Sığ sularda yüzmek çoğunluğa hep güvenli gelmiştir. Standart dünyevi bilgiler ve kült dini değerler ile sığlarda bir sağa bir sola gider ömür bitiririz. İçimizden biri okyanusa doğru açılmaya başladı mı arkasından feryat figan bağırırız. Dur gitme! Boğulursun! Güvenli değil! Ne için bağırırız peki? Veya kim için endişeleniriz? Açılan deli olduğu için mi? Yoksa sığlarda yaşamaya mahkum kendimiz için mi?
Halbu ki derinler sonsuzdur. Her cesaretli dalışımızda kirlenmemiş ender bilgiler vardır. Bilgilerin gururlu sessizliği vardır. Huzur vardır. Okyanusun gerçeği derinlerdedir.
Sen sadece minik bir balıksın. Güvenli olduğu öğretilmiş limanlarda yüzmek elbette tercihin olabilir. Ancak unutmaman gereken ilk nokta limanlar daha güvenli görünse de sularında fazlaca toksik bilgi ihtiva eder. Bu toksik bilgiler yalnızca suyu bulandırmakla kalmaz, hayat görüşünü de kısıtlar. Bireyin ilerleyişini engeller. Elbette sürü içerisinde kalarak kendini tehlikeden uzak hissetmen doğal. Peki ya asıl tehlike bulanık sularda kirlenmekteyse? Hem de bu öyle bedensel bir kirlenme değil de daha içsel bir kirlilikse… O zaman güvenli sandığın suların seni anlamsızlaştırdığı, herkesleştirdiği gerçeğiyle karşılaşman da an meselesi.
Eğer farkedebildiysen ne ala. O zaman iki seçenek gelir önüne. Ya bir cesaret sürüden ayrılır kendi yaşamsal serüvenini taçlandırırsın. Ya da önündekinin kuyruğunu izlemeye devam edersin… ikinci seçeneği seçtiysen senden mutsuzu olmayacaktır. Çünkü hem durumun nispeten farkındasındır hem de cesaretin yoktur. Acınası halinle sürüye dahil savrularak bir ömür harcarsın. Ancak ilk seçeneği seçtiysen kabul etmek lazım ki başlarda işin oldukça zor olacaktır. Arkandan feryat edenler olacaktır. Bu senin ikinci sınavın olacak. Eğer durmazsan bu sınavı da geçersin. İlerlemek doğru seçenektir. Bir süre hangi yöne gideceğini bilemezsin, yalnızca gidersin… Bilinmezlikler her zaman korku da ihtiva eder. hatta bazen kuvvetli akıntılar seni daha geri ya da ileri atar. Bu durumu kabullenmen ve sakince durup düşünmen yerinde olacaktır. Çünkü akıntılar da yaşama dahildir. Aslında her zaman hayrınadır akıntılar. İçlerinden en zorlu olanlar sana ders vermek amacıyla sürüklerler. Öyleyse akıntıya karşı çırpınmak yerine ona paralel olarak, sana öğretmeye çalıştığını anlayarak yoluna devam edebilirsin. Akıntılardan da başarı ile sıyrıldığında yepyeni bir serüvene doğru yol alırsın. Aslında kabul etmek lazım ki bu serüven ürkütücü olduğu kadar keyiflidir de…
İlerledikçe su berraklaşmaya başlayacaktır ve bu da sana en büyük motivasyon olur. Artık önünü görebilirsin. Gerçeklerle aranda ki perde her an daha da incelmektedir. Toksik bilgiler seyrekleşmiştir. Her derinlikte daha temiz ve daha anlamlı bilgiler bulursun. Açıldıkça yeni dostluklar edinirsin ve sevgi kavramının da suyla beraber temizlendiğini görürsün. Sevgi artık sığlarda olduğu gibi bir bağımlılık ve bir zorunluluk halinde değildir. Eğer derinlerde sevgi bulunduysa, bu ruhların bütünsel ve keyfi dansı olacaktır. Bu sevgi korku ve bulanıklık ihtiva eden sınırlı ilişkilerden çok daha gerçek olacaktır. Güven; dostun kuyruğunda yüzmek değil, onsuz da okyanusun bütününe ait olduğunu bilmektir. Yalnız yolculuğunu tamamlamış her birey dostluğu, aşkı ve hatta yaradılışı anlamaya yakınlaşmıştır.
Küçük bilge balık bir süre sonra yolculuğun en zorlu gibi görünen kısımlarını tamamlamış olur. Zorluklarla edinilmiş saf bilgilerini artık isterse sığlara dönüp çoğunlukla paylaşabilir. Arzu ederse daha da derinleri araştırmak üzere tekrar açılabilir… Ancak balık bir kez bilge oldu mu bu kez sığ sular çok daha tehlikeli hal alacaktır. Çünkü sığlarda yaşam değişmez kabul edilen, bulanık sistemlerle yönetilmektedir. Ve bu sistemin ihlali sistem tarafından asla kabul edilemeyeceğinden dolayı bilgeler hep hor görülmeye mahkumdur. Sığlar, derinlerden gelenleri bu nedenle sevmezler… Bilgeler başlangıçta anlaşılması güç olanlardır. Ancak yılmak onlar için bir seçenek olmamalıdır. Reddedilme, hayal kırıklığı bu durumda çok olağandır. Derinlerden getirdiğin gerçeklik sığlarda ki korku dolu tortu tabakasını kaldırıp oynattıkça toplum başına felaket geldi zanneder. Halbu ki bu bir felaket değil devrimin başlangıcıdır. Tabii ki korku ideolojisi üzerine kurulmuş sınırlı sistem, özgürlük anlayaşını tereddütsüz reddedecektir. Bu nedenle olay senin ne kadar balığa ulaşıp ne kadarını aydınlatabilğinle ilgilidir… Devrim; ancak sığlarda ki sürüleri temiz akıntılarla uyandırmakla gerçekleşebilir. Ve ne kadar çok balığı uyandırabildiğinle doğru orantılı başarıya ulaşır…
Sen küçük bilge balık: uzun ve yorucu içsel bir yolculuktan sonra daha komplike ve toplumsal bir hedefte buldun kendini. Amaç bütüne yani okyanusa hizmet etmek ise sakın tereddüt etme. Okyanusun varoluşu sayende anlam kazanacak… Ben sadece küçük bir balığım deme sakın. Engeller yine olacak ve belki biraz canını acıtacak. Ama bir kez bulanıklığı berraklaştırabilme gücünü keşfettiğinde bunların bir önemi kalmayacak. O zaman göreceksin ki ne kadar küçük olduğunun değil, ne kadar bilge olduğundur aslolan. İşte bu değerli noktaya ulaştığında tüm okyanusu değiştirme hareketini başlatabilirsin…
Okyanusta devrim başlasın…
Yorumunuz beni çok mutlu etti teşekkür ederim ilginize…
Sayın Çiçek Sekban,
Küçük bilge balık’a eşlik etmek ne güzel… Yüzgecine değerek, bilgisinden yararlanarak, yararlandırmak ve okyanuslara açılmak… Eminim küçük bilge balık, onunla birlikte olanlar daha bilgeleştikçe yerini seve seve verecek. Bilginin sonsuzluğunda turnalar misali yol alacak. Ara sıra sığlara geldiklerinde peşlerine katılanlar, çoğalacaktır.
ENGİNLERE AÇILANLARI DESTEKLEMEYE, YAŞA BAŞA BAKMADAN TAKİPÇİLERİ OLMAYA HAZIR YAŞI BÜYÜK KÜÇÜK BALIKLAR DA VAR..
AKLINIZA VE DÜŞÜNCELERİNİZE, BİLGİNİZE ONLARI MÜKEMMEL HARMANLAYAN ELLERİNİZE -BİLGİSAYARINIZA- SAĞLIK.
SEVGİLERİMLE,