Modern dünyanın şehir insanının sorunlarından birisi de, stres ile yaşamasını dengeleyememesi. Evet, stres hayatımızın bir parçası ve bunu kabul etmek zorundayız. Aksi taktirde stresten şikayet edip, yakınmak bizi bir yere götürmez.
Stres modern dünyada çok işlenen bir konudur. Özellikle Batı’da “Stres Yönetimi” diye programlar yapılıyor. Ve bu konuda çözümler getiriliyor. Ben bu duruma daha farklı bir perspektiften bakıyorum. Yani işin aslına, özüne, koduna odaklanıp oradaki asıl kaynaktan işi halletmeye çalışıyorum. Çünkü kaynağa ulaşan birisi, derinliklerde olanı düzenleyip, üst yapıda huzuru ve mutluluğu kalıcı olarak yakalayabilir. Aksi taktirde üst yapıda uygulanacak birkaç çözüm, kısa vadede huzur getirse de uzun vadede tekrar sorunları başlatabilir. Mesele derinlerde ne var bunu ilk olarak öğrenmek.
Şimdi stresin kaynağına dönecek olursak Stres, etimolojik olarak İngilizce bir kelimedir ve anlamı da “sıkıntı, darlık, baskı, gerilim” demektir. Latince kökeninde ise “sıkmak, daraltmak” vardır. Bizler stres anında geriliriz, sıkılırız ve bir şeyleri yükleniriz. Doğal olarak da, bu bizde huzursuzluğa sebep olur. Bu huzursuzluk ve gerginlik sürünce fizyolojik ve psikolojik rahatsızlıklara da kapı açarız. Ama biliriz ki, bu hakikatten de kaçamayız. Çünkü bu, insanın fıtratında olan bir kanun. Çünkü gelişmek ve ilerlemek bu kanalla gerçekleşiyor. O zaman bu kanunu kabullenip, sevip başetme yollarını öğrenmeli, doğru yerde ve doğru şekilde, tam olması gerektiği gibi kullanmalıyız. Bunun içinde farklı bakış açılarından olaya bakmalıyız. Eğer bu kanuna iki açıdan bakarsak;
Birincisi, bilimsel olarak beyindeki fizyolojik hareketlenmeler olsun. Beyinde stres anında birçok hormon salgılanır. Adrenalin, noradrenalin, kortizol, testestoren gibi… Bu hormonların o salgılanması ile vücudun o an ihtiyacı olan fizyolojik hareketler gerçekleşir ve birden çok hikmeti ortaya çıkar. Ama biz teknik olaydan çıkıp, kendimize bakan yönüne odaklanırsak; o zaman manaları yakalayıp büyük bir bilinçlenmeye ilk adımı atmış oluruz. Yani o stres anında salgılanan hormonlar ile;
– Beynimizin normalde düşünüp de bulamayacağı çözümler, motivasyon ve harekete geçme vuku bulur. İnsan normalde atalet içinde kalırken ya da tembel bir şekilde umutsuzluğa düşmek üzereyken bir anda bir şok etkisiyle kendisinde bir enerji bulur. Bulunduğu gevşeklikten ve rahatlıktan çıkar. Yeni bir yol haritası çizme ihtiyacı hisseder.
– Korku ve endişe devreye girer; bu korku ve endişe de seni hayata tutar. Yanlış yapmanı ve tuzağa düşmeni engeller, gereksiz risklerden de seni kaçındırır.
İkincisi, dini açıdan bakalım. İnsan -tabiri caizse- kalp gibidir. Yaratıcı tarafından bir sıkılır, bir bırakılır. Yani sebepler ile bir imtihan edilir, bir rahatlatılır; bir yük yüklenip taşıması zorlanır, sonra o yükü bırakması istenir. Ki böylelikle kemalat yolculuğu gerçekleşsin. Aksi durumda ise hayatımız çok durağan, çok kolay ve sıkıntısız olur. Bu da manaya bakan yönüyle çok pirimatif ve cılız bir kişilik oluşturur. Ahirette kişinin elde edeceği avantajlar çok azalır. Dünyada da gelişme olmaz. İlerleme olmaz. Kısacası dünya ve ahiret için fırsat gider.
Demek zorluklar, yük yüklenmeler, daralmalar, baskılar hep bizi geliştirmek için fıtri olarak içimize konulmuş hazır programlardır. Ve zamanı geldiğinde işin sahibi düğmeye basarak bu kanunları harekete geçiriyor. Ve bizler de, sebepler dairesinde bir isim takarak bu tecellileri yaşıyoruz.
Genel olarak stres diyoruz. Ve kaynağına da; işte patron ya da müdür, evde eş ya da çocuklar, trafikte ya da dışarıda insanlar, şehir hayatı, teknoloji ve daha birçok şey diyoruz. Hep bir isim takıyoruz. Lakin işin sahibinin bizden istediğini ve bize verdiği gelişme adına en büyük silahı şikayete kullanıyoruz. Heba ediyoruz.
Not: Neden heba ediyoruz, heba nasıl ediliyor, stresle başa çıkılma da neler yapılmalı gibi daha birçok sorunun cevabı sonraki yazıda…