Dünya eşsiz bir yer diye düşündü ruh. Zamanın zamansızlığında, tecrübeler diyarında, mavi göğün altında deneyimlemek arzusu duydu bu güzelliği. Öğrenecek çok şey vardı. Kendine uygun bir senaryo ve oyuncu kadrosu bulduktan sonra bütünden koptu ve baş rollere düştü ruh. Rahme ulaştığında yarı uyur yarı uyanık zamanı öğrenmeye başladı. Zaman biraz sıkıcı bir kavramdı. Hatta öyle sıkıcıydı ki unutmaya başladı yavaş yavaş özü. Ve varoluşsal kriz filizlenmeye başladı. Doğdu, büyüdü ve eşsiz Dünya’nın nimetlerinden acısıyla tatlısıyla faydalandı bu süreç boyunca. Geldi, gördü, bildi mi peki? Hayır bilemedi. Bunun için bir süreçten geçmesi gerekti. Olabildiğince yalın bir süreçten…
Hayalindeki iş, düşlediği eş, istediği ev… Bunların hepsine azim ve şans ikilisiyle sahip oldu. Aslında mutlu olması gerekiyordu belki ama… Bir eksiklik vardı anlamlandırılamayan. Hayır bu doyumsuzluk değildi çünkü ihtiyaç madde değildi. Maddeye doymuştu, peki unuttuğu ve anımsamaya çalıştığı neydi? Ne arıyordu? İçindeki boşluk bir labirent olmuştu. Başlangıç noktası ve sonunu unuttuğu bu labirentte rastlayıp sarıldığı her kişi onu daha karmaşık yerlere getirdi. Kördüğüm halini alan labirentte yorgun düştü hikayenin kahramanı. Zihni ondan bağımsız devamlı bir yükselme, gelişme halindeydi. Ve kayıp ruh devamlı, anlamlandıramadığı ve durduramadığı bir arayıştaydı.
Ruh soluklanmak için durduğu anda zaman da durdu. Ve yalnızlığını fark etti. Yalnızlık korku benzeri uç bir duyguydu ve başlangıçta oldukça rahatsız ediciydi. Ancak eğer gerçekten iç dünyasına girmek istiyorsa ruh önce yalnızlığın çetrefilli yollarından geçmesi gerektiğini biliyordu. Özü yakalamak için bir nevi Araf demosundan geçmesi şarttı. Yalnızlık durumuyla aşması gereken huzursuz anıları, gelecek korkuları, acı veren yaşanmışlıkları ve başarısızlıkları vardı. Ve kabulleniş ancak yalnız kalarak başarılabilirdi. Yalnızlıktan geçerken tüm bu yaşam derslerimizi engel değil sağlıklı geleceğimize uzanan bir köprüye dönüştürmeyi başarabiliriz.
Şairler, duygu dolu sanatçılar ve hatta yogiler hep yalnızlık dönüşümünden geçmiştir. Yalnızlık çok nadide bir ruhsal gelişim aracıdır. Ve bir kez insan yalnızlığını teklik durumuna dönüştürdüğünde; huzur ve güven ikilisinin limanda kendisini beklediğini görür. Bundan sonra ki arayışları keyfidir. Çünkü ruh bütünle birdir. Bilir ki her okyanus o gerçek limana açılır. Yalnızken tektir, yalnız değilken birdir. Olay sadece sonsuzluğun tekliğini keşfetmektir o kadar. Varoluş hiçlik ve sonsuzluk arasında mümkünse kişi anlamalıdır ki bu iki mutlak değer arasında nerede bulunursa bulunsun her zaman varoluşa dahildir ve varlığı değerlidir. Yaradana da bir o kadar yakındır. Yalnızlıktan geçerken anlarız ki insan yalnızken neyse tam olarak o’dur. Bu gerçeği reddetmek kendi varlığını reddetmektir. Yalnızca bir kez tek başınalığında kim olduğunu keşfettiğimizde, özgürlüğü yakalarız. Ve bu özgürlükte tekliği yakalayıp bütünle ‘bir’ oluruz. Labirentten çıkışa gerek yoktur çünkü labirent yalnızlığın sonunda hiçlikten sonsuzluğa uzanan gerçek bir doğruya dönüşür. Ve bu gerçekliği yakalayabildiğimizde her şey açık ve nettir. Tekliği yakaladıktan sonra iş sadece bu doğrudan sonsuza uzanmaktır.
Tekliği keşfetmek ancak beden kozasından çıkmaktır. Zamansızlıkta bütünle bütün olmaktır. Hayata yeni bir bakış kazanma, zihin ve bedeni yeniden yapılandırma ancak teklik durumunda mümkündür. Eğer yalnızlığında ‘bir’ olabildiysen yuvadasın demektir. Ve bu en güvenilir durumdur.
Geldi, gördü, peki bildi mi? Evet bildi. Hiçlik ile sonsuzluk arasında ilerlemeye devam etti. Sonsuzluk Yaradan’dı ve o varoluştu… yürüyecek uzun bir yolu vardı. Doğru yolda olmanın verdiği güvenle devam etti ruh.
Evet bildi…