Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Asiye Nasıl Belle de Jour Olamadı

Fransız yazar Joseph Kessel’in 1928 yılında yazdığı aynı isimli romanından, Yönetmen Luis Bunuel’in, Jean-Claude Carrière ile birlikte uyarlayıp yazdıkları, başrolünü Catherine Deneuve’ın oynadığı  “Gündüz Güzeli” (Belle de Jour) filmi; Vasıf Öngören’in, 1969 yılında yazdığı “Asiye Nasıl Kurtulur” tiyatro oyunu ile birlikte, “kadının metalaşması, sistem, aşk, insanlık dramı, toplumsal ahlak” konularında paralellik taşır.Vasıf Öngören, “Asiye Nasıl Kurtulur”  tiyatro oyununda Asiye karakterine: “Kolay değil her gelene yar olmak/ Vazgeçmek sevgiden aşktan/ Mal olmak/ Belki mümkün şu dünyadan toz olmak/ Ama elde değil bayan, yok olmak/ Adı ne olursa olsun/ Yaşamaya mecbursun…” sözlerini söyletmesi, ataerkil toplumda kadının var olabilmesi ile beden/ruh sömürüsü arasındaki o koparılması olanaksız bağın sanatsal isyanıdır. Bedenini satarak yaşayabilmek ile aç kalıp ölmek arasında bir çıkmaza giren Asiye, yaşamları sadece bu iki tercih arasına sıkıştırılmış birçok kadının da simgeleşmiş halidir.

Kaza sonucu ölen bir inşaat işçisinin karısı olan Zehra, kocasının ölümünden sonra kızı Asiye ile yalnız kalmıştır, hayata tutunmaya çalışırken, çevre ve şartları onu hayat kadını yapmıştır. Asiye ise annesinin yaşadığı hayatın aksine bir hayat sürdürmekte, eğitimine devam etmektedir. Asiye, sevdiği gençle nişanlanacağı gün, annesinin dostu tarafından tanınınca hayatı yön değiştirir ve annesinin sürdürdüğü hayatın kapısına doğru sürüklenir. O kapıdan girmemek için çabalar ama başaramaz ve kendisini bu “et- maddeci” düzenin kucağında bulur.

Oyunun alt metni insanı “toplumsal hayvan” olarak tanımlamaktadır. Toplum, insanı, yaşama olanağını sisteme ayak uydurmakla sağlayan, toplumsal koşullara uyduğu sürece de yaşamını devam ettirebilen bir varlık olarak kabul eder. Toplumun yasaları ona başka bir tercih hakkı sunmamaktadır. Ya bu düzenin işleyen çarklarına hizmet edeceksin ya da yaşama olanağın kalmayacaktır. Oyunda fabrika sahibi olan Amca,  Asiye’ye fena halde aşık fabrika müdürü yeğenine, işleyen düzene ilişkin şu aktarımda bulunur: “Duyguları ile hareket eden birisi, bir fabrikayı yönetemez. Unutma, senin için bir tek hedef vardır. Sadece bir tek. Kar!” Sistemin dayattığı kar–çıkar düzeneği, herkesin bu anlayış üzerine biçimlendirilmesini koşullar. Toplumsal ahlak da insani sorumluluklar değil, çıkar ilişkileri üzerine inşa edilir. Bu düzen, özellikle ataerkil toplumlarda kadının bir değer olarak metaya dönüşmesini sağlar.

Sanatın tüm dallarında seçilen konu önemlidir. Ama belirleyici olan getirilen yaklaşım ve özgünlüktür. “Gündüz Güzeli” (Belle de Jour) sadece gündüzleri açan bir tür zambak çiçeğinin Fransızca adıdır. Filmde burjuva sınıfından evli, güzel bir kadının öğleden sonralarını lüks bir genelevde fahişe olarak geçirmesi konu edilmektedir. Birçok filminde olduğu gibi Bunuel, “Gündüz Güzeli”nde de burjuva ahlakını acımasızca eleştirir.

Séverine Serizy (Catherine Deneuve), Paris ‘te yaşayan görünürde mutlu bir evliliği olan, her şeye sahip, güzel bir kadındır. Séverine, doktor olan kocası Pierre (Jean Sorel)’e karşı cinsellik anlamında bir şey hissetmemektedir. Ancak, bu soğuk sarışının ruhunda karanlık fırtınalar kopmaktadır. Günün birinde kendisinde gözü de olan aile dostları Henri Husson (Michel Piccoli)’dan seçkin bir randevu evinin adresini alır ve öğleden sonraları bu lüks genelevde bedenini satmaya başlar. Buradaki yeni adı “Gündüz Güzeli”dir. Şehvet düşkünü Séverine randevu evine devam ettikçe kocasına daha çok bağlanır, aynı zamanda genelevdeki hayatını da garip bir şekilde kabullenir. Séverine Serizy burada mazoşist cinsel fantezilerini keşfedip özgürce yaşamaktadır. Bu ikili yaşam tarzı randevu evinin müdavimlerinden serseri bir gangster olan psikopat Marcel (Pierre Clémenti)’in kendisine aşık olması ve hayatının tüm anlarına girmeye çalışması ile alt üst olur.

İlham aldığı romanın ötesine geçen film, psikolojik derinliği, gerçeküstü boyuta çıkan sahneleri ile yıllardır akıllarda kaldı.Gündüz Güzeli ve Asiye Nasıl Kurtulur ile ilgili karakterler açısından bir bağlantı düşünecek olursak; her ikiside ana karakter olmalarına rağmen, Séverine Serizy- Asiye benzerliği olmayacaktır bu. Séverine Serizy karakterine Asiye Nasıl Kurtulur’da benzerlik gösteren karakter, “Fuhuşla Mücadele Derneği Genel Başkanı” Seniye Gümüşçü’dür. Seniye Gümüşçü, Asiye’nin nasıl kurtulması gerektiği konusunda çözümler ileri sürmesine rağmen her seferinde hüsrana uğrar. Asiye’yi fuhuşa sürüklenmekten kurtarmak ve ‘namuslu’(!) bir yaşantıya kavuşturmak için Anlatıcı’nın da yardımıyla ona çizdiği yollar hep bir çıkmaza ulaşır.

“Fuhuşla Mücadele Derneği Genel Başkanı” Seniye Gümüşçü kimdir? Sermayenin baş aktörlerinden bir eşe sahip olup, toplumsal düzende üretime hiçbir katkısı olmayan bu kadın, yaşamı boyunca çalışmayı hiç düşünmemiştir. Sınıfsal açıdan üstün ve ayrıcalıklı olduğu inancındadır. Bu anlamda “doğru” yaşamanın ne olduğu konusunda hiç şüphesi yoktur ve insanların yaşamlarına müdahale etme, yargılama hakkını kendinde bulur. Üst-orta sınıftan bir kadın olarak toplumun alt katmanındaki kadınlara karsı üstünlüğünü onaylayan bir uğraşa sahiptir: “Fuhuşla Mücadele Derneği” başkanıdır. Seniye, topluma yararlı (!) bir is yaparak, fahişelikle geçinen kadınların evlenip “namuslu” yasamalarına yardım etmektedir. Çünkü onların durumuna üzülmektedir. Onun “üzülme, acıma” duygusunun ardında, “kadınların ‘, evde kalmış kız, orospu’ olarak cinsellikleriyle tanımlandığı, çoğunluğun toplumsal yaşamını sürdürmek için erkeklere bağımlı oldukları, kendi yaşamlarını erkeklerin onlardan en çok istediği metanın değiş tokuşu karşılığında güvenceye aldıklarını hatırlatan” bir ayrımcılık düşüncesi gizlidir.Paris’te kocasıyla aynı üniversite eğitimini aldığı halde para getirmeyen bu yüzden de daha az değerli kabul edilen bir isle uğraşmayı, kocasının konumu, işi ve parasıyla var olmayı ve kadın olarak ikincilliğini normal bir durum sayarak, sorgulamadan yasayan Seniye, statükonun toplumda kadın erkek ilişkileri, alt-üst sınıf ilişkileri açısından öngördüğü, yücelttiği ve meşru kıldığı rolünü inanarak yerine getirir.

Konuşma biçimi, seçtiği sözcükler, kurduğu cümleler ve yaşama bakışı tutucu, kalıplaşmış söylemlerden oluşur. Kendine özgün tek bir cümle kuramaz. Yaşam pratiğinden uzak soyut bir “namus” ve “zavallı yoksul kadınlar” imgesinden yola çıkarak fahişeliği ve yoksulluğu değerlendirir, kadınlara acır, yargılar, onların adına karar verir, onları sözde ‘doğru, erdemli, namuslu, zengin’ bir hayata yönlendirir ve kadınları ‘kötü yol’dan kurtaran bir ‘kurtarıcı’(!) rolünü üstlenir.

On dört yıldır Fuhuşla Mücadele Derneği Başkanlığı yaptığını öğrendiğimiz Seniye Gümüşçü’nün, fuhuşa ilgisinin nasıl başladığını anlattığı “Birinci Konuşma bölümü” bize onun gözünden kalıplaşmış bir kadın fantezisini aktarır ve onun hem sınıfsal konumunu, hem de ataerkiyi nasıl içselleştirmiş olduğunun ipuçlarını verir:

Anlatıcı: “… Söyler misiniz Hanımefendi, nereden uyandı (Fuhuş ve hayat kadınlarına karşı)bu ilgi size?”

Seniye:

“Genel olarak kadınlar bu konulara karşı meraklı olurlar… Niye şaşırdınız? Bu merak sandığınızdan da fazladır. Bugün bir çok kadın ve genç kız, genelevlere telefon edip, bu zavallı kadınlarla konuşmaya çalışırlar. (…) Benim ilgim nasıl başladı onu anlatayım size: Kocamla birlikte Paris’te üniversite öğrencisiydik. (…) Bir akşam (bizi ziyarete gelen bekar) arkadaşımızı alıp Pigal’e gittik. Pigal’de köşe başlarında satılık kadınlar bekleşir.. Bizim arkadaş, içkiyi de fazla kaçırmıştı, ille de bana bir kadın bulun diye tutturdu. (…) Kocam mecbur oldu, kadınlardan birine yaklaşıp fiyatını sordu. (…) Kadın kocama, yarı mahzun yarı kızgın baktı, sonra “Yanınızda yüz franklık kadın var mösyö” dedi, “Bizimle alay etmeye hakkınız yok” (…) Hayatımın en büyük komplimanıdır, bu.”

Fransız fahişe ve Asiye’yi, sistemin bedensel sömürüsün dışında tutarak, Seniye Gümüşçü ve Séverine Serizy misyonu; Mezopotamya’nın bilinen ilk büyük uygarlığı Sümer kültürü/felsefesi ile değerlendirilebilir ancak.  Sümer toplumunda fuhuşun, “Göğün Fahişesi” şeklinde de adlandırılan Aşk ve Savaş Tanrıçası Inanna” ya adanan ve “Cennet Evleri” denilen tapınaklarda başladığı öne sürülmektedir.Tarihin ilk bilinen tarihçisi Herodot’a göre, Inanna aynı zamanda bereket tanrıçası olduğu için bu tapınakların büyük bölümü Fırat ve Dicle nehirleri arasında bulunmaktadır. Bu tapınaklarda barınan ve tanrıçaya hizmet eden fahişeler aynı zamanda Inanna rahibeleriydi. Inanna’nın hizmetkarlarının ziyaretçileri ise genellikle çiftçilerdi. Çiftçiler rahibelerle belli bir bedel karşılığında, rahibelerin kutsal bedenlerinin sahip olduğu güçle Inanna’yla doğrudan iletişime geçerek onun bereketinden faydalanmak istiyorlardı. Yani para karşılığı rahibelerle sevişiyorlardı. Zamanla tapınaklar doğum, doğum kontrol ve cinsellikle ilgili önemli eğitim merkezlerine dönüştü. Rahibeler cinsellikle ilgili uzman hemşire ve seks terapisti işlevi görüyordu. Bunun yanında hasat ve ekim zamanları, tanrıçanın bereketini kutsamak için kralların baş rahibelerle seviştiği ritüeller de düzenleniyordu. Bir anlamda örgütlenmiş cinsellik toplumsal hayatın her yerindeydi ve toplum düzenini sağlamanın faydalı bir aracıydı. Antik Ortadoğu kültüründe fahişeliğin ve fuhuşun, toplumsal hayatta çok önemli düzen kurucu/koruyucu bir yeri olduğu söylenebilir.

Seniye Gümüşçü’ye “Yanınızda yüz franklık kadın var mösyö. Bizimle alay etmeye hakkınız yok” diyen Fransız kadın, Asiye karakterinin ta kendisidir. Seniye Gümüşçü ise Séverine Serizy kadar cesur olmamasına rağmen, düşünce ve fantezileri onunla aynı yolda yürümektedir. Üst-orta sınıftan bir kadın olarak toplumun alt katmanındaki kadınların, yaşamak için etlerini satmaları örneği, Seniye Gümüşçü’nün ve Séverine Serizy’nin içerisinde bulundukları yapay dünyadan kaçabilecekleri karanlık bir gerçekliktir. Fransız fahişenin Seniye Gümüşçü’ye yanıtını bu yüzden üst sınıfa atılan bir tokat olarak değerlendirmek gerekiyor sanırım. Sistemin sömürüsüne karşı haklı, tarihsel felsefeye göre yanlış bir tokattır.  Sistem, toplumsal ahlakı insani sorumluluklar  üzerine değil, çıkar ilişkileri üzerine inşa ettiğinden, güçlünün güçsüzü sömürmesini en doğal hak olarak tanımaktadır. Bu sömürü düzeninde duygu, sevgi, aşk ikinci planda bile kalmamaktadır; kadın bedenine yaklaşım da sistemin yasalarına göredir. Sümer kültüründeki “Aşk ve Savaş Tanrıçası Inanna”nın günümüzdeki elçileri, Seniye Gümüşçü ve Séverine Serizy de sistemin üst tabakasından olduklarından dolayı, felsefi açıdan değerlendirilememektedir. Üst tabakanın “çamura bulaşma algısı”, sömürünün metalaştırdığı alt kültürün insanları üzerinde dramatik bir tatmin duygusu yaratmaktadır sadece.

Kültür Sanat: Bayram SARI

Exit mobile version