Ruh Var mıdır?
İnsan, ruhun tanımını yapmak adına çok şey icat etti ve halen kendisinde var olduğunu iddia ettiği o rufa erişemedi. Peki ruh denen kavram gerçek midir? Yoksa ruh insanlığın bu dünyadaki var oluşuna bir anlam arayışı mıdır?
Asırlardır, iyi ruhlar ve kötü ruhlar arasında sıkışmış kalmış insanlık, kendi yaşamının kurtuluşunu ölümden sonra aramaya başlamıştır. Bu hayatta olabilecekleri belli iken, o varlığının sınırsız ve sonsuz olanda tezahür edip, yeniden canlanacağını ve bu bedeninde o ruhun bir evi, mekanı ya da hapishanesi olarak yorumlamıştır. Kendi gerçekliğini tarih boyunca çözememiş, idrak sınırlarını aşamamış, var oluşunun başlangıcına ve bitişten sonraki bilgisine erişememiş insan, günün sonunda ruh kavramı ile kendisine bir anlam yükleyip onu cennete göndererek içsel olarak huzura ermiştir. Ya da ermek istemektedir.
Ruhu ışık olarak nitelendirenlerden tutunda onun tanrının bir parçası olarak tanımlayanına kadar geniş bir kavram alanında insanoğlu bütün bu evrensel döngünün ilerleyişi içinde kendisine yer edinmeye çalışmaktadır.
İnsan, ruhunun yolculuğunu kavrayabilmek adına iki şeyden vazgeçmeyi göze almıştır. Bunlardan birincisi bedeni ikincisi ise dünyadır. Öyle ya sonsuz ve sorunsuz olan ruhun bu dünyadaki anlamsız ya da aşırı anlamlı yolculuğunun sonu her daim ölümle sonuçlandığı için daha anlamlı olan ilelebet yaşamı daha çok sevmiş, özümsemiş ve kabul etmiştir ve tüm çabasını da bu sonsuz olana erişmek için harcamaktadır.
Ruh; bedenin ve zihnin, efendisi midir? Kölesi midir?
Dünyasal plan olarak nitelendirdiği doğum ve ölüm arasındaki yaşam macerasında insan iki şeyden de aşırı dertlidir. Arzularına yenik düşen bedeni ve hiç susmayıp sürekli olarak kendisini meşgul eden ve yoran zihni. Bu ikisini ekarte etmek adına, her türlü ibadet, meditasyon, öğreti, inziva ve daha birçok şeyin içine dalmaktadır. Fakat bu esnada bir şeyi unutmaktadır. Girdiği bütün bu kavramsal yolculuk hikayelerini gerçekleştiren iki unsur vardır birincisi bedeni, diğeri ise zihni… Bazılarımız bilinç nerede diyebilir ya da ruh, onlar beden ve zihinden ayrı olmayan belki de zihnin ve bedenin ve öğretilerin hatta daha ötesi korkuların yarattığı iki kavram da olabilir, kim bilebilir?
İnsanlığın binlerce yıldır bilinen ve takip edilen tarihi, yazıları ve eserleri incelendiğinde bulunmuş bir ruh ve açığa çıkmış bir bilinç bulunamamıştır. Bulunduğunu iddia edenlerinde kendi zihninin bir oyununa yenilmediğinin garantisi yok tabi. Onu göremez, gösteremez, anlatamaz, tanımlayamaz, tarif edemez ve ortaya koyamaz ama o var ve biz zihnimizin karmaşık sistemi nedeniyle onu göremiyoruz! Böyle mi gerçekten? Yoksa, hepsi sadece biz öyle olmasını istediğimiz için mi oluyor ve tanımlanıyor. Ruhunu gören ve ona dokunan var mı? Yoksa kalbinin ve zihninin yaşadığı olaylar sonrasında bedenindeki salgı bezlerinin salgıladığı salgıların etkilerini ve yansımalarını bütün bu tanımlara yorarak bir ruh ve bilinç kavramı mı doğurmakta insanlık…
Çabalar ve sonuçlar sizin kendinizi terk ederek ruhunuzun ve bilincinizin açığa çıkması üzerine ise bunu acilen terk edin ve camı kırın. Çünkü siz, zihniniz, bedeniniz, duygularınız, hisleriniz ve yüklenmiş tüm anlamlarınızla SİZ’siniz. Ruhunuz mu? Sanırım, yedi salgı bezi, yedi düş ve yedi başlı canavarın bileşkesi olan ve aynaya yansıyan şeydir. Kim bilebilir….