“Ağaçla, çiçekle konuşana manyak; hiç kimseyle iletişim kurmayan, komşusunun adını bilmeyene insan deniyor şehirde…”
Elias Canetti, “Yazarın işi, insanlığı ölümün kucağına bırakmak olamaz…” diyor, “Yazarın Uğraşı” metninde. Yazarın, yazma eylemi dışında ne gibi bir meselesi olabilir ki? Hem her yazı insanlığı kurtarmak zorunda mıdır? Oya Baydar ise, “Kan akarken edebiyat ve edebiyatçı” denemesinde, “eski yazarların, ancak meselesi olan birinin yazabileceğini,” söylediklerini vurgular. Tamam, büyük toplumsal sorunları irdelemek, çözümler getirmek yazarın görevidir de, okur da her yazardan bir meseleyi ele almasını mı bekler? Yazarın ne sorumluluğu var ki?
Yılmaz Erdoğan’ın, “Ağaçla, çiçekle konuşana manyak; hiç kimseyle iletişim kurmayan, komşusunun adını bilmeyene insan deniyor şehirde…”dediği haklı bir saptaması var. Yazarın metni manyakları mı, insanları mı konu edinmeli? Yoksa tüm şehir manyaklaşana kadar ısrar mı etmeli metinleri kurgularken?
Elias Canetti, varsın insanlığı ölümün kucağına bırakmasın, ben yazdıkça kimse görev veremeyecek bana. Toplum şu konuya değinsene der, okur kendi ideolojisini, aşk acısını, geleceğini görmek ister yazılanlarda.
Yok hayır! Yazdığım metinlerin bir anlamı yok. O yüzden de herhangi bir meseleyi ele almamı bekleme! Yazarın ne hileye ne de üçkağıtlara ihtiyacı vardır, ne de en akıllı insan olması gerekir. Salakça görünmek pahasına bile olsa, yazarın, yazabilmesi için gün batımına, altı delik ayakkabısına, yattığı kadının yarığına ya da bokunun rengine basit bir hayret duyması yeterlidir; gerisi cümlelerin gramere uydurulmasıdır.
Yazarın algılarını açması, halkın içinde yaşaması, kendini akışa bırakması yazmanın tek kuralı diyorlar. Halkın içinde kalmak isteyen kim? Halkın değişimini algılasam ne olur, algılamasam ne olur? Eskimemek gibi derdi olan halk dalkavuğu yazarlar düşünsün bunu. Yazmak için, bir şişe rakı ve klasik porno filmler yeterli bana. Benim her metnim bir yalnızlık imgesidir. İçindeki sözcükler bir insanın yalnızlığının tümünü değilse bile saatlerini gösterir. Bir adam tek başına bir odada oturup yazar. Yazılarım yalnızlıktan da, arkadaşlıktan da, seksten de söz etse, kesinlikle bir yalnızlık ürünüdür.
Hemen her şey akla aykırı değil mi? Bugün yaşadıklarımızı, salt bugün yaşadığımız için akla aykırı buluyoruz. Üzerine bastığımız çizginin sağ tarafı dün, sol tarafına yarın, çizgiye de bugün dersek, sağ tarafta yaşanılanlar ve sol tarafta yaşanacak olanlar da akla aykırı olmayacak mı?
Şimdi size bizden bahsedeceğim. Biz kim miyiz? “Yazdıklarımızla inandırma sanatında üstün olduğumuzu zanneden birkaç kalem efendisiyiz, ustayız,” yalanına inanan entel bozması; ama aynı zamanda da ketum olduğumuz bir gerçek. Ketumluğumuzun nedeni uyumlu olmamıza dayanıyor. Uyumluluğumuz ise ılımlılığımızdan ileri gelmektedir. Derin duygular hissederiz ama utanç verici duygu gösterilerinden kaçınırız. Hatalarımız görkemli ve geri çevrilemezdir. Hatalarımızı inkar etmeye karar vermişsek tam olarak gerçeği söylüyormuşuz gibi yazarız ve hatalarımızı itiraf etmeye karar verdiğimizde bunu da dokunaklı, aşırı bir içtenlikle yaparız!
Sevgili okur, aslında hiçbir şey olağan değil, ne meseleler, ne yarınlar, ne dün, ne de düşündüklerimizden yarattığımız kurgular; ne sen, ne de ben olağan değiliz. Her şey olması gerekenin dışında gelişiyor/yaşanıyor.
Şimdi sen bu cümleleri ve sözcükleri okuyorsun diye, ben de seni sana anlatıyorum kibrine bürünmeyeceğim merak etme. Şöyle düşün; birbirimizi tanıyoruz ve deniz kenarında bir barda, iki kadeh rakı içip laflıyoruz. Sen okuduğuna göre çenesi düşük olan “ben” oluyorum. Okumaya devam ettiğine göre de, her türlü saçmalama hakkına sahibim demektir.
Niye baktın öyle şüpheyle? Rahat ol, alkole dayanıklıdır bu zihin! Nasıl bağlayacak bakalım bu kadar paradoks sözü diyerek, geldiğim noktayı mı merak ediyorsun yoksa? İstersen, cila niyetine birer “Dallas bira” söyleyebiliriz. Diğerlerinden mutsuz, ama kafamız daha güzel olur hem. Konuyu bağlamayacağım. Üç nokta koyup kalkalım, okumak istersen ben buralardayım…
Hiç’lik Penceresi. Bayram SARI
indigobayram@gmail.com