Usta sanatçı Dilek Türker ve “Mutlu ol Nazım”

Bir sanatçı, uyandırandır! Yolu açandır! Yürekleri kendiyle ve ötesindeki ışıklarla buluşturandır. Bir neferdir sanatçı ve onun savaşı ‘’İNSAN’’dır! Yüreği olduğunda kılıcı, yenilgi bilmez o! Her hüsran sayılan, ona armağandır! Yerde düştüyse de görüldüğü, gökte dimdik ayaktadır ve tüm yaktığı ışıklar da onunla uyanmaktadır.

‘’ İnsanın en büyük keşfi ‘AŞK’tır. ‘’

Bu nasıl bir cümle! Bir anda tüm hücrelerim titredi ve içimde varlığının bile farkında olmadığım bir güç belirdi ve bana dedi ki:

“İnsan! Bir bedense söz konusu olan! Ölür!

İnsan! Taşıdığı aşksa yüreğinde olan! Ölümsüzdür. ‘’

Nazım yaşıyor! O, yüreklerde ölümsüz! Vera yaşıyor ve ebedi yaşar! O, kelamında ışık ve yürekler, bu ışıkla yolunu buluyor ve Dilek Türker bir fener! O, yüreğinin ışığında, bizleri kendimize çağırıyor!

dilek-türker-mutlu-ol-nazim

Aziz Nesin’in ‘’Hadi Öldürsene Canikom‘’ oyunuyla tanıma şansı bulmuştum Dilek Türker’i! İçimde bir şeyler kıpırdamıştı ve onun bir ışık olduğunun farkına varmıştım. Tıpkı bir toz tanesini takip eden pisi gibi onun ruhunun ışıklarını takip etmeye başladım. ‘’Kuvay-ı Milliye Kadınları’’nı seyrederken yüreğim bana neyi aradığımı ve onun ne anlama geldiğini hatırlatmıştı. Yanaklarımdan kalın kalın süzülen yaşlar, yüreğimi arındırmıştı. Arındırmak! Tıpkı Vera’nın Nazım’ı betimlerken kullandığı gibi! ‘’Mutlu Ol Nazım’’ı seyrederken, Nazım oldum, yüreğinin çarpışını yüreğimde duydum! Vera oldum! Aşk ve vefa oldum! Yüreğim öyle bir coşkuyla doldu ki aradığımı şimdi bulmuştum!

“İnsandı giden, insandı ölen! Aşk, ölümsüzdü!

Aşksa olan, o beden artık ölümsüzdü.”

Bunlar geçiyordu içimden… Dilek Türker, biz oldu, yüreğimiz oldu, sesimiz oldu, nefesimiz ve bizim bize açılan kapılarımızın ışığı oldu! Bir bedene sığan nice ruhun varlığının hatırlatıcısı oldu! Bir bakıyorduk Vera bizimleydi! Onun sesiyle bizimle konuşuyordu. Bir bakıyorduk, Nazım karşımızdaydı! Özlemle, aşkla bizi sarıyordu ve tam da istediği gibi ‘’İNSAN’’ yanıyla bizimle oluyordu! Kıskançlığıyla, duygularıyla, çocukluğuyla, korkularıyla, sevgiyle ve en çok da sevgiyle…

Hiroşima, kapılarını açıyor; ölü çocuklar, dilleniyordu. Ne kadar çok can, o an sahneden bize gülümsüyordu! Balaban, Orhan Veli, Yaşar Kemal… Ölüm, onlara yakışmıyordu! Ölüm, insana yakışmıyordu! İnsan, sonsuz sınırsız yaratan ışıktı ve işte yaratıyordu! İnsan, kendini, yarını, ışığı yaratıyordu ve yürekler, onunla doğuyordu! Ölümünü kutlayan, yaşamı hatırlıyordu.

Bu oyun, izlediklerim arasında en tutkulu olandı! Dilek Türker, tek başına sahneyi nasıl da yoğun bir ışıkla dolduruyordu. Sesi büyüyor, büyüyor ve bizi içine alıyordu. Şarkıları öyle güzel, öyle gerçek, öyle yoğundu ki…İçimize işliyordu! Yalnız mı sanıyordunuz onu? Değildi! Nazım bir yanında, Vera bir yanında duruyordu. Onlar, onun yüreğini besliyor ve onların yüreği, onunla bir kez daha doğuyordu. Çok güzeldi, çok güzel… Kelimeler ‘’kifayetsiz’’… Anlatılmıyor, yaşanıyordu ve yüreğim, sanki o sahne yuvam olmuşçasına, herkesi kendine çağırıyordu. Kapılar açılıyordu ve bir ses yankılanıyordu ki o an o ses, her şey oluyor, buzlar çözülüyordu:

“Seviyorum seni!

Ekmeği tuza banıp yer gibi…

Geceleyin ateşler içinde uyanarak

Ağzımı dayayıp musluğa

Su içer gibi…”

Dilek Türker ile oyun öncesi benim için çok özel olan bir zaman dilimini paylaşma şansım oldu ve bana ‘’ Ne güzel şeyler yazıyorsun! ‘’ dedi. Şunun farkına vardım: ‘’ Ben yazmıyorum, sadece okuyorum… ‘’ ve bu şansı yaratan siz özel ruhlara sonsuz teşekkür ediyorum! Nefesiniz ve ışığınız daim olsun!

Sizi seviyorum,

Yazar Hakkında

25 Şubat 1989’da fırtınalı bir gecede dünyaya gelmişim. Üç gece ha doğdum ha doğacağım diye hastane yollarını teptirmişim. En nihayet emin olup yeryüzüne inmişim. Fırtınayı hep sevdim, sağlamcılıktan da vazgeçmedim. Lise zamanlarına kadar epey inek bir öğrenciydim. Harçlıklarımla yeni test kitapları alır, test çözerken şarkılar söylerdim. Bir müddet babaannemlerle yaşamıştım. Babaannemin bu değişik çalışma biçimime olan şaşkınlığını hissederdim. Çalışmayı hep sevdim, kendi yönetmlerimle bunu yapmayı daha çok sevdim. Fen lisesini kazanmıştım. ‘’ Bu öğretmenler beni değil notlarımı seviyor! ‘’ diye fabrikatör kızıyla fakir ama gururlu delikanlıyı andırır bir duygu krizi yaşamıştım. Bu benim için dönüm noktasıydı. Artık daha az çalışıp daha çok yaşıyordum. Rehber öğretmenimle düzenli görüşmelerim oluyordu. Kendimi sosyal çalışmalara verdim. Fen lisesinde bunu( şiir dinletisi, tiyatro ) yapmaya kalkınca biraz ortalık karışmıştı. İTÜ Mimarlık fakültesi Şehir ve Bölge Planlaması bölümünü kazandım. Konservatuvar istiyordum. Üç sene boyunca her aralık ayında okulu bırakıp konservatuvar sınavlarına hazırlandım, olmayınca geri döndüm ve en nihayet ‘’ Her şeye rağmen bırakıyorum! ‘’ deyip yarı zamanlı, özel bir konservatuvara kaydım olmuş buldum kendimi! Bu zaman zarfında part- time bir fast food firmasında kasiyer olarak( bir buçuk yıl ) ve ardından bir kafede falcı olarak( üç buçuk yıl ) çalıştım. Açıköğretimden sosyoloji bölümüne kaydımı yaptırdım. Son sınıftayım. Üç aylığına Antalya’ya gidip iki buçuk sene orada yaşadım ve birçok ruhsal eğitim( Reiki Master, EFT( Duygusal Özgürleşme Teknikleri ), Şamanik rüya, Yaşam koçluğu, Meditasyon… ) alarak kendi derinliklerime bir yolculuğa çıktım. Deneyimlediğim Tarotu yeni bir bakışla yorumladım ve ona, bünyesinde barındırdığı numeroloji ile astrolojinin inceliklerini kattım. Şimdi yazıyorum, aslında okuyorum ve bunu seviyorum. Sizi seviyorum, Hüseyin Akdağ

Benzer yazılar

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
1
0
Would love your thoughts, please comment.x