Doğan her 10 çocuktan herhalde 7-8’i alerjilerle doğuyor. Eskiden 70’lerde gördüğümüz Diabet hastalığını artık 7 yaşında sıklıkla görür olduk. Yediğimiz, içtiğimiz, soluduğumuz her şeyi sorgular hale geldik. Bundan 10 yıl evvel hiç düşünmediğimiz pek çok şeyi düşünür olduk günlük market alışverişimizde.
Bir de baktık ki beslenme düzenimize Hindistan Cevizi Yağları, Kinoalar, Maş Fasülyeleri girmiş! Eh bir de Kombucha var tabi, Neden? Çünkü artık hepimiz hastayız! Biz hasta değilsek çocuğumuz hasta.
Yoga yapmaya başladık, çılgınlar gibi. Özellikle de plaza çalışanları. Neden? Artık stresle baş edemez olduk. Stresle baş etmemize yardımcı olacağına inandığımız her şeyi yapmaya kalkıştık, meditasyonlar, kişisel gelişim eğitimleri, aile dizimleri, regresyon terapileri…
İnzivalara gider olduk, öyle böyle değil, her ay Türkiye’de yapılan inzivaları alt alta koysanız bu sayfayı doldurur. 3-4 gün hiçbir şey düşünmeyelim ister olduk çünkü hayat bize ÇOK şey düşündürür oldu. Durmayan beynimizi, susmayan telefonlarımızı, cevap bekleyen maillerimizi hiç olmazsa birkaç gün durduralım istedik. Ama inzivaya gidince de telefon çeken noktalarda toplaşır olduk, çaktırmayın.
Her şey iyi, güzel, hoş da, bu sağlıklı yaşama olayı bizde ayrı bir stres kaynağı yaratır oldu. Asla ve kat’a rafine şeker olmayacak, glüten içermeyecek besin arayışında olan bir kesim var ki Allah yardımcıları olsun. Bu sefer yediği HER şeyi sorgulayan, kendi yemediklerini yiyenlere ise höyküren bir acayip insan grubu türedi.
Geçenlerde bir sosyal medya platformunda, Türkiye’de aşırı çok satılan bir boğaz pastiline muadil bir pastil yaptım. Amacım, bu pastili sıklıkla tüketenlere alternatif ve ekonomik, en azından içine ne koyduğunu bildiği bir muadil tarif vermekti. Elbette ki amacım rafine şeker yememeyi tercih edenleri kızdırmak değildi ama birden hakaret yağmuruna tutuldum! N’oluyor kuzum dememe fırsat bile vermeden sıraladıkça sıraladılar. Çok kişi değillerdi ve bu platformda sağ olsunlar beni takip edenler çokça seviyor, o yüzden bu lafları söyleyenlere üzülmedim ama düşünmeden de edemedim.
Ağzımızdan girene bunca dikkat ederken, acaba ağzımızdan çıkana da dikkat edebiliyor muyuz? Ağzımızdan giren toksik değil ama çıkan toksikse yine bedenimiz etkilenmiyor mu? Ayrıca bizim yaptığımızı herkes yapmalı mı?
Acaba birimize çok kötü gelen bir besin diğerimizin hayatını o kadar da kötü etkilemiyor olabilir mi? (Örneğin glüten – 22 yıllık Hashimato hastası biri olarak bana da iyi gelmiyor. Ama sapasağlam Ayşe, Karabuğday değil de Siyez ve Organik Tam Buğday ekmeği yese de ona yetiyordur belki?)
Kaldı ki bu ülkenin sosyo-ekonomik yapısını göz önüne alırsak ülkenin herhalde %70’i sadece ve sadece ucuza doymayı düşünüyordur. Şimdi sen o insana beyaz ekmek yiyor diye kızabilir misin? Adam ekmeği bulabildiğine şükrediyor, ne diyeceksin, “Olmaz! 20 Liraya ekmek yemelisin ama ancak böyle sağlıklı olursun” mu? Adam affedersiniz de bir tarafıyla güler..
Velhasılkelam, ne yediğimize, ne içtiğimize bu kadar özen gösteriyorsak, ne dediğimize, ne düşündüğümüze de aynı oranda ve hatta daha çok özen göstermeliyiz.
Unutmayın, testinin içinde ne varsa, dışına o sızar…