Şşş… Sessiz Ol

Gırtlağın dokuz boğum, sekizini yut birini söyle demişler.
1.Düşündüğün 2.Söylemek istediğin 3.Söylediğini sandığın 4.Söylediğin 5.Karşındakinin duymak istediği 6.Duyduğu 7.Anlamak istediği 8.Anladığını sandığı ve 9. Anladığı arasında farklar vardır.
Dolayısıyla insanların birbirini yanlış anlaması için en az dokuz ihtimal sayılabilir.
İşte bundandır ki, dokuz kere yutkunmak ve gönül diliyle konuşmak en hayırlı olandır. Böylelikle hem empati yeteneğimiz gelişir, hem de iletişim becerimiz artar… İletişim becerimiz arttıkça, kendimizi ifade etme ihtiyacımızı en tatmin edici şekilde karşıladığımızı fark ederiz.

susmuş bebekKendini ifade etme ihtiyacında olan bir kişi için, en sağlıklı olanı, bu dokuz boğum pratiğini yaptıktan sonra, artık ağzına kadar gelenleri yutmak değil, kimseyi incitmeden kendini bir şekilde ifade etmektir.

Söylemek istediklerinden vazgeçmek yerine, üslubuna sevgiyi katarak yine de söylemektir.

Çünkü kendini ifade etmek isteyip de edememek, boğazını hasta eder insanın.

Kendini zorlayarak yuttuğun her kelime, yutağını alev alev yakar.

Bunun bir adım ötesi, söylemek istediğin bir şeyin artık kendiliğinden kalmamasıdır.

Ne duymuş olursan ol, artık duyduklarından eskisi gibi etkilenmediğin için, konuşmak da yersizleşir.

Yılgınlıktan, küskünlükten, çaresizlikten olan suskunluk değil elbet, sözü edilen sessizleşme…

Huzurla gelen bir sakinleşme ve birliğin saf bilinciyle yaşanan bir durgunlaşma sürecidir, burada anlatılmak istenen naçizane.

Her şeyin özü birdir, bu nedenle de, her duyulan söz aslında benim bana bir yansımamdır sadece.

Duyulan şeyler, içeride bir yerlere dokunuyorsa, diğer bir ifadeyle, bende var olana ayna tutuyorsa, canımı yakar. İşte tam da o can yakan yerden, içeri girip bakmak gerekir çoğu zaman. Neden ben? İsyanlarının yerine;  “Şu an yaşadığımı, acaba ben kime hissettirdim ya da hissettiriyorum?” veya “Bunu neyi görmek için yaşadım, yaşıyorum?  farkındalığı başlar.  “Aynalık oyunu” dediğimiz bu pratik çok işe yarar, belli bir süre.

Sonrasında da yerini ihtiyaçsızlığa bırakır. Konuşma ihtiyaçsızlığı, kendini ifade etme ihtiyaçsızlığı gibi… Yerilmek ve övülmek arasında ki fark her geçen gün biraz daha kapanır. Duyduklarını iyi ya da kötü diye ayırmak da…

Mevlana’nın “Doğru ile yanlışın ötesinde bir yer var. Seninle orada buluşalım.” sözünün idrakiyle açılan, yeni bir dönemdir bu, yaşam yolculuğunda.

Boş vermişlik değil ama boşluğa ermişlik denilebilir belki bu duruma…

Boşluğun, nötrlüğün, tarafsızlığın büyüsüdür kapıldığın artık…

Dualiteden, yani zıtlığın iki kutbundan, ortaya çekilme halidir bu…

Ortaya çekilebilen, dengelenir… Dengelenen, evrenin dengesine de hizmet eder kendiliğinden.

Teflon gibi olmuşsundur bir nevi,

Sana bir şey yapışmaz. Her şey üstünden kayar gider.

Sen etkilenmedikçe, etkileyen olursun…

Duyarsızlıktan çok öte bir durumdur bu.

Tersine daha çok sorumluluk hissedersin artık.

Çocuğuna beslediğin anaç duyguları, başkalarına da hissetmeye başlarsın.

Geleni de seversin, gideni de…

Sevene de eyvallah dersin, sövene de…

Susmuşsundur çünkü dinlemenin keyfine varmışsındır

Susmuşsundur çünkü seyir daha önce hiç vermediği şekilde keyif vermeye başlamıştır.

Susmuşsundur ama dilin de şişmez içeride…

Zira an akıcıdır. Ve bir “an çocuğu” bir sonra ki ana, duygusal yük taşımamayı öğrenmiştir artık.

Anlaşılmanın yerini anlamak, anlatmanın yerini de, sorulduğunda sakince söylemek almıştır.

Susmak ancak o zaman hem susana, hem de bütüne şifa olur.

Zira susunca daha iyi duymaya başlarsın sana anlatılanları.

Hatta anlatılamayanları da…

Susmak ve dinlemek; odaklanmayı artırıp, sezgileri açtığı için, karşındakinin sözle söylemediği alt yazıları da okumaya başladığını fark edersin birden…

Giderek bir “hal okuyucusu” olursun deyim yerindeyse.

Hal okuyan bir yaşam ustası, söylenenleri işitmenin ötesinde, söylenmeyenleri de işitir sessizce.

Fakat bu duyum, varsayımdan ve zandan daha öte bir sezgidir.

Ve her nasılsa, sadece yüreğiyle dinleyenlere açılan, saf ipekten bir perdedir.

İpeğin asaletine ve dokusuna hürmeten, sadece yumuşacık ve narin dokunuşlarla açılan…

Vitrine değil, iklime çekilenlerle yaşanan

Dışa bakan değil, içe derinleşenle paylaşılan

O vakit, göz temasından öz temasına geçilir “bir”likte.

O birliğin tadını çıkaranlar, hoş gelirler, sefalar getirirler birbirlerine.

Şifalı dokunuşlar yaşatırlar hem kendilerine, hem de o muhteşem bütüne…

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir