Ekonomi nedir?
Ekonomi, insanların sınırsız tüketim isteklerinin kıt kaynaklarla en iyi nasıl tatmin edileceğini inceleyen bilim dalıdır. Ekonomi kelimesinin kökeni Yunanca’daki “oikia” (ev) ve “nomos” (kural) kelimelerine dayanır, “ev yönetimi” demektir.
Üçüncü sınıf köşe yazarlarından anlı şanlı iktisat profesörlerine ve kabarık unvanlı ekonomi bürokratlarına kadar neredeyse tüm ideologların üzerinde hem fikir olduğu bir argüman, “İnsan ihtiyaçlarının sınırsız, buna mukabil kaynakların kıt olduğu” dur. Yıllar boyunca ekonomi denilen şey bu şekilde tanımlanmış, küçük revizyonlardan geçerek tüm ders kitaplarında bu şekliyle yer bulmuştur. Üniversite düzeyindeki ekonomiye giriş derslerinin ilkinde, hocaların öğrencilere ekonominin tanımı diye öğrettikleri şey de budur: “Ekonomi, sınırsız ve sonsuz insan ihtiyaçlarının, sınırlı ve kıt kaynaklarla en iyi şekilde nasıl giderilebileceğini inceleyen bir bilim dalıdır.”
Çok az kişi bu başlangıç noktasını sorgulama ihtiyacı hisseder. İşletme okumuş ve zorlu ekonomi derslerinde cinnet noktasına gelmiş biri olarak bu tanımı hep sorgulama ihtiyacı duyanlardanım. Bilim olduğu iddia edilen bir alanın bu şekilde tümüyle ideolojik bir önyargıya dayandırılması, ve bu tanımı ekonomi gerçeği ile özdeşleştiren gençlerin zihinlerine yapışmış bir kıtlık psikolojisiyle gelecekte bu alanda nasıl harikalar yaratacağı tartışılır. Gerçekte, ne insan ihtiyaçları sınırsız ve sonsuzdur, ne kaynaklar mutlak anlamda kıttır. Ve ne de içinde bulunduğumuz toplumdaki ekonomik faaliyetin temel amacı insan ihtiyaçlarının en iyi şekilde giderilmesidir. Bu üç temel ideolojik argümana dayandırılan bir anlayışın bilimsel olarak sunulması tam anlamıyla bir yıkımdır.
Dünya’da neredeyse tüm değerler ekonomi üzerine dönüyor. Ve bu dengeleri elinde tutan tüm dahi ekonomistlerin işe kıtlık bilincinde başlaması belki de Dünyamızın içinde bulunduğu durumun sorumlularından biri olabilir. Bir insana imkanlar kıt ve sen bu kıt imkanlar pastasında alabildiğin veya satabildiğin büyük payda kadar varsın demek…. Üstelik bunu ekonomi eğitiminin temelinde veriyor olmanın sanki farklı bir amacı varmış gibi değil mi?
Tüketme eyleminin yegane mutluluk kaynağı olarak adeta bir tapınma biçimi haline getirildiği kapitalist toplumda bile insan ihtiyaçları ister çeşitlilik ister miktar açısından sonsuz değildir. İnsan ihtiyaçları sınırsız olsaydı kim veya hangi kuruluş insanların daha fazla tüketmesini sağlamak üzere milyarları reklamlara, pazarlama uzmanlarına, ürün çeşitlendiricilere, piyasa araştırmacılarına harcardı? Buradan çıkarmamız gereken nihai sonuç da aslında sınırsız olanın insanların ihtiyaçları olmadığıdır. Sınırsız olan şey, bilinçsizce satın almaya yapılan teşviktir. Kapitalist ekonomi “bilimi”, iddia ettiği gibi insanın ihtiyaçlarının akılcı biçimde karşılanması üzerine değil, insanın tüketim kapasitesinin arttırılması üzerine kafa patlatır ki, bunda başarısız olduğu da pek söylenemez. İnsanların arzuları ve ihtirasları körüklenir, sosyal bir varlık olan insanın otokontrol mekanizmaları, kapitalist bencillik ideolojisi tarafından kırılmaya çalışılır. Peki baştan beri yaratılmak istenen insanları gözü doymayan ve kıtlık psikolojisinde çılgınca yaşayan bir varlık haline getirmekten başka nedir?
Peki neden bu denli yoğun bir tüketim propagandasıyla karşı karşıyayız? Çünkü kapitalist üretimin temel motivasyonu insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, kâr etmektir.
İnsanlığın geçmişinde, üretici güçlerin geri düzeyi nedeniyle, insan ihtiyaçlarının karşılanması hususunda büyük bir yetersizliğin olduğu ve bu anlamda sınırlı kaynaklar olduğu söylenebilir. Doğal kaynaklarımızın temeli olarak dünyamız sınırlı gözükse bile, onun içerisindeki mütevazı varlığımız açısından bakıldığında dünyanın sahip olduğu kaynaklar sonsuzdur. Dünya üzerinde her bir insana yetecek düzeyde bolluk bereket vardır. İnsanları psikolojilerini bozmak suretiyle doyumsuz hale getirmeye dayalı sistemlere yavaş yavaş veda etmenin zamanı geldi geçiyor. Bunun için iş tabii ki önce eğitimden başlıyor. Eğitirken kavramlara önyargılar yüklememek, bireyleri tüketici olmaya değil insan olmaya teşvik etmek her eğitmenin üzerine düşen görevler arasında. Dünya üzerinde dengeler hızla değişirken insanların her şeyi satın alabildiği sürece var olduğu hissi azaltılmaya çalışılmalı. İnsanoğlunun aydınlanmaya başladığı bu dönemde sistemlerin de işlevini yitirdiği ve insanlığa değil yalnızca paraya hizmet ettiğini anlamalıyız. Bizler Dünyayı sömürmek ve kaynakları tüketmek amacıyla buraya gelmiş hainler değiliz.
Işığımızı ararken yalnızca gerçek ihtiyaçlarımız ile yolumuza devam etmeliyiz. Tatminimiz sınırsız tüketimimizle değil sistem dışında varoluşa yaptığımız katkılar ile olmalı. Kapitalizme hizmet eden köleler olmayı seçersek Dünyamızı ve insanlığı gerçekten kötü zamanlara sürüklemiş olacağız. Ancak gerçekten bilinçlenmemiz durumunda tüm dengeleri pozitif yönde değiştirebiliriz.
Bir de şu tanıma bakalım;
* Ekonomi insanların ihtiyaçlarını karşılama isteklerinin, kaynakları en verimli değerlendirecek şekilde nasıl yönetilebileceğini inceleyen bilim dalıdır.
Gerçekten hangi tanımın Dünya ve insanlığa hizmet ettiğini hissediyorsak o tanımla yolumuza devam etmeliyiz. Kıtlık psikolojisi mi, yoksa bolluk psikolojisi mi?
Merhaba Çiçek Hanım,
Siteye Ece Ergöneç’i araştırırken ulaştım.Yazarları incelerken ‘Ekonomiye Giriş,İnsanlıktan Çıkış’ sloganınızı gördüm.Çok beğendim yazdıklarınızı.Sizin yazınızın üzerinden yaklaşık 5 yıl geçmiş.Şu anda korona günlerini yaşıyoruz.Doludizgin insanlıktan uzaklaştığımız bir dönemde sanki kenardan bir kova soğuk su attılar yüzümüze.Şaşkın,ne yapacağını bilmeden evlere kovalandık.İhtiyaçlarımızla olan imtihan günlerindeyiz.
Bu günlere birde sizin pencerenizden bakacağım.
Teşekkürler bu farklı ama bizi dürten bakışınız için.
Sevgili Çiçek Sekban Tüfekçi
“Ekonomiye giriş insanlıktan çıkış”
Bu güzel ve anlamlı başlıktaki yazınızı okudum
Okudum ve çok mutlu oldum
Çünkü
Bu dünyada zorunlu işletme eğitimi almış birisi olarak bu konuda yazı yazmayı düşünüyordum!
Benim uzun süredir düşündiüğüm bu konuda inanın benim düşüncelerime ve düşünemediklerime de tercüman olmuşsunuz!
Gerçekten size çok teşekkür ederim!
Elinize ve yüreğinize sağlık!
Ve de
Bu yazınızı okuduktan sonra
İnsanlığın gelecekteki güzel günleri için umudum bir kat daha arttı!
Sonsuz sevginin sevgisiyle… Selam ve sevgiler
Mustafa Atak
Sevgili Murat öncelikle bu şahane yorumun için teşekkürler. Sanırım isabetli bir yazı yazmisim. Daha bebek arabaları ile başlayan tüketim yarışında gelecek üzerine taşıdığımız haklı endişelerin nedenini sorguladim. Eğitimden itibaren geleceğin yöneticilerine, ekonomistlerine aşılanan dayatma ekonomi kavramı değişse belki bir nebze iyilesebilir dünya daki haksız dağılım.
Sistem önce ürettiği şeye ihtiyacın olduğunu anlatır, sonra bunu reklamlarda hafızana kazır, sonra bunun bir prestij meselesi olduğunu almazsan senin sen olamayacağını bilinç altına kazır. Tüketim ve üretim arasında bir bağ kurar ve her sene ürettiği şeyin sadece şeklini değiştirerek sana yeniden yeniden satar. 10 yıl sonra çıkartacağı teknoloji hazır olmasına rağmen senden on yıl boyunca onlarca kez para alacağı için bunu yapmaz ve sürekli olarak Kendin Ol, Stilini yarat, Ayrı ol, tek ol, benzersiz ol, diyerek aynı model üretimleri milyonlarca insana satar ve satın alan herkeste kendisini tek sanmaya devam eder 🙂
Mutluluğun tüketimde olduğunu ve tüketimin gerekli olduğunu ve bunun içinde para kazanman gerektiğini hatta daha çok kazanarak daha iyilerini de elde edebileceğini sana öğretir. Öyle bir hale gelirsin ki ne kadar kazanırsan kazan hep borç içinde büyümeye devam edersin. Çünkü kazancın ile ilişkilendirilmiş yaşam modelleri sunar sana, az maaş alıyorsan, şu markayı giymelisin ve şu mahallede yaşamalısın, maaşın ya da kazancın artmaya başlayınca kıyafetlerinin markası, oturduğun semt değişir ve araba alman gerektiği söylenir. Biraz daha çok kazanmaya başladığında, yine semtin değişir, daha iyi bir araba alırsın ve tatillere çıkmaya başlarsın… Biraz daha artınca bütün bunların en lükslerine sahip olman gerektiği söylenir, bin tl maaş alırken simit yemeye çalışırken, daha yüksek gelirlerde üçbin tl’lik kol çantası alırsın, bu masal böyle devam eder.
Kişiler bütün bu büyümenin içinde pek mutlu değildir çünkü hep daha iyisi ve daha pahalısı vardır ve her zaman ona ulaşması gerekmektedir ve sürekli de borç almaktadır ve onu ödemeye uğraşmaktadır. Ekonomi ve mutluluk ve insan karmaşası böylece devam eder gider ve Sevgili Çiçek dediğin gibi, Çünkü kapitalist üretimin temel motivasyonu insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, kâr etmektir. böyle olunca da mutsuzluk ve sömürü kendi içinde döngüsel bir yol izleyerek milyarlarca insanı yönetmeye devam etmektedir.
Çiçek Hn yazınıza ve “yeni ekonomi” tanımınıza bayıldım.
Yüreğinize, emeğinize sağlık …
Füsun hanım beğendiğiniz için ne mutlu bana. Çok teşekkür ederim.
“Ekonomi insanların ihtiyaçlarını karşılama isteklerinin, kaynakları en verimli değerlendirecek şekilde nasıl yönetilebileceğini inceleyen bilim dalıdır.” tanım harika – yazı da öyle. Gönlünüze, kaleminize sağlık.
Ben de hediyemi yıllar öncesinden bir yazımla bırakayım. Sevgiler…
“Ali” Kimin Adı?
Gerekli gereksiz her şeyi, zamanla yarışarak, mücadele ederek “delicesine” ve gereğinden fazla üretmeye çabalayan bir düzen.
Bu düzende kendini paralayan ve duyduğu derin acıyı, bulduğu her şeye çekirge sürüsü gibi saldırarak, açgözlülükle, çılgınca tüketerek unutmaya çabalayan insancıklar…
Ama bir kenara yığıp istiflediklerimiz de yetmiyor; kalçada, göbekte biriktirip şişirdiklerimiz de. Kirlendik bir kere.
Sahip olmak istedikçe; sahip olduğumuzu sandığımız hiçbir şeyin yetmeyeceğini göremiyoruz. Bu düzenin kör duman kargaşasında aslında bize sahip olanları çoğalttığımızı göremiyoruz. Hep sahip olduklarımızdan daha fazlasına köle olduğumuzu göremiyoruz. En acısı da, asla herhangi bir şeyin sahibi olamayacağımızı göremiyoruz.
Tüm denizler balığındır; ama balık denize sahip değildir.
Tüm gökyüzü kuşlarındır; ama kuşlar göklerin sahibi değildir.
Toprak ağacın, meyve toprağın malı değildir.
Çocuk annenin, kadın erkeğin mülkü değildir.
Aldığım nefes, içtiğim su, döktüğüm gözyaşı…
Bu beden; ellerim, ayaklarım, gözlerim…
Zaferlerim, düşüşlerim, hüzünlerim…
Ne tarihim, ne de geleceğim…
Hatta kimlikteki adım;
“Ali”
O bile benim değildir.
Ali Bey bu şahane yorum için çok teşekkür ederim. Sistem başlı başına tuzaklar ile doluyken bizler bu tuzaklar için uyaranlariz umarım daha çok kalbi ve zihni aydinlatiriz. İyi günler diliyorum.
Teşekkür ederim. Umarım mümkün olduğunca kişiye ulaşabilir yazı.
Güzel bir yazı beğendim.Okumayanların eksikliği ne yaparsın.bakış açılarında bir değişim yaratabilirdin …
Yine güzel bir yazı yine Çiçek Sekban Tüfekçi.
Beğenmenize sevindim. Dikkat çekmek istediğim nokta sistemin eğitimde önyargı ve beyin yıkama ile işe başlayarak geleceğimiz üzerinde akıllara zarar planlar yapıyor olması. ve bu çok can sıkıcı.
Tespitlerin çok doğru ve çok ince noktaları müthiş analiz etmişsiniz .Çok güzel ve yere basan bir yazı kalemine sağlık yazılarınızı okumak katkı sağlıyor . Daha geniş kitleleri hakediyorsunuz ve onunda olacağından eminim …