Hayatım boyunca denklem çözüp durdum kendimi tamamlayacak doğru cümleyi kurmak adına. Sonra… Bilmeyi öğrendim… Yaşamanın; kendi anlamını bilmenin tek gayesi olduğunu deneyimledim…
Sonsuz yaşamın, sonlu bedenlerdeki yolculuğuna bakıp mutlak karşılama için kaç doğuma şahitlik edebileceğimi düşünürdüm. Sonra… Aşkı öğrendim… Yaşamanın; kendi sonsuzluğu içinde sınırsız sevgiyi deneyimlemeyi öğrenmek olduğunu tattım.
Şairler heybesine şiir, yüreğine sevdiğini doldurur, şiirin manasının sevgilinin adını anlatmaya bile yetmez iken, Ben sözcükler ile sevgiyi anlatmak için çırpınıp durdum ömrüm boyunca. Sonra… Kelimeleri buldum… Yaşamanın; gülümseyen gözlerinde şiiri, yaşam veren sözlerinde kendi anlamını bulduğunu fark ettim…
Kaderin zamanlama hatası yaptığını düşündürten yolculuklar yaptım çocukluğumdan beri, mutlak suretle erken başladığımı sandığım zamanlardan aşıp durdum kendime. Sonra… Amacımı buldum… Yaşamanın, sebepsiz doğumlar olmadığını, doğumuma sebep olan şeyin, varlığın olduğunu anladım…
Bütün dünya kendi yaratılışının hikayesini ararken, yaratılışın anlamını arayan insanın kendisine olan yabancılığını ruhumun derinliklerinde hissetim. Sonra… Özgürlüğü tattım. Yaşamanın, arayışların manasız olduğunu, binlerce yıldır süregelen tüm fikirlerin birbiri içinde çürüdüğünü ve sebeplerden çok sonuçların, sonuçlardan çok hislerin, hislerden çok duyguların, duygulardan çok sezgilerin ve sezgilerden çok kalbin bilgeliğinin eseri olduğunu gördüm.
Acıktım yemek yedim, susadım su içtim, uykum geldi uyudum, yükselmek istedim uçamadım, okyanusların derinliğine inmek istedim yüzemedim, dağların zirvesinde yaşamak istedim çıkamadım; yapabildiğim şeylerin bedenimle yapamadığım şeylerin bedenim ve yaratılışımla ilgili olduğunu fark ettim. Sonra… Farkındalığımı fark ettim. Yaşamanın, sadece benim değil, bütünün ortak bir oyunu olduğunu ve bu oyunda her varlığın kendi gerçekliği ile doğup, büyüyüp öldüğünü bildim.
Kitaplar okudum, öğretileri takip ettim, fikir adamları dinledim, liderleri izledim, ben benim diye bağıran guruları duydum, her birinin anlatmak istediği şeyleri bir başkasının anlattıklarıyla harmanlamayı denedim ve onları kendi benliğimde yorumladım. Sonra… Bilmemenin erdemini anladım. Yaşamanın, daha çok bilmekle, bir yere ait olmakla, bir fikre tutunmakla, bir inancın peşinden gitmekle anlamlı olmadığını öğrendim.
Gökyüzünü, suyu, toprağı, bitkileri, hayvanları tüm varlığımda duyumsadım ve insanların onlarla ilişkisindeki hoyratlığı gördüm. Sonra… Tutsaklığı yaşadım. Arzular, hırslar, bitmek tükenmek bilmeyen tüketme isteği ve aymazca yok edişin insanın cehennemi olduğunu bu cehennemden kurtulmanın da insana bakınca mümkün olmadığını deneyimledim.
Nedenler aramak istedim yarınları güzelleştirmek adına, su kirlendi ve toprak suya karıştı, gökyüzü kirlendi ve yağmur aside bulandı, bitki kirlendi ve öz zehirle harmanlandı, insanın varlığı kirlendi ve hayvanlar mutasyona uğradı. Güzellikleri gören gözlerime inen perdelerin her birinin ardında bir insan çıktı karşıma. İnsanlar kimi zaman ebeveyn oldu, kimi zaman da toplum. İyiliği anlattım içimdeki kötülüğün sevabını vermek adına. Kötülüğü anlattım, içimdeki iyiliğin günahın kefaretini vermek adına. Hep uyandım ve uyandırmak için çaldım yüreğimle aklımın kapısını. Bazen çok ses çıkardım komşum duydu bazen karşı köyün çobanı. Her ne yaparsam yapayım, kendimden kendine idi davam.
Ben biliyordum dünyaya ne yaptığımı ve dünya biliyordu ona yaptıklarımdan sonra tekrar ona döneceğimi. Bitkiler biliyordu tenimin karıştığı toprağın içinden varlığımı kendi cehenneminde misafir edeceğini ve hayvanlar hep deneyimliyordu, bedenimin onların dünyasına serpiştirilen zerresini. Yaşamanın, insanın kendi tanımlarıyla değil, toprağın tanımıyla şekillendiğini anladığında, yaptığı bütün kötülüklerin tövbesini etmek olduğunu öğrendim.