Gece uyumadan önce tek dileği artık biraz huzura kavuşmaktı. Çaresizce diledi… Hayat çok yormuştu adamı… Belki uyku tüm yüklerden kaçıştı. Döndü durdu uzun süre… En sonunda sol yanına döndü. Kalp atışlarını gecenin sessizliğinde duyabiliyordu. Bacaklarını karnına çekti… Çok eskilerden aşinaydı bu pozisyona. Geçici bir güvenle uykuya daldı…
Kesif bir ıssızlığın ortasındaydı adam… Üzerinde güneşin hiçbir rengini yansıtamayan karanlık bir kıyafet vardı. Nefretin, affedememenin, ayrımcılığın ve umutsuzluğun kördüğümleriyle örülmüş bir kıyafet. Bir zırh… İçeri sızan zerre ışık yok. Yaradılıştan hayatın tüm renklerini tanıyan ruh bazen içerde çırpınırdı. Adam hiç umursamamıştı içinde çırpınan kelebekleri…
“Bilmiyordum…” diye fısıldadı ancak kendinin duyabildiği sesiyle…
Fısıltısı, ıssız ‘hiç’likte boşluğa çarparak evrende yankılandı… Sessiz çığlıkları tüm diğerlerinin çığlıklarıyla ‘bir’ oldu. Evrenin titreşimlerine uyumlandı… Evet gerçekten de yaşamı boyunca hiç bilmemişti. Hala da bilmiyordu…. Hala görmüyordu, duymuyordu… Evren sesini duymuştu ve özümsemişti. Göremediği gökyüzünden beklediği yanıt gelmedi. Ancak içinden gelen sese öylesine sağırdı ki… Evrenin cevabını duyamadı…
Bir kez daha sevilmediğini hissetti… Yola devam etti…
Yürüdüğü yollar beyninin nadide kıvrımları mıydı? Ruhuna çok mu uzaktı? Yoksa Arafta mıydı? Belli ki sadece sıradan bir rüya değildi. Sahi kaç gün, kaç gece yürümüştü aynı yolda? Zaman var mıydı peki? Hala bilmiyordu…
Tükenmek üzere olduğunu hissetti. Çoklu bilinmeyenler sırtında kamburdu. Daha fazla taşıyamıyordu. Çok yorgundu. Rüyada bile yorgundu. Sabah da yorgun uyanacaktı… Soluklanmak için durdu… Bilinmeyenleri elemeye kararlıydı… Böylece sonuca ulaşmak çok daha kolay olurdu. Ve ne de güzel olurdu…
Elini kamburuna attı. Zorla çekip çıkaracaktı bir bilinmeyeni oradan. Ancak çıkmıyordu. Canı acıyordu… Hala kanatıyordu… Acı içinde haykırdı.
“Neden? Neden hala acıtıyorsun?”
Kendine yöneldiğinden dolayı içinden gelen cılız sesi farketti. Önce her zamanki gibi duymazdan gelse de, ortada başka bir cevap yoktu.
“Burada kalmayı biz de istemiyoruz. Bizi sırtına sen kambur ettin.”
“Hah! Sen beni acıttın, kanattın. Ve hala da aynı şeyi yapıyorsun. Sırtımdan atamıyorum seni.”
“Bağların nefretten, kinden öte değil. Daha fazla öfkeyle bizi kendinden uzaklaştıramazsın. Ancak bu şekilde bizi daha da ağırlaştırırsın.”
Adam şaşırmıştı… Sırtındaki her bilinmeyenle ayrıca hesabı kapatmalıydı. Bu aşikardı… Merakla sordu:
“Peki bunu nasıl yapacağım?”
“Bizlerle hesabın çok basit sevgili insan. Sorunlar karmaşık görünse de. Çözümü çok zor değil.”
“Tamam ama nasıl?”
“Bunu sen bulmalısın. Zaman yok… Mekan da yok… Bilinmeyenin yerine nefret koyduğunda olanları gördün. Belki de, bize başka bir değer vermelisin.”
Adam hayatı boyunca hesap kitap yapmıştı. Bunun da üstesinden gelmeye kararlıydı. Nefretle ve hırsla çözemediği denklemi düşündü… Her değeri denemeliydi…
Denklemde bilinmeyenin yerine “SEVGİ” koymaya karar verdi. Bu bir mucizeydi… Denklemler çözülmeye başlamıştı. Bilinmeyenin yerine sevgi değerini koyduğunda… Denklem kendiliğinden çözülüyordu ve evrenle 1 sonucu ortaya çıkıyordu.
Sorunlar çözüldükçe iç sesi daha ahenkli hale gelmeye başlamıştı. İçindeki mekanik ses bile yerini cıvıltıya bırakmıştı.
Ancak affedemedikleri ile hala sorun yaşıyordu. Sevgisizliklerini, hırslarını sevgi ile çözebilmişti. Ancak affedemediklerinin yerine sevgi koyduğunda sonuç dengelenmiyordu… Sordu:
“Şimdi ne yapmalıyım? Olmuyor. Artık işe yaramıyor… Artık gitmelerini istiyorum. Özgür olmak istiyorum.”
“O zaman onları da özgür bırak?”
“Söylemesi kolay tabii. Ama nasıl?”
“Hepimiz ‘hiç’likteyiz. Kapat hesabı… Affedemediklerini sevmek zorunda değilsin. Bu nedenle umduğun sonuç çıkmıyor. Onları sadece yok et. Serbest bırak… “
“Sanırım anlıyorum… Bunu yapacağım. Başarabilirim.”
Yüklerinden kurtuldukça karanlık kıyafetinden de artık rahatsız olmaya başlamıştı adam. İlk düğmeyi açtı. Ancak düğme işlevsizliğinde koptu…. Yere düştüğünde ise yok oldu. İçeri sızmaya başlayan ışıklarla beraber. Adam anlamlarla donanmaya başladı….
“Buldum! Affedemediklerim yalnızca kaybolan düğme gibi bir hiç olmalı!”
İçine döndü… Tüm kalan hesapları bilinmeyene ‘hiç’ değeri vererek kapattı… Sonuç; ‘Hiç’ti…
Artık kamburundan tamamen kurtulmuştu… Düğmelerini, önyargılarını ve tüm kısıtlamalarını bir bir çözdü…
‘Hiç’liğe ve ‘tek’liğe güvendi. Ruhu renklerle ve evrenin müziğiyle adeta vals yapıyordu…
Işık… Alabildiğine ışık…. Artık görebiliyordu… Biliyordu… Gözlerini açtığında sabah olduğunu farketti. Camdan gururla gelen güneş ışınları adamın saydamlığından işliyordu. Her zamankinden daha dinç şekilde yataktan kalktı… Gülümsüyordu. Bu sabah oldukça anlamlıydı…
Gece güzel bir rüya görmüştü. Ancak hatırlamıyordu… Hayat mucizesi devam ediyordu… Küçük bir dokunuşla…
Sevgiyle…
Sayın Çiçek Sekban,
“KÜÇÜK BİR DOKUNUŞ”un Tüm İnsanlara Dokunması dileğiyle Teşekkürlerimi Sevgilerimle, Sunuyorum.
yüreğinize emeğinize sağlık 🙂 (y)
Cok tesekkur ederim sizlerin de okuyan gozlerinize ve kalbinize saglik