Minnesota’da okul yılının başında, her çocuğa bir “fırtına evi” atanırmış. O zamanlar çocuklar evlerinden çok uzakta okula gittikleri için okul günlerinde bir fırtına çıkarsa eve dönemezlermiş. Bu durumda o gece onlara atanan “fırtına evi” onları içine alırmış. Minnesota’da Lake Woebegone adında bir kasabayı anlatan Amerika’lı yazar Garrison Keillor, okulun ilk günü eline tutuşturulan kağıtta ismi yazan ailenin oturduğu evi görmeye gittiğini anlatır:
Ormanda yolunu kaybetmiş çocukların ansızın karşısına çıkan ve mutlu sonla bitecek bir hikayenin içinde oldukları için onlara şanlı olduklarını hissettiren iyi kalpli yaşlı bir çiftin evine benziyordu. İşte Kloeckls’ların bende uyandırdığı duygu buydu… Gerçi kendi ailem, şayet bilseydiler Katolik bir aileye atanmış olmama ne derdi bilmiyorum… Ama ben Koeckls’ların beni sevdikleri için şahsen beni kendi fırtına çocukları olarak seçtiklerini hayal ederdim. Oku müdürüne “O!” demişlerdi. “Bir fırtına olursa, biz o çocuğu istiyoruz! Şu sıska gözlüklü çocuğu!”
O yıl okul döneminde hiç bir fırtına olmamıştı, tüm kar fırtınaları uygun bir şekilde ya akşamları ya da haftasonları olmuş ve ben Kloeckls’larda kalma fırsatı bulamamıştım. Yine de hep aklımdaydılar ve hayallerimde giderek gelişmişlerdi. Benim Fırtına Evim.
Kar fırtınası yaşanan ne tek fırtına ne de en kötüsüydü. Daha korkunç şeylerin olabileceğini hayal ederdim. En kötüsü başıma geldiğinde, Kloeckls’ların kapısını çalar, “Merhaba, ben sizin fırtına çocuğunuzum” derdim.
“Aaa, biliyorum” derdi kadın. “Ne zaman geleceğini merak etmeye başlamıştım. Seni gördüğüme sevindim. Sıcak çikolata ve yulaflı kurabiyeye ne dersin?”
Masada otururduk. “Fırtına süreceğe benziyor.”
“Evet.”
“Kötü bir fırtına olacakmış. Durmadan önce daha da kötüye gidecekmiş. Bu havada dışarıda olanlar için dua ederim.”
“Evet.”
“Ama geldiğine çok sevindik. Anlatamam ne çok sevindiğimizi. Carl! Gel bak kim gelmiş!”
“Fırtına çocuğumuz mu?”
“Evet! Ta kendisi!”
Yaşamlarımız hergün fırtınalara maruz kalıyor. Bazı fırtınalar yeni bir yaşam düzeni getirip, dönüşüme yol açabiliyor ama çoğu bizi altüst ediyor, zorluyor ve çaresiz bırakabiliyor. Yazı Evi’nde yürüttüğüm Yazıyla Terapi çalışmalarında ilk gün Garrison Keillor’un bu hikayesini okuruz, sonra yazmanın, bir kalem, bir kağıt ve onlar birleştiğinde dökülen kelimelerin nasıl bizlerin Fırtına Evi olduğunu konuşuruz.
Yazıyla Terapi masamızın etrafında farklı farklı Fırtına Evlerine şahit oldum. Fırtınayı çok net anlatabilen ama Fırtına Evini göremeyenler oldu, sıcacık, sarıp sarmalayan sarı ışıklı evler oldu, karanlık, soğuk, boş fırtına evlerinde üşüyen, korkanlar oldu, fırtına da fırtına evi de kendisi olanlar oldu. Beni en çok etkileyen ise dostunu Fırtına Evi olarak göz yaşlarının eşliğinde anlatan katılımcımız olmuştu. Fırtına Evi bazen bir mekan, bir obje, bazen bir insan, bazen de bir eylemimizdir… Aslında Fırtına Evi sizin sığınacağınız, fırtına geçene kadar bekleyebileceğiniz, fırtınalarla baş etmeyi iyi bilen ailelerin sizi içine aldığı yerdir.
Fırtına Evi, Amerika’da her ne kadar gerçek olsa da, biz yazıda onu bir metafor olarak kullanıyoruz. Metaforlar çok güçlüdür ve özellikle Yazıyla Terapi’de metafor kullanmak çok etkilidir. Metafor ile travmayı, yaşananları kendimizden uzaklaştırarak anlatıp, olaylarla aramıza mesafe koyduğumuz için yaşananlara daha net bakabiliriz. Metafor ile yaşananlara dışarıdan, uzaktan bakınca içinde boğulmaz, bir umut, bir ışık, yaşananlara bir anlam bulabiliriz.
Sizin bugün fırtınanız nedir? Kar mı? Yağmur mu? Rüzgar mı? Önce fırtınanızı tarif edin. Sonra o fırtınadan sığınmak için gireceğiniz fırtına evini anlatın. Sizi karşılayan birileri var mı? Hangi renkler hakim? Kokular nedir? Belki fırtına eviniz bir insandır. O zaman tüm bunlar onun için de geçerli olacaktır. Fırtına evlerini benimle paylaşmak isteyenler yesimcimcoz@gmail.com adresine gönderebilirler. Ben de, sizin fırtına evlerinizi yayınlarım.