Varlığın sahibi zihin ve oluşun sahibi beden. İkisi de kendi arzuları için yaşar ve isteklerini dayatır insana. Beden ve zihin bunu kendi bilinci ile yapar, açlık, susamışlık, sevgi, tatlı, uyku, yemek ister. Ruhun hiçbir şeye ihtiyacı yok diyebiliriz ama o da bedenin ve zihnin hikayesindeki kaynaklar ile beslenir. Beden arzularını tatmin etmek ister. Zihin ise; arzuları doyurmak için seçimler yapar. Bedenin açlığı için düşünce kalıpları devreye girer ve hem mutluluğu hem de doyumu sağlamak için güzel bir yemek arar… Zihin ve beden bir olur bu tatmini gerçekleştirmek için harekete geçer.
Çoğunlukla zihin ve beden ortak hareketinde yapılan eylemlerde içsel bir engel koymaya çalışır ruh, fakat baskın olan zihnin denetiminde olan salgı bezlerinin salgıladığı hormonlar yapmayı düşündüğü şeyi yapar. Zihin ve beden, ruhun zorbası ve celladıdır aslında.
Şöyle düşünün; tatlı yememesi gereken birinin tatlı yemesi, alkol almaması gereken birinin alkol alması, kumar oynamaması gereken birinin kumar oynaması gibi… İnsan çocuğu içsel olarak yapacağı şeyin doğru olmadığını biliyor ama zihnin hükümdarlığında bu bilme hali yetersiz kalıyor. Sonrası da vicdan azabı, suçluluk duygusu ve kendine karşı öfke patlamaları.
Ruh, zihin ve bedenin bu ortaklığı karşısında çoğunlukla yalnızdır. Onun ihtiyacı, dünyasal arzulara ya da geçici hazlara değil, varlığın derin anlamına ulaşmaktır. Ancak zihin ve beden sürekli tatmin peşinde koşarken, ruh arka planda kaybolur. İşte bu noktada insanın içsel çatışması başlar. Ruh, doğru olanı bilmesine rağmen, zihin ve bedenin hükümranlığı altında çoğu zaman ya sessiz kalır ya da çığlığını duyuramaz içine düştüğü bedenin sahibine. Zihnin ürettiği düşünceler ve bedenin tatmin arayışları o kadar güçlüdür ki, ruhun sessiz fısıltıları çoğu zaman duyulmaz.
Zihin ve beden, ruhu baskı altına aldıkça insan kendini daha çok hazlara ve geçici doyumlara teslim eder. Fakat bu teslimiyet, sadece anlık bir rahatlama sunar; derin bir huzur ya da kalıcı bir tatmin getirmez. Tatlı bir yemekten sonra gelen suçluluk, yanlış bir seçimin ardından hissedilen vicdan azabı, ruhun dile getiremediği çığlıklarıdır aslında. Zihin ve beden, sürekli yeni arzular ürettikçe insan bu kısır döngüye daha da saplanır.
Ancak ruh, hiçbir zaman tamamen yenilmez. O, varlığın özüdür ve insanı sürekli olarak derin bir farkındalığa, içsel bir aydınlanmaya çağırır. Bazen sessiz bir an, bazen doğada geçirilen bir zaman, bazen de zorlayıcı bir deneyim bu çağrıyı daha güçlü hale getirebilir. Ruhun tek arzusu, insanın bu çağrıyı duyması ve zihin ile bedenin ötesine geçerek gerçek özgürlüğe ulaşmasıdır.
Zihin ve bedenin taleplerine boyun eğmek, insanı bir süreliğine tatmin edebilir, fakat bu geçici tatminler kalıcı bir huzur getirmez. Ruh, daima derinlerde bir yerde bu huzuru arar, insanı kendine dönmeye, kendi özüne bakmaya çağırır. Ve belki de insanın en büyük sınavı, bu çağrıyı duymak ve zihin ile bedenin arzularına karşı ruhun rehberliğine teslim olabilmektir.
Sonuç olarak insan çocuğuna ne dememiz gerekiyor. Ruhun bilgeliğini, zihnin ve bedenin dünyevi hazlarından ve hapishanesinden nasıl özgürleştirebiliriz. Bir fikriniz var mı? Bence ruhun bilgeliğini, zihnin ve bedenin dünyevi hazlarından ve kısıtlamalarından özgürleştirmek, basit bir reçeteyle çözülebilecek bir şey değil; bu, daha derin bir farkındalık ve yaşam tarzı değişikliği gerektiren uzun soluklu bir yolculuk. Meditasyon ya da ibadet bir yol olabilir, ama herkesin peşinden koştuğu klişe bir çözüm gibi görünüyor ve başarı oranı da pek iyi değil gibi, ne dersiniz? Bunun yerine, içsel dengeyi sağlamak ve ruhun sesini duymak için daha kapsamlı bir yaklaşım olabilir mi? Düşünüyorum
Bilinçli seçimler yapmak, bir çözüm olabilir mi? Zihnin ve bedenin anlık arzularına karşı daha bilinçli ve sorumlu kararlar almak, ruhun özgürleşmesi için ilk adım olabilir. Kişi, otomatik tepkiler vermek yerine, durup kendine “Bu davranış gerçekten bana hizmet ediyor mu?” diye sormaya başlamalı. Bu farkındalık, ruhun sesini daha net duymamıza yardımcı olabilir.
Peki anlamlı ilişkiler kurmak ve sürdürülebilir bir yolculuğa çıkmak bir seçenek midir? Ruh, derin bağlar kurarak beslenir. Bu nedenle, yüzeysel ve geçici hazlar yerine, anlamlı ve derinlemesine ilişkiler geliştirmek ruhu güçlendirebilir. İnsan, içten bir sohbet ya da samimi bir dostlukla, zihnin ve bedenin yüzeysel arzularının ötesine geçebilir.
Bir amaç bulmak ve hizmet etmek bizi kısır döngüden çıkartabilir mi? Birey, kendi benliğinden daha büyük bir amaç için çalışmaya başladığında, ruhun bilgeliği devreye girer. Bu, insanın sadece kendisi için değil, çevresindekiler ve dünya için de anlamlı bir katkı yapmasına yardımcı olur. Kendini aşan bir hizmet, ruhun dünyevi sınırlamalardan özgürleşmesine olanak tanır.
İçine düştüğümüz dünya ile bağ kurmak, suyun, toprağın, havanın, ağacın hayvanların döngülerini kavramak bizi dönüştürür mü sizce? Biliyorsunuz ki doğa, zihni sakinleştirip bedenin arzularını dizginleyerek ruhun kendini ifade etmesine izin verir. İnsan, zaman zaman doğada vakit geçirerek varoluşun derinliğini hissedebilir. Bu bağlantı, kişinin yaşamındaki dengeyi ve huzuru yeniden bulmasına yardımcı olabilir.
Peki kendini anlamak ile tüm bu önerilerden daha öteye geçebilir miyiz? En önemlisi, insanın kendi iç dünyasına dönmesi, arzularının kökenini ve zihninin nasıl işlediğini anlaması değil midir? Kendi kendini gözlemlemek, zihnin ve bedenin hapishanesini fark etmek içimizde kırılımlar yaratıp bizi zihnin ya da bedenin hegemonyasından kurtaramaz mı? Bunu fark eden birey, ruhunun daha özgürce hareket etmesine izin verebilir mi? Yoksa zihnin ve bedenin tutsağı olmuş bir ruhun özgürleşmesi mümkün değil midir?
Sonuç olarak, ruhu özgürleştirmenin yolu, sadece anlık tatminlerden kaçmak değil, daha derin ve anlamlı bir yaşam sürmenin yolunu öğrenmekten geçiyor sanki. İnsana bunu hatırlatmak, onun içsel yolculuğunda bir kılavuz olabilir ama öncesinde insanın tüm bu yolculuktaki kendisiyle karşılaşması ve tanışması gerekiyor. Zihnin ve bedenin arzularının ötesine geçmek, kendini bulmak ve nihayetinde daha dengeli bir yaşam sürmek mümkün hale gelebilir! İnanılan ve ardına takılıp gidilen tüm düşünceler ve inançlardan özgürleşerek saf kendinle kalabilme erdemini göstererek ilerleyebilir insan çocuğu. Ne dersiniz, sizce bu mümkün mü?
Haydi yorumlara…
Muhteşem…
Çok teşekkür ederim Nodira Hanım
Ruh,zihin, beden, duygular yumağından, oluşan bir insan modeliyiz bu varlık sahnesinde.
Hepimizin kendi penceresinden gördüğü bir oyun, senaryo tek kişilik aslında. Hayat yolculuğunda rol arkadaşları ile özünü unutuyor insan.
Ne güzel dile getirmişsiniz kaleminize,sağlık.
Evet zihni, bedeni birleyip, duyguların köleliğinden,çıkabilirsek mümkün tabii ki özgürlük.
Bazen birilerinin rehberliği vesile olabiliyor kaybolup gidince insan çocuğu
Bazen kendiliğinden dediğiniz gibi doğavb ile, bazen acılarla her şey mümkün o saf farkındalık haline, özü anımsanak için.Sizin deyiminizle ruhun çığlıklarını belki de bu vesileler duyulur hale getiriyor.
Kendimce,sessizliğin içindeki dinginliğe götürüyor her vesile.
Hepsi birlenmeyi sanki işaret ediyor Bende.
Zihnimi, bedenimi, ruhu birlemek. Bu da herkeste tek olan nefes ile bende mümkün kılıyor.,Nefesim beden ve zihin ile birleştiren, bana, en yakın olanı daha çok anımsatan, hissettiren.
Sonuçta hepimiz bire gidiyoruz, her yol kendimizden geçiyor. Ne arar isem Bende.
Kaleminize,sağlık