baktığımızda buna gerçek mutluluk diyebilir miyiz? Bir noktaya kadar bizi mutlu edebilir belki ama ya sonrası? Bütün yaşamı bu şekilde geçirmek ne kadar anlamlı?
Bu noktada Epikür’ün ne kadar haklı olduğunu anlarız. Aslında amacımız ruhsal hazza ulaşmak olmalı. İşte o zaman gerçek anlamda mutlu oluruz. O da tabi bilgelikle, yani bilgiyle olacaktır.
Açıkçası ben bu felsefeyi ilk öğrendiğimden beri kendime hiç yakın bulmamışımdır. Bu demek değildir ki, hayatımda dramlar yaratıp öyle yaşıyorum. Tabi ki hayatımızdan zevk almamız gerekiyor. Eğlenceye de, hazza da ihtiyacımız var. Zaten yaradılışımızda, hamurumuzda bu var. Maslow’un da öne sürdüğü gibi fiziksel ihtiyaçlarımızı karşılayamadan, en tepe noktaya yani kendimizi gerçekleştirme noktasına çıkamayız. Ama bu durumu amaç değil, araç yapmalıyız. İşte o zaman beden ve ruh dengesini sağlarız ve gerçek anlamda mutlu oluruz diye düşünüyorum. Sadece bu da değil. Sağlıklı çocuklar da yetiştiririz. Kendisine, ülkesine, çevresine saygılı, duyarlı ve hassas çocuklar… Bunca sanatçı, bilim adamı, mucit, ressam, yazar, şair yanlış mı yaşadılar? Onlar bir amaç uğruna çaba sarf ettiler ve bu dünyada bir iz bıraktılar. Onlar hedonist yaşasaydı; dünyayı değiştirme, iyileştirme gayreti duymasalardı ya da iyiyi doğruyu savunmasalardı; “Amaaan anı yaşa, boşver!” deselerdi ne olurdu? Peki, dünyaya gelme amacımız ne olurdu? Milyarlarca insan ve tek bir amaç: “Hayatı yaşa, zevk al ve öl!” Hayır, sadece bu olamaz; olmamalı da…