“Kafamın içinde gaz var sanki,” dedi Emine (Emine bizim buraların köy soylu kadını). Uzun ve boş bakmış olmalıyım yüzüne çünkü beynimin içinde karşılığını aradım bu tümcenin ama bulamadım. Öyle ya, karında olurdu gaz, kafanın içinde işi ne? Birkaç gün geçti aradan ben tam o havaya girdim. Kafamın içinde gaz vardı! Sislenmişti her şey, düşüncelerimi tutamıyordum. Konuşuyordu birileri ama anlamıyordum. Ne olmuştu bana?
“Bilmedik aş, ya karın ağrıtır ya baş,” demiş eskiler. Yediklerimi düşündüm, düşünmesine de, dışının alacası başka, içinin alacası başka şimdiki yiyeceklerin. Ya tohumu bozuk ya yatağı. Laboratuvar mı kuracağız mutfağın bir orta yerinde ya da içini görecek bir cihaz otun, etin, sütün.
Var aslında bir laboratuvar. Şah damarımızdan daha yakın, yüreğimizde. Aldığımız her nefeste, dışarıdaki ortamı içeri taşıyan, kalpten geçiren bir sistem var. Yediğimiz her lokmayı sindiren bir sıvı var ki kana dönüşen ve dakikada en az altmış kere pompalanarak kalbimizden geçen. Her şeyi test eden, içimize sindiren ya da sindirmeyen bir sistem. Halden hale geçiyor sıvılar, tıpkı imbikten geçer gibi damıtıla damıtıla. Hormonlarımız var, omurilik sıvımız var, beynimiz de bu sıvının içinde yüzüyor. Yürek hepsini biliyor. Tohumun bozuğunu, havanın asidini, hayvan gübresinin içindeki GDO’lu darının acısını. Çırpınıyor anlatmak için ama duymuyoruz işte. Yaptığımız laboratuvarlara, teknolojiye inandığımız kadar beden denen sisteme inanmıyor, güvenmiyoruz.
Bu sistemde bir şey arıza yaratmış olmalı ki kafamda gaz yaptı. Duymam gerekeni öncesinde duyamadığıma hayıflandım. Demek ki dışardaki seslere takılmış, içimi dinlemeyi atlamışım. Derin bir nefes aldım, şükranla. Kaz dağının oksijenini çektim içime. Ve sonra nefesimi bıraktım. Döngü düştü aklıma.
Bitkiler güneşten aldıkları enerjiyi, bizden aldıkları karbondioksit ile fotosentez sürecinde birleştirip, bizi ayakta tutan karbonhidrat ile oksijeni veriyorlar geri.
Bitkilerden aldığımız karbonhidratı oksijen ile yakarak, metabolizmayı çalıştıran enerjiyi sağlıyoruz. Güneş enerjisi ile çalışıyor yani bedenimiz. Tarım, insanın güneş enerjisi hasatıdır, diyebiliriz özetle. Ve karşılığında biz onlara ihtiyaç duydukları karbon dioksiti veriyoruz. Tam bir döngü.
Yediği bozuk olunca bedenin ürettiği düşüncenin yapısı da bozuluyor. Hırs, nefret, düşmanlık, saldırganlık, depresyon ve nicesi. Yaratıcılık sönüyor, kopyala yapıştır yaşamlar başlıyor. Bu insanlardan enerji alamıyorsunuz. Beslenemiyorsunuz. Yüreğiniz daralıyor yetmiyor işte, beynimiz gaz yapıyor.
Sağlıklı bir beden için, sağlıklı bir sevda, sağlıklı bir beyin, sağlıklı yaratıcılık için yediğimiz, içtiğimizin temiz olması, dengeli olması lazım… Buralar mega kentler gibi değil. Daha bir biliyoruz ne yediğimizi, ne içtiğimizi. Peki niye gaz yaptı beynim? Her yer mi bozuldu? Hala umut var içimde. Yüreğimde.
Sanki insanı yok etme projesi yürütülüyor bir sistem dahilinde. Olabildiğince ayakta kalmalıyız. Bizler, sevda taşıyan yürekler ve yaratıcı beyinler olarak yarınların güzel tohumlarını barındıran bedenlerimizi iyi korumalıyız. Misyonumuz bu olmalı. Elinize aldığınız her lokmayı yavaşça çiğneyerek, yüreğinize sorun, “Beynime gaz yapar mı?”