Çocuklarımız iyi eğitim alsınlar, düzgün yetişsinler, hayatta başarılı olsunlar, iyi insan olsunlar istiyoruz. Peki mutlu olsunlar istemiyor muyuz? Şüphesiz, en çok istediğimiz aslında çocuklarımızın mutlu olması. Ama bunu onlara söylüyor, ya da davranışlarımızla gösterebiliyor muyuz?
Ne olursa olsun ben, senin mutlu olmanı istiyorum diyor muyuz? Derslerin kötü de olsa, arkadaşlarından dayak da yesen, formanın dizlerini yırtıp eve de gelsen ben seni her zaman seviyorum ve bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez diyor muyuz?
Yuva çağında onları parka götürüyor, onlarla oynuyoruz buraya kadar her şey harika gidiyor ama okul yılları başlayınca onlardan çok bizi bir hırs sarıyor. Çocuğum başarılı olsun, sınıf birincisi olsun, en iyi notları o alsın. Daha ilkokulda yanlarına oturup ödevlerini yaptırmaya hatta bazen biz onların yerine yapmaya başlıyoruz. Bunu yapmıyorsak bile sürekli ödevini yaptın mı? Kitabını okudun mu? Yarın sınavın var mı? gibi sorular sorarak, onlara bizim için en önemli şeyin okulda başarılı olmaları gerektiği düşüncesini aşılıyoruz.
Bunun sonucunda istemeyerek de olsa çocuğumuza “iyi notlar almazsam annem-babam beni sevmeyecek” düşüncesini aşılamış oluyoruz. Bu yüzden kendisini arkadaşlarıyla kıyaslamaya ve başarılı olan arkadaşlarını kıskanmaya, iyi not alamadığında kendini tembel, değersiz ve mutsuz hissetmeye başlıyor.
Orta öğretimin sonunda lise giriş sınavına girecek olan çocuğumuza kendi gözümüze kestirdiğimiz en iyi liseyi tutturacak puanı yapması için “Dershaneye git, özel hoca ile çalış, o gidince ödevlerini yap, okul notlarını da ihmal etme” diyerek nefes alacak vakit bırakmıyoruz. Aynı davranışımıza lise çağlarında da devam edebildiğimiz kadar ediyoruz ne yazık ki.
Hele hele lise son sınıfa gelip de üniversite giriş sınavı gelip çatınca yine nefes aldırmayacak kadar başlarına dikilip, tam da onlar gezip eğlenmek isterlerken, “Böyle gidersen Hiçbir yeri kazanamazsın, açıkta mı kalmak istiyorsun, artık herkes üniversite mezunu hatta master, doktora yapanlar bile zor iş buluyor” gibi sözler sarf ederek.
Henüz hayat hakkında hiçbir fikirleri olmayan bu çocuklara hayatın ne kadar acımasız ve korkulacak bir şey olduğunu öğretiyoruz. Amacımız ne? Onları korkutmak ve çalışmalarını sağlamak. Tüm eğitim hayatı bu şekilde geçen bir çocuk ne kadar mutlu olur. Onlara “mutlu musun? ” diye soruyor muyuz? “Seni çok seviyorum” diyor muyuz? Yoksa bunu nasıl olsa bildiğini varsayıp çoğunlukla söylemeyi es mi geçiyoruz. Sarılıp doya doya öpüyor muyuz? Sevdiğimizi yeterince hissettiriyor muyuz?
Danışanlarımın en büyük sorunu çocuklukta yeterince sevilmemiş, sevildiklerini hissetmemiş ve değer verilmemiş olmaları. Çocuklukta kayıtlanmış bu sevgi yoksunluğu hissi, insanın tüm hayatını etkiliyor. “Annem-babam beni hiç gerçekten sevmedi ” düşüncesi “ Ben sevilmeye değer biri değilim, ben değersizim” bilinçaltı kaydının oluşmasına sebep oluyor ve çocukluğunda bu kayıt bilinçaltına işlenmiş olan kişi, büyüdüğünde, insanlar onu sevsin diye, kimseye hayır diyemez hale geliyor.
Sırf sevildiğine inandığı için kendi sevmediği ilişkilere yapışıp kalıyor, hiç gerekmediği halde, sürekli fedakârlık yapıyor ve hayatını mutsuz bir insan olarak geçirmeye devam ediyor.
Bu yüzden diyorum ki, çocuklarınıza onları sevdiğinizi gösterin. Onlara değerli olduklarını hissettirin. Kararları kendilerinin vermesine olanak tanıyın. Bunu 3-4 yaşındaki çocuğunuza bile yapabilirsiniz. “Dört yaşında çocuk neyin kararını verecek?” diyorsanız. Önüne iki tişört koyup hangisini giymek istediğine karar vermeyi ona bırakın. Böylece kararı o vermiş ve siz onun kararına saygı duymuş olursunuz ve bu kadar basit bir hareketle bile ona değer verdiğinizi hissettirmiş olursunuz.
“Benim dediğimi yapacaksın, benim istediğimi giyeceksin, benim seçtiğim arkadaşlarla görüşeceksin” sözleri “Sen yetersizsin kendi başına hiçbir şeyi beceremezsin, doğru kararlar alamazsın ve doğruyu ben her zaman senden daha iyi bilirim.” mesajını verir. Bu mesajla büyüyen çocuk da büyüdüğünde yetersizlik hissinden kurtulamaz. Her zaman “Ben başaramam, yaparsam da mutlaka yanlış yaparım.” endişesi ile sürekli onaylanma ihtiyacı içinde, kendine güvensiz bir insan olur.
Çocuğunuzun kendine güvenli, yeterli, hayatta başarılı ve mutlu olmasını istiyorsanız, karne notlarını çok da önemsemeyin. Bakın siz büyüdünüz, ortaokul notlarınızın ne kadarını hatırlıyorsunuz? Lise 1 de tarihten kaç aldığınızın ne önemi kaldı? Bunu kim hatırlıyor? Ya da size soran var mı? Sınıfın birincisi de sonuncusu da olsanız, okullar bir şekilde bitiyor ve geriye yalnızca birkaç anı kalıyor.
Bırakın, çocuğunuzun aklında karnesini size gösterme korkusu anısı yerine, arkadaşlarıyla gittiği gezide ne kadar eğlenmiş olduğu anısı kalsın. Çocuklar mutlu olmayı her zaman büyüklerden çok daha iyi bilirler, büyükler onlara karışmadığı sürece.
Mutlu çocuklar, mutlu büyükler olurlar ve yalnızca sevgiyi almış olanlar sevgiyi vermeyi bilirler.