Kendime mektup

Kişinin kendini arayıp bulması, bulunca tanıması, tanıyıp kabullenmesi bir süreçtir. Bu süreç, kimi zaman bir hayat boyu sürüyor. Kimineyse düşünmeye değmez geliyor. Yaşa, sorgulamadan, düşünmeden gününü değerlendir. Fazla kurcalama diye geçiren var. Evet, hayatları bu uğurda yaşayıp soru sormadan, cevapları aramadan ömür tüketenler de mevcut. Ne yazık! Bulunacak bir yanıt bile bir, belki de bin kişiye ışık tutacakken yok saymak ne kadar da boş. Her şey aslında boş, bomboş diyebilmek sınırına gelmek için tüm hayatını bu uğurda harcayan insanlarla, hiç düşünmeden aynı yerde olan, fakat oraya varmamış kişilerin hayat kalitesinde bir fark yok mudur acaba? Bunu düşünmeden edemiyorum.

Geçenlerde tanımadığım birinin kendine not ettiği satırları, çöp tenekesinde buldum. Alfred D. Souza’dan bir alıntı olduğunu sonradan öğrendim. “Uzun zamandan beridir hayatın -gerçek hayatın- başlamak üzere olduğu izlenimine kapılmıştım. Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel, öncelikle erişilmesi gereken bir şey, bitmemiş bir iş, hizmet edilecek zaman, ödenecek bir borç oldu. Sonra hayat başlayacaktı. Sonunda anladım ki bu engeller benim hayatımdı.” Hayatım boyunca hep bir engel, zorluk vardı bildim bileli. Başlamam için fırsatı zorlayan durumlardı bunlar. Hepsi bittiğinde ben de güzel bir yaşam ve arzu ettiklerimi deneyimleyeceğim demiştim kendime. Sürekli bedel öderken, hesabın ya da faturanın miktarını bilmiyordum. Ödemeler bittikten sonra yaşamaya başlayacağımı, yaşamın başlayacağını düşünüyor, bunu arzuluyordum. Birden bana dank etti. Aniden ışık yandı ve anladım. Bütün bu engeller gerçekten benim hayatımdı. Hayatım çoktan başlamış ve devam etmekteydi. Ben içindeyken bunu görmüyor, sürekli yaşamı erteliyordum. Nereye kadar diye sordum kendime. Buraya kadarmış diye de cevapladım. Bugün bitti ve bugün yeni bir ben başlıyor.

Hayatın içindeyken, günü gününe yaşarken, olan bitenlere baktığımda kimi zaman, hatta çoğu zaman arzu ve isteklerime göre olmadığını gördüğüm her şey beni yerimde saymaya mahkûm ediyordu. Ben aynı yerde aynı hayat ve düzen içinde farklı şeylerin olmasını beklerken değişen bir şeyin olmadığını gözlemlemek beni üzüyor, çaresizliğe sürüklüyordu. Hayatım kimin elinde, kontrol kimdeydi? Bu soruya cevap aramak zaten yaşımı sorgulamaktı. Herkesin değil kendi yaşamımın sorgusu ve cevaplarını bulmaktan geçiyordu. Engel denilen tüm zorluklar beni güçlendiriyor mu? Öyle ya da böyle geride bıraktığım tüm sınavlar ertesinde ben öğrenip ilerliyor muydum? Bunu anlamak ve geriye bakmak için hayatımın son günlerine mi gelmem gerekiyor? İş işten geçmeli mi? Ne zamana kadar yaşayacağımı nereden bileceğim? Hayatın uzunluğu ne kadar önemli, ben bugünü yaşamıyorsam? Ertesi gün, hafta, ay ve seneler sonra ne değişecek? Sürekli bekleyen biri olduğumda olan biteni kaçırdığımda zamana nasıl hükmedeceğim? Evet, zamanı değerlendirmek onu yaşamaktır. Zamanı anlamak onun içinde olmaktır ve zamanı durdurmak yaşamı, yaşadıklarımı uzatmaktır.

yaşlı bilge

Yaş almış veya bilge insanlara hayatları hakkında sorduğunuzda maddiyat dışında önem verdikleri listeleri görüyorum. Her biri vakti daha iyi değerlendirmek sevgi ile sevdikleriyle birlikte yaşanan anların az oluşundan şikâyet ederler. Gidilen farklı şehirler, modası geçen kıyafetler, satın alınmış yüzlerce eşya önemini yitiriyor. her birinin kullanılırken verdiği haz cazibesini tüketiyor. Onları tüketen bizleriz. Sürekli yenilik peşinde koşarken içimizde olan boşluğu doldurmaya gayret ediyoruz ve olmuyor. Dolmuyor. Başaramıyoruz. Kimse yapmamış, yapamamış şimdiye kadar. O zaman bizlere düşen görev nedir? Kendimi tanımakla vardığım noktanın bana veya bir başkasına faydası olmayacaksa bütün bu yaşadığım zorluklar, aştığım engeller neye yarayacak?

Örümcek ağına baktığımızda içine düşen sinek her taraftan, ona en yakın ile en uzak olan fark etmeden aynı şekilde hissedilir. Hayat da aynı bir örümcek ağına benzer. Bizler, bir birimize bağlıyız. Sana, ona olan her şey beni de etkiler. Ben buna izin verirsem. Olan biten her kime oluyorsa ben de bunun bir parçasıyım. Aksini söylemek duyarsız olmak veya önemsememektir. Kendi başıma gelen tüm zorluklara dayanırken elimi uzatıp yardım bekliyorsam, başkasına olduğunda da aynı yerde olmalı, bu sefer ben yardımı eden olmalıyım. Bir değil birlik hali de budur. Hepimiz herkesten, olan biten her şeyden sorumluyuz. Bu sorumluluğu bir başkasının almasını beklemek, ben değil, bir başkası yapsın diye pas geçmek hayatı anlamamaktır. Tamir edilecek dünya var ve tamirciler bizleriz. Işık içimizde ve dünyayı aydınlatmak elimizdedir. İstemek ve inanmak yolun başıdır. Kurtarıcı olmak yerine kurtuluşa odaklanmak gerekiyor. Ben, sen yerine biz demek birlik ordusuna katılmak, aydınlığın yoludur. Lubavitcher Rebbe’nin sözüyle son vermek istiyorum.

“Bu dünyada tamir edilmesi gerekenin ne olduğunu ve nasıl tamir edileceğini bulduysanız, siz hayata geliş amacınızı da buldunuz demektir. Fakat sadece yanlış ve çirkinliği görüyor ve nasıl düzeltilmesi gerektiğini bilmiyorsanız kendinizi değiştirmenizde fayda vardır.”

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir