O gece arkadaşlarla bir kutlamadaydık. Mekân çok popüler olduğundan oldukça hareketliydi. Bir yandan eğleniyor, bir yandan eğlenen insanları izliyordum. Az sonra, herkesin çok sevdiği, o ünlü, yakışıklı adam girdi içeri. Aşırı alkollü hali gözden kaçmıyordu, ama herkes önce tatlı tebessümlerine, sempatik tavırlarına tav olup ona iltifat etti. Gecenin ilerleyen saatlerindeyse işler değişti, ondan hiç beklenmeyen bir şekilde kadınlara fazla samimi davranmaya ve onların eşlerini kızdırmaya başlamıştı çünkü. Önce küçük bir uyarı aldı. Alaycı bir ifadeyle tamam der gibi kafasını salladı. Ben nefesimi tutmuş, onun virüslü enerjisinin farkındalığında, bu durumun bir kaosa sebep olacağını hissetmiştim.
Uyarı aldığı adamların eşlerine ilişmez artık diye düşünürken o tam tersini yaptı ve işi daha da ileri götürerek oyununa başladı. Sanki kimin daha kızgın olduğunu tespit etmiş ve ona göre hamle yapıyor gibiydi. Önce bu duruma anlam verememiştim. Bile bile başını neden belaya sokar ki bir insan!..
Ve tabii bir anda ortalık fena karıştı. Masalar, bardaklar havada uçtu. Yerlerde tekme tokat dövülüyordu. Hiçbir direnç göstermiyordu. Ağzı burnu neredeyse kan içindeydi. Görevliler karga tulumba onu dışarı atarlarken yüzüne yerleşen gülümseme akıl alacak gibi değildi.
O gider gitmez ortalık sakinlemişti, eşlerini koruma güdüsüyle bu işe son veren erkekler güçlerini kullanmaktan son derece mutlu bir şekilde geceyi sonlandırmışlardı.
O gece biterken adamın alkolün etkisiyle saçmaladığını düşünmüştüm. Ertesi gün kulaktan kulağa gazetesinin fısıltıları devam ettiğinden, sahneler zihnimde yinelendiğinde bambaşka bir durum fark ettim: adam bunu kasti bir şekilde deneyimlemek istiyordu. Evet, dövülmek onu topraklıyor, kasti yarattığı acı onun diğer acılarıyla yüzleşmesinden koruyordu.
“Okuduğunuz bu hikâyeden siz nasıl bir sonuç çıkarırsınız?” diye sormuyorum, çünkü dikkatinizi çekmek istediğim, farkındalığınızı yönlendirmek istediğim önemli bir konu var:
“Siz kendinize bu oyunları yaratıyor musunuz?”
Söz konusu karakter bunu fiziksel şiddet olarak yapmayı alışkanlık haline getirmiş. Orası net. Peki ya biz?..
Duygusal şiddet yaratır mısınız?
Ya da ani öfke patlamaları yaşar mısınız?
Ne kadar manipülatif bir kişiliğe bürünebiliyorsunuz?
Baştan çıkarma oyununuz ne kadar güçlü?
Lütfen bu satırları okurken samimi olun. Gerçeklerle yüzleşmemek ve kurban rolüne bürünmek için ne kadar çabalayan varlıklar olduğumuzu anlamadan saf mutluluğun içinde olma şansımız yok.
“İşler neden yolunda gitmiyor?” diyerek, suçu diğerlerinde aramak bizim gölge taraflarımızdan. Bilinçaltı o kadar kuvvetli bir mekanizma ki; size istediğiniz acınızın karşılığını verdiği gibi bu oyunu karşı tarafa da oynatıyor.
Bu karşılıklı oyun bir mağduriyettir. Anlatacağınız hikâye ilgi çekecektir. “Kurban” olmak hoşunuza gidecektir. Ancak “asıl acı” orada öylece duruyordur.
Asıl Acı Nedir?
Elbette “kendini sevememek”tir. Ne yapsanız boştur. Virüs almışsınızdır ve o iş başındadır. Yayılması da onun beslenme şeklidir. Önce size bir şekilde gelmiştir, sizin aracılığınızla da başkalarına bulaşacaktır.
Acı virüsü, ilk çocukluk dönemlerimizde bilincimize sızar. Daha sonra iyice aktif hale gelerek çok kuvvetli zihin manipülasyonuna başlar. “Değersizlik duygusu” çok hakimdir. Bize “yeterli sevgi verilmediği” duygusu bizi özümüzden koparan bir başlangıçtır. Bununla savaşmak için de, hayatımızın geri kalanında bu yetersizliğimizi kapatmak için ya “kurban”, ya da “istismarcı” kişiliğe bürünürüz.
Benliğimizi ele geçiren bu virüs, hiç olmadık şekilde haksızlığa uğradığımız durumlarda iyice kendini ortaya çıkarır. Kurban enerji iş başındadır. Öfke tüm bedenimizi ele geçirir. Oysa öyle saf ve iyi niyetliyiz ki… Başımıza geleni hiç hak etmedik üstüne üstlük.
Oysa bir bilseydik, bu oyunun baş aktörü biziz.
“Oyun kuran”, “enerjiyi harekete geçiren” ve sonra “çok üzülen”, “haklı çıkmak için nedenler yaratan”.
Nedir haklı çıkma oyunumuz?
Haklı Olmak ve Mutlu Olmak Seçimi
“Haklı olmak” ve “mutlu olmak” bir seçimdir. Bunu duymuş olduğunuzu düşünüyorum. Ancak bunun çok yanlış anlaşıldığını düşünüyorum.
Mutlu olmak için o durumu önemseme, üstünde durma, aldırma, keyfini kaçırma, hatta Allah’a havale et. İşe yarıyor mu? Hayır. Sadece mutluluk oyunu oynamış olursunuz. Oysa o “acı virüsü” orada olduğu gibi duruyordur. Kurban orada yeni kurban oyununu sürdürecektir.
Kendinizi neden sevmediğinizi bulana kadar mutsuzluk yakanızı bırakmaz. Mutluluğu seçmek için kendinizi neden dövdürdüğünüzün asıl nedenine bakmadığınız sürece, bu dayaklar kaçınılmaz olacaktır.
Mutsuzluk sizi neden topraklıyor? Diğer bir deyimle; acıyla neden varlığınızı hissetmeye çalışıyorsunuz?
Yaptığım çalışmalarda sıklıkla gördüğüm bu durum, kişinin varlık hissetme çabasının ancak acıyla mümkün olabilmesi. Virüslü kişi acı çekince kendine alan açabiliyor. Maalesef sevgi ve acı yer değiştirmiş durumda.
Kendimizi sevmek için, söyleyeceğimi altın harflerle bilincinize kazıyın lütfen! Bunu anlamayanlar mutsuz bir şekilde ölürler.
“Biz kişi değiliz. Biz Öz’ün formuyuz. Tanrısalın form almış haliyiz. Yuva’dan koptuk ve nasıl geri döneceğimizi bilmiyoruz.”
Gücümüzü nereye sakladık?
Yuva sensin. Öz sende, ancak kapalı. Bilinmeyene örülen duvar korkuyla çalışıyor. Bu korku virüs meydana getiriyor.
Bu halde kim kendini sevebilir?
Asıl dururken kopya sevilir mi?
Elbette sevilmez. “Mış” gibi yapılır.
Kendiyle Barışık Olma Oyunu
Hikâyemize geri dönecek olursak; kutlamaya gelen varlık hemen hepimizin tanıdığı, kendiyle barışık, üretken ve yaratımlarıyla takdir edilen bir kişi. Dışarıya verdiği izlenim bu şekilde. Ancak alkolün etkisiyle asıl “acı bedeni”nin sahne aldığı yerde, karanlık oyununa başlayarak kendinden neden nefret ettiğini kendisine kanıtlayarak geceyi sonlandırdı.
Yuva’nın enerjisini hissetmediği için, kendini tüm yaratıcılığına rağmen değerli görmediği için önce “istismarcı” ve sonra “kurban” oldu.
İçindeki Yuva’ya duyduğu özlem ona bu dünyadaki hiçbir keyfi vermedi. Bir şeylerin farkında, ama ağır yargıladığı zihni tüm bu başarılara rağmen ona yetersizlik virüsü yaymaya devam ediyor.
Başarı var. Yakışıklı. Bolluk had safhada. Peki sonuç? Neden yetmedi?
Çünkü sonuç, daha ötesine giden yolu bulamamak.
Geçmişi ve Geleceği Acıdan Özgürleştirmek Mümkün mü?
Derin kabul. An bilinci.
Bunları da duyduğunuzu biliyorum. O zaman lütfen dikkatlice son cümlelerime kulak verin.
Tanrı olsaydın nasıl bir sen yaratırdın? Ona nasıl bir kişilik verirdin? Nasıl bir yaratım gücü bahşederdin?
Tanrı bir kişilik olsaydı nasıl olurdu peki? Ve de öyledir…