“Ortada borçluluk varsa karşılıklı beslenme de vardır.”
Bedeninle ruhun el ele sıkışıp her sahnede anlaştığı zaman kendine ihanet etmemiş aradaki dengeyi sağlamış olursun.
Sızlayan yaralarına merhem sürecek kadar dinlenme alanın olsun. Kendine layık görürken çevrene zarar verme. Konu senle senin aranda dursun. Yolun sonunu ve başını önemsediğin kadar aradaki ezdiğin çiçekleri de önemse.
Ne yapıyorum? Bunu neden yapıyorum? Amacım ne? Peki bundan sonra ne olacak yani? diye soruların olsun.
Bu sorular kaliteli yaşam anahtarlarındır. Cevapları uzun soluklu ya da kısa soluklu, önemli değil. Önemli olan bilinçle farkındalıkla bunları sürekli düşünüyor olman, kapıda durman. Kapı açılınca bakacaklar hala orda mısın diye. Değilsen boşa kürek çekmiş olacaksın. Düşünüyorsun öyleyse varsın. Yoksa uykudasın yoksun.
İçimdeki kız çocuğu bir şeyleri canı çektiği için yapmalı ve canı çektiğinde yapmalı.
Hevesimi gözetlerim. Canımın arzularını önemserim. Mesela karnımı doyurmak için yememem gerekiyorsa canımın istediğini yemeyi tercih ederim. Bir şeyleri ciddiyetle söylemezsem içimde tutmak yerine mizahla yine de söylemek isterim. Kendime hala ihanet ettiğim bir sürü yer var.
İçimde yaşamın hızından bunalarak sıkışma yaşayan biri var. Bazen benden ahtapot anne olmam istenir. Onu da yap, orda da dur, onu da satın al, bunu da pişir, böyle bir durumda sıkıntıya düşer, yaptığım her şeyi bırakır 1 saat otururum.
Mutfak bulaşık içindeyken her şeyi bırakıp 2 saat boyunca oturduğumu biliyorum. Ve hiçbir güç beni oradan o işi yapmak için kaldıramaz yoksa mutlaka bir şeyler kırılır ya da ben çevremdekilere bağırmaya ateş püskürmeye başlarım.
Bunlar hep fazla vericilikten. Alın işte kendine ihanet. Oturarak içimdeki kız çocuğuna tamam tatlım seni seviyorum şimdi dinlenme zamanı işleri salla gitsin, şimdi keyfine bak diyorum. Çünkü haklı onu 7-8 saat boyunca ayakta tutmaya, at gibi koşturtmaya hakkım yok. Gerçekte zevkine düşkün birisi dinlenmesi gerekiyor.
Heyecan duymadığın şeyleri kullanmak istemiyor. Heyecan verici olmayan insanlarla yaşamak istemiyor.
Ne yapabilirim konunun benimle bir ilgisi yok, onu mutsuz etmeye hakkım yok.
Tam bir doyum ve dokunma arzusuyla aşkı yaşamak söylediklerinin net anlaşılmasını net anlayabilmeyi istiyor.
Onunla her şeyi konuşabileceğimi biliyorum fakat ses tonumu ayarlamam gerek. Çünkü her şeye inanıyor. O saf yanını bir gün büyütebilirsem daha güçlü bir insan olacağına eminim.
Gerçi gücü ne kadar güçlü olursa olsun mutluluğundan gelecek onun gözlerine mutluluk ve ateş veren bir aşık olmazsa ruhu hiçbir zaman huzur bulmaz.
Gecenin belli bir saatinden sonra hiçbir şekilde ses duymaya katlanamam. Yükselen sesler huzurumu uykumu böler. Ve gece boyu kabus görmeme o konuyu düşünmeme neden olur.
Mesela içimdeki çocuk ;
Sabah kahvaltısında sabah müziği akşam yemeğinde akşam müziği dinlemek ister. Sofrada kim olduğunun önemi yok Çünkü yemek yerken sessizlikten ve ağız şapırtılarından hoşlanmaz. Şapırtı olmasa bile ortamı biraz boğuntuya getirmek iyidir diye düşünür.
Ev işlerini yaparken yemek bulaşık çamaşır her neyse mutlaka kulaklıkla bilmediği bir şeyi dinlemek ister yoksa sıkıntıya düşer. Yaptığı şeyi küçümser. Kendine ancak yeni birşey öğretebilirse tatmin olur. Yoksa boşluğa düşer bu basitliği hazmedemez.
Yemek yaparken Fransızlar ve Almanlar gibi bir kadeh içki içmek ister ki yaptığı şeyden aldığı zevki çoğaltsın. Derdi başı zevke zevk katmaktır. Dünyanın tadına bakmaya gelmiş mübarek. İçkiyi yudumlamak için çevresine insan toplamayı bekleyemez. Acelecidir. Hele ben bir zevkine varayım. Zaten dünyayı güzelleştiririm diye bir misyonu var gurmenin.
Övünmek gibi olmasın da kaliteyi tipinden, kokusundan, sesinden, gözünden tanır; Sonradan değil doğuştan gurme.
Kimin bir gün çok ünlü olacağını bilir. Çocuklardaki yeteneği birkaç günde fark eder. Ondan iyi birçok şey olurdu, olurmuş. Ama; yazar, turizmci, şair, anne, mizahçı, farkındalıklı vs falan olmuş işte, o da muhteşemdir.
Koku alma duygusunun yanında hamileler halt etmiş. Ağız kokusuna, ter kokusuna dayanamaz. Sabunla arasından su sızar. Evde ekmek ve peynir olmasa olur. Ama sabun ve çamaşır suyu olmazsa olmaz.
Neyse uzatmayalım. Sizi siz yapan gerçekleriniz neler? Dökülün bakalım.
Bizler gözyaşlarımızı sevinçlerimizi arzularımızı heveslerimizi erteleriz.
Filmin en acıklı sahnesinde çevremize bakarız biri bize bakıyor mu diye, saçımız önümüze gölge yaparsa belki ağlarız, ya da ağlamayız ama içimizdeki çocuk ağlamak ister.
Çok seviniriz içimizden dans etmek gelir, Çığlık atmak isteriz fakat nazar değmesin diye bu sevincimizi saklar en yakın dostumuza dahi söylemeyiz lütfen birileri sadece bir kişi olsun hayatınızdaki her haltı bilsin.
Heveslerin arzu ve ihtirasların senin gizli Çekmecelerin olduğu için bunları aşığınla paylaşırsın. Yalnız burada da özel alanını koruyarak abartmadan yaparsan Cıvıtmamış olursunuz.
Hiç kimseyle enseye tokat, konumuna gelmemek gerekiyor o zaman değerler yitirilir saygı ayaklar altına gelir.
”İhtiraslarını arzularını heveslerini önce kendine borçlusun, sonra sevdiğin aşık olduğun kişi ile paylaş. Çocuğunu da görmezden gelmeyebilirsin ama abartma.
Çocuklar şımarıktır. Ve bir gün aşıklarına gideceklerdir. Gitsinler. Aman ne sağlıklı ne güzel… Diğer hiçbir kimseye böyle bir borcun yok. Çünkü iç içe geçtiğini tek kişi aşık olduğun kişidir.”
Ortada borçluluk varsa karşılıklı beslenme de vardır.
Diğerleri de kendileri için ve aşık oldukları kişi için heves, arzu, emek, kaynak ve zaman verecekler.
Sizde neler var kendinize ihanet ettiğiniz gün içerisinde sıkışma yaşadığınız hayır demeniz gerektiği halde evet dediğiniz istemediğiniz halde koşa koşa gitmek zorunda kaldığınız zorunluluklar acı veren sıkıntı veren durumlarınız neler onları bir bir tespit ederek azaltmaya ne dersiniz?