“Minik detaylarda büyük mucizeler hissetmek içsel bir Şükran ile derin bir yetersizlik hissettiriyorsa doğru yoldasın.”
Çünkü ancak o zaman sana sunulanın kıymetini bilir ve gösterirsin.
Yaradan, sistem, bize öyle emsalsiz, tarifi henüz mümkün olmayan öyle muhteşem nimetler, duygular, bedenler, ruhlar, düzen ve sevda vermiş ki onu ne yapsak ödenmez. Ne anlını secdeden kaldırsan yetmez (egonu yensen, benliğini teslim etsen. Zihnin ile benliğin eş zamanlılığı)

Ne takvaya ersen sinmez (Artık pürü pak arınmışlık halinden tüm negatifliklerden korunma liyakati, yüksek titreşim hali, Yaradanın gözü ile bakma, onun eliyle verme).
Ne geceni gündüze çevirip dünya varlığı için hizmet etsen,
Ne yüzlerce çocuk, binlerce yaşlı sevindirsen
Ne, ne, ne. Bu sonsuz bir çark ve gider.
Yetmez…
Ama yaklaştırır.
Zaten yaklaşmamız istenir.
Çünkü biz varlıklar, beşeriz ve şaşarız.
Her an maddenin cazibesine kapılır ve büyülenebilir, omurgamızı eğebilir, emek emek yaptığımız kalıpları kırabiliriz.
Doğrumuzu dağıtabilir ve düzeni yıkabiliriz.
Sözümüzü bozabilir, bugün tuttuğumuz eli bırakabilir,
Yüzüne baktığımıza sırt çevirebilir, doğruyu yalana, yalanı doğruya çevirebiliriz.
Sulu götürüp susuz getirebilir,
Yıkayıp boyayıp yeniden satabiliriz.
Çünkü Beşeriz ve bununla sınanmak için, bunu görmek bilmek bu köprüden nasıl geçileceğini ve günün sonunda bu dünya okulundan tekamülümüzü anlımızın akı ile yapıp nasıl mezun olacağımız bizden istenir.
Ve böylesi solcu bir hayatta nasıl sağ çıkacağımız.
İşte asıl farkındalık, o Tünelin başı burada o kapı tamda o anda açılıyor ; bunu bilmek ve bu gerçek ile yüzleşip daima muz kabuğu üzerinde yürürcesine tetikte olmak. Ama neyin tetiği; doğru ve saflıktan şaşmama tetiği.
Bu günümüz hayatında biliyorum hiç de öyle kolay değil ama mümkün.
İşte burada sıkı sıkıya sarılacağımız şey ise “vicdan “.
İnsan her şeyi sonradan kazanır ama kalbinde vicdanı olmayanın işi kesattır.
Gözünün önündeki perde çelikten duvar,
Şuuru bulanık sular gibidir.
O kendini hiç yetersiz hissetmez o hep tamdır.
Ego tavandır,
Güç zehri damarlarda akan dört nala koşturan atlar gibidir.
Dünya işi ile gözü kör olandır.
ve o aşkla yoğrulmuş sunaklarda sunulan nimet ve varlıkları görmez,
Sunağın kimden ve nereden geldiği ile, Aslolan hakikat ile ilgilenmez.
Sanki zaten olması gereken, zaten var olan bir şeydir o nimet.
Kendinden bilir.
ve zaten sistem, evren, yaratan artık ne demek isterseniz onun insana hediye değil mecburiyet gibi gördüğü sadece “Şeylerdir”
Ama ne zaman Beşerden çıktık insan olma yoluna girdik işte o zaman gördüğümüz tüm detaylardaki mucizeler derin bir Şükran duygusunu huşu halinin çapasını atar gönlümüze ve yaratılan her zerrenin mucizesinin uyanışı bizi Biricikleştirir hiçlik mertebesinde.
Yetersizlik duygusu girer her hücremize. Bu ne küçüklük ne ezikliktir İnsan dilinde, bu bil ki Beşer gözünde.
İnsan yücelir küçüldükçe.
Vicdan arttıkça kin azalır.
Sevgi çoğaldıkça anlayış güzelleşir.
Derine indikçe benlik Arif olur Arşa değer,
Kamil oldukça nakıs yok olur.
Kendinden bilmedikçe bastığın yer gül bahçesi,
Gördüğün şey ötenin ötesi.




Canım Bigecan, “Minik detaylarda büyük mucizeler hissetmek içsel bir şükran ile derin bir yetersizlik hissettiriyorsa doğru yoldasın.” cümlen, yazındaki ağır yüklerin aslında dönüşüm kapıları olduğuna dair bir işaret gibi. Her şeyin sonradan kazanılan bir bilince açılan kapı olduğunu düşünmek… epey cesur bir öneri ve kendim dahil herkese bunu yapabilme gücü ve direnci diliyorum. Kalemine ve emeğine sağlık.