En çok ağlayanlar, en fazla istismar edenler olup çıkıyordu. Ve adalet haklı olup ağlamayanları mahkum ediyordu.
Elinizde bağışlayacağınız beş liranız olsa, dimdik durup dilenen birine mi verirdiniz yoksa ağlayıp bir kenarda oturana kişiye mi? Hayata ilk adım attığında insan, diğer varlıklar gibi ayaklarının üzerinde duramaz, tamamen muhtaçtır. Hayvanların ilk yaptığı şey yürümek ve ayağa kalkmak iken, insan kendi sürecini tamamlayana kadar bağımlı bir yaşam sürer. Yürüyemez, konuşmaz, isteyemez. Yapabildiği ve başarabildiği tek şey, ağlamaktır.
Anne karnında iken sürekli beslenen ve ihtiyaçları kendiliğinden görülen insan, doğumdan sonra bu hakkını yitirir. Artık ihtiyacı olan şey önüne gelmez, onu istemek ve talep etmek zorunda kalır. Hayatının bundan sonraki tüm evrelerinde de ihtiyacı olan şeyi elde etmek için çaba harcar. Çoğu insanın, yaşamın ağırlığında yorulup, ana rahmine dönme isteği bundandır.
Bir başka dönüş ise ölümü seçmektir ki orada da bir başka rahme dönüş vardır ve talep etmekten, istemekten, çaba harcamaktan yorulan insanın, kendi içsel gözyaşlarına boğulması sonrasında aldığı karar ile bunu seçer ve yaşamak hakkından vazgeçer.
İnsan en çok; ayrılıklarda, ölümlerde ve canı yandığında ağlar. Zaten ilk gözyaşı ve ağlamakta en büyük ayrılıkta olmamış mıydı? Yani doğumda…
Ağlamayı kendi menfaatleri için kullanmayı öğrenen insan, yaşamın her alanında bunu hayata geçirir. Öyle ya ağlamayana meme yoktu ve en çok ağlayan en mağdur idi. Bunu kendi doğumunda kayıt olarak alan insan, karşılaştığı her gözyaşı dökeni, mağdur ve acınası görür. Ağlamayı zayıflık olarak görenler bile kendi içlerinde çokça ağladığı için, gözyaşları tüm dünyanın en tehlikeli ve fark edilmeyen silahı olarak insanları kullanmaya devam eder.
Çocuklar, istediklerini almadığınızda ağlar. Hatta bazen öyle bir yerde ve öyle şiddetli ağlarlar ki diğer tüm ağlayanları kendisine çeker ve siz kendinizi bütün bu mağdur edilmiş insanlar arasında kötü hissedersiniz. Çünkü ağlayan çocuğu gören herkes sizi acımasız olarak tanımlıyor. Fark ettiniz mi çizgideki keskinliği, siz de böyle bir sahnede diğer insanları aynı şekilde görüyor acımasız olarak tanımlıyorsunuz ve döngüye aynı şekilde hizmet ediyorsunuz.
Ağlayanların imparatorluğunda kim en güçlü, içine atıp gülümseyen mi? Sular seller gibi gözyaşı döken mi?
Ağlamak, varlığın kendisini acınası bir hale sokmasına eşdeğer bir eylem olunca, bu davranış bilincin bütününde hayvanlara da sirayet ediyor. Özellikle insanlar ile yakın yaşayan hayvanlarda bu bariz şekilde belli oluyor. Yemek için kendisini acındırma, ağlama ve çığlık atma artık hayvanlarında insanlaşan kimliklerinin bir kaydı haline döndü. Hayatın her alanına, ağlama duvarları örüp, oraya da medet uman varlıkları yerleştiriyoruz.
Kendimizleştiriyoruz mahlukatı. İçimizin bizden olmayan yanlarını onlara da dayatıyoruz, en çok bağırana en fazla yemeği/yemi veriyoruz. Her verilen yemek, her gözyaşı sonrasında verilen sadaka, her ağlamanın ardından ağlayana verilen ödüller sonrasında, nasıl bekleriz ki insanların büyümesini, kendi benliğini bulmasını, gerçekliğini idrak etmesini. Ağladıkça tahsil edilen her ödeme, büyümenin önündeki en büyük engeldir. Özgürlük için, sorumluluk almayı ve büyüdüğünü fark etmesini öğretmek gerekiyor insana. Ve Özgürlük kendisinden vermeye başlayınca dalga dalga yayılmaya başlar. Kendi hayatının sorumluluğunu alan her birey, almanın tutsaklığından, vermenin özgürlüğüne erişir. Her canlı kendi özgürlüğünü yaşamak için doğaya katılır ve kabına konulacak mamanın çokluğuna değil, iç güdülerinin ona getireceği yiyeceğe koşar.
Büyümek, emek vererek doymaktan geçiyor. Büyümek, çalışarak çoğalmaktan geçiyor. Büyümek, farkında olarak öğrenmekten geçiyor. Büyümek, sahibinin vereceği yemi/mamayı beklemeden, bunun için çığlıklar atmadan, yumruğunu masaya vurarak almaktan geçer.
Büyümek, en çokta kendine had bildirip, acizlikten kurtarmaktan geçer. Gözyaşları ile karnını doyurmak en kolayıdır. Erdemli olan, gülümseyerek ve koşarak, dalından meyveyi koparmaktan ve onu paylaşmaktan geçer…
Bu serinin diğer yazıları.
İnsanın Yolculuğu 1 – Anne ve Baba Kimliği