Önce aşağıdaki videoyu izler misin? 1 dakikalık kısa ve hızlı bir görsel giriş olsun.
Videodaki oyuncular hakkında ne düşünüyorsun? Oyunculardan biri var ki canhıraş şekilde nasıl da oynuyor, neredeyse tüm sahayı ve hatta rakip sahasını bile karşılamak için turluyor.
O kadar enteresan karşılıklar veriyor ki ‘yetenek’ olarak bahsediliyor. Haksız değil, değil mi?
Bununla beraber oyun sonunda alkışı da alıyor, rakibi de alkışlıyor, hak etti.
Etti mi?
Tekrar bak videoya lütfen.
Oyun boyunca, neredeyse başladığı andan itibaren diğer oyuncu sakin, o ise hareketli.
Çok güzel karşılıklar verdi, ancak sadece karşılıklar verdi.
Ve an geldi, karşılık vermeye yetmedi gücü, puanı kaptırdı.
Kaptırdı mı?
Diğer oyuncu domine etti resmen, o ise karşılık verdi, yönetmedi, sadece karşılık verdi.
Dolayısıyla kaptırdığı birşey yok, diğer oyuncunun aldığı bir şey var.
Bu videodaki aksiyon birçoğumuzun, çalıştığım birçok vakanın özeti gibi geldi ve uzun zaman sonra blog yazmak istedim.
Türkiye’nin bir girişimcilik çöplüğü olduğunu duymuş muydunuz?
Ekonomik ve siyasi sebeplerle her geçen gün kapanan kepenklerin bir açıklaması var. Peki ya gökgürültüleri eşliğinde kurulan, yığınla yatırım alan, resmen şov yapan ve akabinde kapanan girişimleri biliyor musunuz?
Hadi büyük oynamayalım, bakış açılarımızı darlaştıralım.Ofisine bak, pozisyonun ne olursa olsun karşında bir çalışan var, bir şey istiyorsun. Sana istediğin sunumla ilgili o kadar şık ve o kadar özenli, o kadar şovvari bir dosya getiriyor ki hayran kalıyorsun. Bu süperötesi dokümanı incelerken proje yatırım dönüş zamanı ya da gereken adam zaman maliyeti gibi basit bir şey soruyorsun ve onu işlemeyi atlamış arkadaşımız. Neden? Çünkü görsellerle çok haşır neşir olmuş, esas meseleye bakmamış. Bu arkadaş sen de olabilirsin, vaktiyle bendim mesela!
Yıllar önce bir müdürüm vardı, saha satış işleri yapıyorduk ve o kadar çok ayakta duruyordum ki ayağımdaki nasır bile yarılmıştı. Süperdim ama, sorun çözüyordum. Tepe firma yöneticileri bir keresinde haberimiz olmadan yanlış evrakları ve hatta biri de sahte evrakı bize vermişti ve kontrollerde sıkıntı çıkmıştı. Ama o kadar iyi bir arka plan oyuncusuydum ki kimse ceza almadan kurtulmuştuk. Yine o günlerde müdürümden duyduğum ise;
‘Mustafa mükemmel bir oyuncusun, senin sayende satışlar çok daha rahat, süper gol pasları veriyorsun, ama gol atmıyorsun. Bana gol atacak adam lazım!’
İmkansızları mümkün kılsam bile, başka arkadaşların satış yapmalarını sağlasam bile şirket yapılanması bireysel aksiyonları dikkate alıyordu, benim cirolarımın düşüklüğünden rahatsızdı. Klasik ekonomi gibi değil mi?
Ne kadar iyi bir şovmen olursan ol, sonuca kim varıyor?
Hadi biraz konuyu dışarı çekelim. Son durak ve yolculuk iki ayrı kavramdır, duymuşsundur belki. Bize okulda yolun sonu, ulaşılacak hedeflere odaklanmamız öğretilir, bu sırada yolculuğun keyfini, o hataları ve deneyimleri vesaire gözden kaçırırız. Hedefe ulaştığımızda ise tatmin olamayız, sebebi genelde bu.
Ama yarım kişisel gelişim çalışmaları da bize yolculuğa odaklanmayı öğütler. Nereye vardığımızın bir sebebi yok, yeter ki akalım.
Ancak henüz akış halini idrak edemediğimiz için akan tek şey yitip giden zaman olur. Üretilen bir değer olmadığı için de bir süre sonra genellikle depresif duygular gözükmeye başlar. Uzun yıllar kişisel gelişim, psikoloji gibi konularla uğraşıp depresif ve agresif tutum sergileyen arkadaşları da kaba bir genellemeye alırsak sebep böyle.
Oysa aynı kaynaklarda ayrımcılık yapılmaması öğütleniyor: sen benden ayrı değilsin, yolculuk da hedeften ayrı değil.
Aklıma eski bir hikaye geldi:
Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı. Bulduğu hiç bir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş. Ama aldığı cevaplar da ona yetmemiş.
Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş. Herkese bunu sormaya karar vermiş. Köy, kasaba, ülke dolaşmış bu arada zamanda durmuyor tabi ki. Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona: ”Şu karşı ki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar, istersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir” demişler.
Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş. Bilge sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demiş. Bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş. “Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel. Yalnız dikkat et, kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin”.
Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış:
Evet, kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı?
Adam şaşkın!
”Ama ben kaşıktan başka bir yere bakamadım ki“.
Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel, demiş bilge.
Adam tekrar bahçeye çıkmış; gördüğü güzelliklerden büyülenmiş muhteşem bir bahçedeymiş. Geri geldiğinde bilge, adama bahçenin nasıl olduğunu sorunca gördüğü güzelliklerden büyülendiğini anlatmış adam.
Bilge gülümsemiş , “ama kaşıkta hiç yağ kalmamış” demiş ve eklemiş:
“Hayat senin bakışınla anlam kazanır. Sadece bir noktayı görürsen hayatın akıp gider sen farkına varmazsın. Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın; akıp giden zamanın anlam kazanır.”
Son günlerde sık sık şov gibi hazırlanmış ancak sıkıntılar barındıran bilançolarla, yine şov yaparcasına yönetilmiş ancak krizle son bulmuş projelerle çalıştığım için sanırım, sonuca ulaşabilme konusunda biraz hassasım. Ve bu sebeplerle sakin oyuncunun puanı kaptığını değil; uygun stratejisiyle hak ettiğini düşünüyorum.
Peki sen?
Acaba tüm sahayı turluyor, üzerine ilginç ve başkasının kolay kolay oynayamayacağı bir tarzda mı oyun sergiliyorsun; yoksa sakince ve emin şekilde oyununu mu oynuyorsun ve puanını kazanıyorsun; yoksa hem keyif alabiliyor hem hedefine ulaşabiliyor musun?