Hep şikâyet etsek de karanlığın zıttı olan aydınlığı fark edemezdik…
Zıtlıkla var olunan bu dünyada belki de başka var oluşları göremezdik…
Hepimiz karanlıkta kaldığımız bir An’da gözlerimiz bunu anlamakta zorlansa da bir süre sonra bu deneyime uyum sağlar ve kendiliğinden karanlıkta ışığı görmeye başlarız…
Tıpkı ışık olmadığında; elektrikler kesildiğinde bir süre sonra mumu bulmak için karanlıkta görebilmek gibi…
Görme engelli olan Canları anlamak için, İstanbul’da duyarlı bir topluluk; karanlığın içinde ışığı görmek, için bir proje hazırlar…
Bir restoranda görme engelli dostlarımızla birlikte yemek yeme ve anlama…
Oraya rezervasyon yapıyor ve bir gece karanlık restoranda görme engelli arkadaşlarımızla yemek yiyor ve onların deneyimine ortak oluyoruz…
Gören bir arkadaşımız karanlık ortamda sizi masanıza götürüyor ve sizi masanıza oturtuyor…
Bundan sonra tamamen karanlıkta, masanızda ve yemeklerinizle baş başa bu ortamla birliktesiniz…
Hep karanlık olan o dünyaya eşlik edip anlamak ve orada var olmak…
Her yer ve her şey karanlık…
Bu karanlıkta yemek yemek ve karanlıkta nasıl yaşandığını anlamak, görmek…
İnsan’da İNSANI bulmak kolay değildi…
Belki de biraz cesaret ve nef’s’den uzak kalmayı gerektiriyor olsa da gücün aslında kendin olmaktı…
Sen zıtlıklarla var olan bu yüksek akıl dünyasında; kendi var oluşunla, karanlıkta görmeyen gözlerini kalbi akla açarak yürümekti…
Hiçbir şey yanlış değildi…Her bir şey birbirine hizmet ediyordu…
Karanlık olmasa ışığın lezzetini anlayamazdık…
Tüm yaratılan ve tüm yaradılış mükemmel ve kusursuzdu…
Benlik, kimlik ve zihinle; kusursuz olanda kusur arıyorduk…
Çünkü zihinden kurtulmak kolay değildi…
Zihin bir sürü alt bellekle seninle oynuyor ve uyutuyordu…
Bilimsel olarak zihnin altında ana kayıtları oluşturan bir üst bellek; bu bellekte yaşadığın bir sürü kayıt bulunuyordu…
Ve her yaşadığın olayda o anı defterindeki kayıtlar, resimler hemen devreye girerek; o An yaşadığın duyguyla eşleşiyor o anıyla tekrar bağlantı kuruyordu…
# En sıkıntılı durum ise beden acı çekmeyi seviyordu #…
Tüm bunları bırakmak, ise zorlu bir yolculuktu…
Yolculuk ise; yolu ve yoldaki tuzakları anlayarak sürekli her şeyde o büyük tasarımın ve yüksek aklın farkında olmaktı…
Her şey onu anlatırken; doğru yanlış insanlığın kelimelerinde vücut buluyordu…
Yaaaa denizler mavi yerine kırmızı olsaydı…
Buda sorgulanması gereken konulardandı…
Tıpkı güneşin mor ya da mavi olmaması gibi…
Demek ki her şeyin bir nedeni var……………….
Onun her canlıdaki muhteşemliğini görmek gibi…
Yüksek aklın gücünü ve tasarımın muhteşemliğini anlamak…
Mesela kelebekler arka ayakları ile hisseder ve ne yapmaları gerekirse onu doğada ayaklarındaki algı ile yaparlar…
Tıpkı bir ağacın köklerinden beslenip, kök, dal, ağaç, tohum, meyve ve tekrar topraktan tohum olması gibi…
Hepsi doğal ve nettir; o düşünmez ne yapması gerekiyorsa onu yapar…
İnsanoğlu ise ona verilenlere rağmen hep şikayettedir…
Kendine verilen nimetleri ve gücü fark edemeyip; hep eksiklik bilinciyle kusur arar ve tamlığını görmeyi istemez…
Ne zaman kalbi akıl ile eksik kusur görmeden yürürsek; yol kendiliğinden güzelleşecektir…
Yol zihinden uzaklaştığımızda; yolun kendisi olacaktır…
Kendinden kendine
Kendin olmayanı bildiğin; gönlün sevgiyle…
Sonsuz sevgiyle…