Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Sosyal medya bizi asosyal yapmış olmasın sakın!

80ler 90lar geçti gitti ama hikayeleri elimizde albümlerde kaset kayıtlarında kaldı. Peki şimdi albümler nerede?

2000lerin başında hatırlıyorum nasıl muazzam bir teknoloji yayılıyordu; yanlış anlayın lütfen, mevzu renkli ekranlarda ilk bildirim seslerinin başlaması, akabinde emojiler ile kelimelerin kaybolmasıyla sürüklenmeye başladı herkes.

O zamanlar farkında olamadık; silinen alışkanlıklarımızın ve samimiyetin… Ben 1984 doğumluyum.  Geri dönüp düşündükçe bizim kuşağın o dakik, o heyecanlı, o sadık randevulaşabilmesi, hatta buluşma yerini bilmese bile GPS olmadan gelebilmesi… Sözleşmek ne değerliydi düşünsenize.

Geç kalan arkadaşa kırılmak ve kızmak. Daha derin bakarsak birinin orada hazır olup beklemesinin maneviyattaki karşılığı önemsemek ve değer vermek oluşu belki de bütün bu okuyacağınız yazının temel vurgusu olabilir.

Canım ani bir işim çıktı” denemeyen bir dönem bile vardı eskiden. Cep telefonu olmadığı için haber veremeyeceği için üstüne binen panik ve mahcubiyet mesela… “Beni merak eder” düşüncesi, yanlış anlaşılma ve kaybetme endişesi…

En önemlisi ilk gelenin “Başına bir şey gelmiş olmasın” diye başlayan o ses titremesi halleri… Her bir geçen dakika daha yoğun yaşanan korkular. Bunların tamamı çevremize, işimize, ailemize karşı duyduğumuz sorumluluk bilinci ve toplumsal bir değerdi o zamanlar.

Kontör ve telefon batarya durumu mecburiyet ve karakteristik bir “insani vazife” idi diyelim; çünkü bahaneler geçersiz ve faydasız oluyordu neticede.  Halk, toplum ve birlik kelimelerinin anlam kaybetmesi ise, birey olmaya başlayan ve bireysel / egosantrik karar ile zevk mekanizmaları barındıran o akıllı telefonların yönetimi ele geçirmesi ile başladı.

Artık arkadaşlarımızın veya mutlu olduğumuz anların değil, kendi olmak istediğimiz bizin fotoğrafları buna en somut kanıttır diye düşünüyorum. “Öz çekim” denen şey, temelinde başkalarının beğenmesi için dahi değildir sosyal psikoloji alanından inceler isek. Her şey daha “iyi bir poz” yakalamak olduğunda kişi gerçekte kendisinde olmadığına inandığı o güzeli tasarlamaktadır. Bundandır ki 10-15 çekim bile bazen ikna edememektedir kişiyi.

Mesajlar ve paylaşımlar hız kazandıkça kısalan sadece süre değil, özen emek ve samimiyet olmaktadır üstelik. Eski dönemde bir kişiye bir cümleyi yazabilmek için harcanan o muazzam özenli dakikalar yerini gülücükler hatta temelinde noktalama işaretlerine bıraktıkça, en fark edilmeyen sorun vuku bulmaktadır maalesef…

Kelimeleri yazarken içimizden seslendirirken, onlar kayboldukça mesajların da sesi duygusu silindi ne acı. Ancak bu sadece başlangıç evresi olmuştu. Artık herkes daha az arar oldu önce; yazıp kurtulmaya başladı sevgililer bile mesajla ayrılır hale geldi. Böylece yüzleşmekten ve bir kez daha düşünmek zorunda kalmaktan kurtuldular teker teker…

Küfretmek kavga etmek bile kolaylaştı mesafeler gölgesinde ve özürler azaldı çünkü telefonu kapatmak yeterli olmaya başladı.

Şimdi sizlere çok dürüst olarak cevaplamanızı rica edeceğim bir sorum var:

Kaç arkadaşınızın evini biliyorsunuz?

Normalde hepimiz haber alamazsak önce korkuyla arkadaşımızın eve giderdik ya hani. Ya da buluşmak için teker teker evlerden alırdık arkadaşlarımızı mesela… Hepimizin ailesini şahsen tanırdık mecburen ve misafirlik temel etkinlik olurdu. Misafire çıkartılan o özel değerli tabak ve çatal bıçak setleri artık yok sanırım çoğumuzda. Kafelerde yemek ve akabinde gelen kahve başrolde şu an… Ancak masada konuşulan ve paylaşım içeren diyalog süresi o kadar kısıtlı ve hatırda kalmayan boşluklar halinde. Selamlaşırken parlayan o makyaj altı öğrenilmiş çaresizlik ise ne büyük yara .

Sosyal medya ile herkes kendini yeniden yaratıp duygularının düşüncelerinin ve hayallerinin üzerini koca koca filtrelerle örterken , muazzam bir boşluğa düşüyor zaman içinde lakin bu hikayenin sadece giriş paragrafı belki de… Ekranda gördüğün arkadaşına hal hatır sormak yerine varsayımlar ve olasılıklar üzerinden ön yargı oluşturmaya başlıyor insan. “Ne de olsa bak hayatını yaşıyor ya” diye kaba saba bir kıskançlık, kimi zaman bir intiharı gözden kaçırmaya sebep oluyor ve kimse ani kayıpları anlayamıyor… “Daha dün dans ediyordu” dediğiniz o kız belki kulisini son kez görmezden gelmeye çalışmış olabilir. Oysa kimse o 1080×1080 olan karelerdeki kadar kusursuz, güzel, güçlü ve zengin değil inanın…

Sosyal ağlar ruhuna dolanıp içini boşaltıyor insanlığın, tek başına telefonsuz yolu bulamayan, telefonsuz kimsenin adresini ve telefon numarasını bilememek, paylaşım yapamazsa kaybolduğunu silindiğini zannetmek insanların zihninden…

Ve bazı bazı mutlu evlilik masallarına rastlansa da temelinde daha en başından birbiri için çaba harcamayı gerektirmediği için ilişkileri bir nebze de olsa eksik kılan o “chat” ister görüntülü ister sesli ister yazışmalı olsun, yanına gitmediğin kim için hislerin köklenebilir ki.

İnsan sosyal bir canlıdır ama birbirini görebildiği, duyabildiği ve sarılınca huzur bulabildiği için denmiştir bu ilahi emanet özgünlük.

Elleri gözleri ve burnu ile aidiyet kavramı yaratır beyin. Koku hafızası nasıl bir ayrıcalıktır oysa. Yıllarca görmediğin o kişiyi sana yeniden yansıtır beyin anında o benzer kokuyu duyunca. Veyahut işitsel ve görsel hafıza nasıl da benzerleri sana vurgular sen hiç anlamasan bile bir anda oluşan bu durumu.

Bunlar maalesef bizim en zayıf bölgemiz olmasının ötesinde bizi kendimize, yaşadıklarımıza ve hayatımızdaki insanlara ait kılar, sadık kılar ve son olarak bizi biz yaparlar… Nedenler gelişmeler ve sonlar kazılı kalır yüreklerde. Bu da yaşadık bu hayatı anlamına gelir. Maalesef sosyal medya uygulamalarının yeni trendi “anılar” eklentisinde tam olarak doyurmaz bizi. Dokunamadığımız fotoğraflarda kendi süslediğimiz için eksik kalan hissiyatları…

Bunu deneyin:

Sabah 9’da telefonu kapatıp evde bırakıp çıkın. Akşam olana dek her aramak görmek ve konuşmak istediğiniz kişiyi siz bulun gidin görün vb…

https://www.instagram.com/sincaphoca/

Exit mobile version