Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Hayal mühendisliği – Bırakalım yıkılsın

Kaosa üzülmüyorum. İçimi burkan, çarpıklığı ayakta tutmak için her gün bir cila daha vuran o alışılmış düzen. Kırık bir aynayı parlatıyoruz bunca zamandır; ışık çoğalıyor ama yüzümüz hâlâ yamuk. “Kurtarmayalım,” diyorum kendime, “bırakalım yıkılsın.” Yıkım, öfkenin çekici değil; sahiciliğe yer açma cüreti. Toprak nefes almak ister; sıkışmış kökler yeni filizi bekler.

Hayal mühendisliği

Adını koydum: hayal mühendisliği. Eski kaleyi sıvamak değil bu; vadide büsbütün başka bir şehir düşlemek ya da onu yeniden inşa etmek. Anahtar, kilidi zorlayıp pasını dökmez; kapıyı değiştirir. Yeniyi kurmak, eskiyi “düzeltmek”ten başkadır. Düzeltmek, geçmişin dilini geleceğe tercüme etmeye çalışır; kurmak, geleceğin dilini şimdiye öğretir.

Sık sık kendi düzenimi bozuyorum. Kazanç–kayıp defterini kapattım; “kârım ne, zararım ne” diye sayfa çevirtmeyen bir dikkatle yapıyorum bunu. İzleyerek, gözlemleyerek. Rüzgârın dalı eğişini seyreden taş gibi: müdahalesiz ama tetikte. Şunu biliyorum: her yıkım yeni kahramanlar, yeni tapınılacak fikirler doğurma tehlikesi taşır. Heykeli devirmek yetmez; o heykele ihtiyaç duyan iç eğilimi görmek gerekir. Yoksa meydan bir süre susar, sonra aynı yontu başka bir yüzle dikilir.

Bilinç yıkılıyor,” diyor içteki ses, “hem de şimdi.” Korkmuyorum. Bilinç yıkımı bir hortum olmak zorunda değil; sahte duvarları söken bir rüzgâr olabilir. Doğru soruyu sorunca, dökülen sıvanın altından nefes alabilen tuğla çıkar. Zor olmasının sebebi belli: özler sulandırıldı. “Özgürlük” reklama karıştı, “hakikat” algoritmaların seçtiği içeriğe dönüştü. Belki önce kelimeleri geri almak gerek—gerekirse susarak. Sessizlik, kelimeleri hak ettikleri ağırlığa geri davet eden bir terazidir.

Yine de cevabın yeri değişmedi: en son akla gelen yerde duruyor, içimde. Aydınlandığını söyleyen onca insan, onca dize, onca öğreti… Eğer içte yankı bulmasaydı, bunca iz bırakır mıydı? Bütün teoriler gecenin sonunda tek bir nabza indirgeniyor. O nabız bazen hızlanıyor, bazen durup dinleniyor; ama ritmi ben taşıyorum, kimseye devredemiyorum.

Beş kişinin ortalamasıyız” diyorlar ya; ben çevremdeki nice “beş kişi”nin bilinciyle dans ederek yaşıyorum. Olduğu gibi kabul ediyorum onları; eleştirinin egoyu besleyen kalorisine kolay kapılmamak için. Bazen en devrimci hareket, “uzaklara atmak” değil: yerinde yeşermesine izin vermek. Sert bir budama, ağacı da, meyveyi de geciktirir; bazı filizlere sabır gerekir.

Aşkı da yeniden tarif ediyorum: romantik bir sis perdesi değil, düzeni sorgulama cesareti. Aynı yönde ve aynı sessizlikte yürüyen iki adım gibi; az söz, tutarlı ritim. Aşk, düzenin itiraz edemediği tek mühendislik: kalbi kurar, bahaneleri söküp atar. İçimdeki iki akış —biri yıkıma çağıran, diğeri kurmaya— çatışmıyor artık; aynı nehrin iki kıyısı gibi birbirini tamamlıyor. Yıkmadan kurulamayanı anladıkça, kurduğumu yıkmadan koruyabiliyorum.

Sonra hayat kapıyı çalıyor: mutfaktan gelen hafif bir ses, okuldan dönen bir çocuğun çantası, gündeliğin ekmek kırıntıları. Manifestoların arasına düşen o kırıntılar, yazıyı insan yapan ekmek işte. Not defterini kapatıyorum bir an; mesele bitmedi, sadece nefes aldı. Çünkü yazı da yaşam gibi, bir hamurun dinlenmeye ihtiyacı olduğunu hatırlatıyor.

Şimdi kendime açıkça söylüyorum: Kaosa değil, kaosu makyajlayan eli dert ediniyorum. Düzeni sürdüren herkese üzülüyorum derken, aslında içimdeki “sürdürme” alışkanlığına bakıyorum. Bırakayım yıkılsın; yıkılsın ki yerine yenisi gelsin. Ama yıkımın hamlesi alaycı değil, merhametli olacak; zira merhamet, gerçeğin keskinliğini taşınabilir kılar. Çekiç darbeleri nazik, ölçüler net, niyet sahici.

Bundan sonrası marangozluk: hayal mühendisliğini günlük işçiliğe çevirmek. Bir cümlenin kirişini düzeltmek, bir inancın vidasını sıkmak, bir korkunun menteşesini yağlamak… Her gün küçük bir parça. Büyük lafların sarhoşluğundan ayıldıkça, sessiz bir ustalığa yer açılıyor. Ve ben, kelimelerle büyü yapılmadığını, ama kelimelerle büyüyebileceğimi hatırlıyorum.

Yol uzun, evet. Ama kalp hafifledikçe adım da hafifliyor. “Düzeni değil, insanı sürdürelim” diyen o ince çağrı içimde güçleniyor. Kaosa üzülmeden, düzeni sorgulayarak; yıkıma methiye değil, yeninin doğumuna ebe olarak. Toprak kışa küstüğü için değil; içindeki tohumu korumak için soğur. Ben de soğuyorum gerektiğinde; kızgınlığımdan değil, filizlerimden emin olduğum için.

Ve son cümle, bir kapanış değil: içe doğru açılan bir kapı. Buradan devam edeceğim. Çünkü biliyorum yıkılmış düşlerin içinde olmak, uzak ülkelerin peşine düşmek değil; içimdeki ülkenin sınırlarını adım adım genişletmeyi çıkartır karşına.

 

Murat Tali 

 

Yazar

Exit mobile version