“Bir adam, çok büyük acılar içinde, bir doktora gitmiş ‘Size nasıl yardımcı olabilirim’ diye sormuş doktor.
‘Her yerim acılar içinde doktor bey’ demiş adam. ‘Ne zaman şurama dokunsam’ diye açıklamış parmağıyla kalbinin yakınında bir yere dokunarak, ‘acıyor! Ve buraya dokununca’ diye eklemiş burnuna dokunurken ‘Ayy orası da acıyor! Buraya dokununca’ demiş göbeğine dokunarak ‘deli gibi acıyor!’ Sonra da göz kapağına dokununca ‘Ayy’ diye inlemiş tekrardan. Bunun üzerine doktor adamı baştan aşağıya muayeneden geçirmiş. Sonunda ‘Bayım’ demiş. ‘Bana gösterdiğiniz yerlerde hasta olan hiçbir şey bulamadım. Sorun şu ki, siz parmağınızı kırmışsınız!’
‘Ben’ o parmaktır. ‘Ben’ nereye girse orada devamlı sorun vardır. Özdeşleşme olmadan parıldayan ‘Ben’ ise doğal zihin halimizdir. Bedenle, şartlanmış zihinle ve yaptığın iş ile özdeşleşme olduğunda, ıstırabımızın nedeni o zihin ego olur. Cahilliği ile dokunduğu her yere, kendine ve başkalarına acı verir. Ve buna mukabil, başkalarının ona acı verdiğini hayal eder.”
MOOJİ’nin hikayelerinden bir bölüm ile başlamak istedim. Nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın mutlu olamayan parmağın yani BEN’in hikayesi. Egosu ve zihni yüzünden acı çeken insanın hikayesi. Kendini bir türlü eğitemeyen bireyin sınavları haliyle birbirine benzer durur. Aklı başında olmak diye bir laf vardır duymuşsunuzdur. İşte sorun tam olarak da bu, zihin eğitilmediği sürece kimse aklı başında kalamaz. Sorunları içinde boğulup giden bir sürü danışanım oldu. Hepsi kendi inandıkları ve öğrendikleri içinde kulaç atıyor ama birçoğu hep aynı yerde, yüzdüğünü sanırken yerinde durduğunu fark ediyor. Ne zaman hastalanıyoruz, dengemizi kaybediyoruz işte o zaman aklımız başımıza geliyor. Cahilliğin dokunduğu her yer ise zihinde paslanmaya neden oluyor. Peki ne yapmıyoruz da paslanıyoruz? Okumuyoruz, araştırma ve öğrenme hevesimiz yok bu yüzden yaratıcılık yerine hırsızlık yapmayı başkalarının yarattıklarını çalmayı seçiyoruz. Şükretmeyi ve teşekkür etmeyi sürekli unutuyoruz, etrafımızda ki insanlar hep bize hizmet etmek ve sadık kalmak zorundaymış gibi sanıyoruz. Beklenti içindeyiz sürekli, her şeyden beklentili olmak oldukça egosal ve hüsran doludur. Sürekli şikayet edecek şeyler buluyor zihin çünkü kendini yenilemiyor, bildiği düdüğü üflemeyi, kısır döngülerini seviyor. Huzuru hiç kaçmasın istiyor, oldukça lüks manevi değerleri aynalama yapmadan hep istiyor, hep ver, ver, ver diyor. Farkındalık dediğimiz olgu ise sadece kelimede kalıyor, eylemsel olarak içine girilmek ve anda olmak çoğunun hoşuna hiç gitmiyor. Gözler yeni bir şeyleri göremiyor, hep aynı algı frekansında, kulaklar ise sadece kendi zihninin sesi ile dolu. Şüpheci, karamsar, ego dolu, tüketim eğilimli, yok edici. Olumlu ya da pozitif olmayı sadece kendi çıkarlarında egosunu okşamak için var ediyor, diğer zamanlarda hep negatif, hep olumsuz hep eleştiren ve yargılayan, mızmızlanan, şüphe dolu, güvensiz olmayı farkındalık sanıyor çünkü beynini geliştirmiyor. Hep tembel olan zihin, başı boş bırakılmış bir çocuk gibidir. Onu öyle ya da böyle yeni şeyler öğrenmeye, egonuzla ikna etmek zorundasınızdır. Bu süreci kaçırırsanız, zihin kendi alıştığı analiz yöntemine devam eder. Paranoyalar sevgisizliği ve güven kaybını yükler bu diğer canlılara da sirayet eder. Arıları sokmasın egosu ile öldüren birini ya da yine kendi egosunu tatmin etmek için aldığı hayvanı mundar edip, sokaklara, doğaya bırakanlar için oldukça geçerli. Son birkaç yıldır Alzheimer adında bir hastalığın adı sıklıkla duyulur oldu. Yapılan araştırmalarda bu hastalığın son iki yıldır her 10 kişiden altısında görülmeye başladığı açıklandı, makaleler yazıldı, doktorlar neler yapılması gerektiğini hatırlattı. Bulmaca çözmekten tutunda, beyin egzersizlerinin neler olduğu bile yazıldı çizildi, kim okudu, okuyanlar nereye gitti? Neden hastalığın seyri giderek artıyor? Bize dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın diyenler giderek çoğaldı. Sistemin içinde sistemsiz olduk, değil an’da kalmak, farkındalıklı olmak bile eğitilir, sertifikalanır oldu. Özümüze dönebilmek, kim olduğumuzu anımsamak için spiritüel alanlara koştuk, yoga yaptık, reiki aldık, astrolog olduk ama hala olmadı. Onu da tüketim egomuz da patlattık, içimize sindiremeden sırf asana yapmış olmak için salonlara, eğitmenlere koştuk.
Zihin boş bırakılınca, cahillik parlar, cahillik trend yaratır sonra o trend, içi beton salonlarda terapi adını alır.
Değişim süreçlerini deneyimlerken, yaşadığımız büyük korku, acı, ayrılık gibi tokat gibi suratımızda patlayan durumlar ya da olaylar farkındalık merkezimizi bir anda açar. Duyduğumuz büyük acı ya da keder bizi başka bir yaşamın olduğu gerçekliğine kavuşturur. Hayatın boş ve manasız olduğunu bir anda kavrarız, bir anda sevdiklerimizin gerçek değerlerini anımsarız, ego gölgesini üzerimizden çekmiştir artık. Yanımızda duran insanlara bakarız yeniden. Yaşadığımız değişimin büyüklüğü farklı algılatır bize her şeyi. İnsanın kendi çaresizliği içinde boğulup gitmesi bir girdaba kapılmak gibidir. Karanlık, hep aynı, ürkütücü, saf olmayan yutan bir enerji.
Evrenin tüm titreşimini bir arının kanadında hissetmek de çaresizliğimizi yutan bir değerdir, o minicik ama dev gibi yükselen frekansları ile Çiçek aşıkları arılar. Belki de artık bir arı gördüğümüzde ondan korkup onu öldürmek yerine sadece o canlının bu evrende ne işi olduğunu hatırlatmak gerekir kendimize. O kafanızda uçup dururken, onunla ilgili ilk okuduğunuz yazıyı aklınıza getirdiniz mi hiç? Onunda bir canlı olduğunu, tıpkı bizim gibi olduğunu anımsamak…
Nazik ve nüanslı olmasına rağmen, çiçek esansları inanılmaz derecede güçlüdür- kendi ruhani merkezlerimizle yeniden bir araya gelmemize ve zihinleri, kalbi, bedeni ve ruhu mistisizme, bütünlüğe ve şifaya açmak için portalları açmamıza yardım eder. Bu portallar algı kapılarıdır. İşitme, görme, tat alma, dokunma, hissetme üzerine çalışır. Çiçek sinerjisi devreye girer. Onlar yol gösterici kılavuzlardır, evrende ki üç saf enerjiden biridirler. Çocuklar, Yıldızlar ve Çiçekler gibi. Tıpkı Mevlana’nın söylediği gibi, İbn-i Sina’nın yazdığı gibi. Zihnimizin eğitiminin kılavuzluğunu çiçek titreşimlerinde bulabiliriz. Eterik bedenimizin (enerji bedeni) çakra enerji alanlarını artık duymayanımız kalmamıştır sanırım. Çakra enerji frekansları ile çiçeklerin frekansları ile eş değer titreşir. Bakteriyolog ve homeopat olan E.Bach 38 çiçek sisteminde bunun bilimsel varlığını ve ispatını ilk şekillendiren kişi olmuştur.
Her şeyin bir titreşim frekansı vardır ve her titreşim frekansı kökenine özgüdür. Çiçekler, kristaller, kuşlar, balinalar, insanlar, gezegenler, melekler, hepsi kendi özel titreşim frekansına sahiptir. Ruhsal, duygusal ve fiziksel hastalıklar aynı zamanda benzersiz bir titreşim imzasına sahiptir ve çiçek özlerinde, insan durumunun her nüansının titreşim frekansına uyan sempatik bir rezonans vardır. Kişinin hayatını ve aynı zamanda kişinin hedeflerini ve hayallerini takip etme ve sürdürme cesareti, gücü ve bağlılığı için netlik kazandırmaya yardımcı olabilir. Daha yüksek bir sezgi, benlik saygısı, yaratıcılık ve eğlence düzeyi geliştirmeye yardımcı olurlar. Örneğin, Hornbeam, ruhu canlandırarak ve zihinsel canlılığı geliştirerek gün boyunca güçlenecek güce sahip olmayanlara yardımcı olacaktır. Özler ne kadar çok kullanılırsa, kişinin yaşamında daha fazla farkındalık ve esenlik yaşanması daha olasıdır.
Bu özlerin etkisi, kişinin kendi yüksek benliğinin bilgeliğine erişmesini sağlaması bakımından meditasyona benzerdir. Bu, bilinçaltı zihninde tutulan olumsuz inançları açığa çıkarır ve sevgi, neşe, inanç, cesaret, varlıklarını sel gibi yüksek benliğin pozitif erdemlerine izin verir. Bu olduğunda, olumsuz inançlar ve düşünceler çözülür, denge geri yüklenir ve gerçek iyileşme gerçekleşir. Altta yatan duygusal dengesizlik fark edildikten ve doğru öz (ler) atıldıktan sonra, beden, aura ve çevre alanlarından herhangi bir duygusal kargaşa ve düşman dalga formlarını temizlemek mümkün olur. Nihayetinde her psikoloji durumu, karşılık gelen bir fizyolojiye sahiptir: sağlıklı bir zihin, sağlıklı bir beden ortaya çıkarır.
Özlerin verildiği yol, dilin altına veya meyve suyu veya suya damla koymaktır. Alternatif olarak, akupunktur bölgelerine uygulanabilirler. Çiçek esansları güvenli, toksik değildir ve geleneksel reçeteli ilaçlarla çelişmez ve hayvanlar ve çocuklar için de güvenlidir.
“Bu güzel bitki Agrimony çiçeği, güneş sarısı, kiliseye benzer sivri çan gibi çiçekleri vardır. Tüm anlayış ve huzuru size o kazandıracak yeniden…”
Edward Bach