Reenkarnasyon: Teori mi yoksa gerçek mi?

“Hepimiz geçmiş yaşamların anılarını silik de olsa muhafaza ederiz. Bir olaya şahit olduğumuzu ya da bir şeyin önceki bir varoluşta başımızdan geçmiş olduğunu sıkça hissederiz. Fakat bu şart değildir; değerli olan bizimle kalan deneyimin sonucu olan özüdür.” Manly P. Hall

İnsanlar doğar, yaşar ve ölür. Kimileri erken, kimileri ise ‘vaktinde’… Gerçi ölümün vakitli olup olmadığına nasıl karar verebiliriz ki? Sadece yaşlanan insanların ölmesi gerektiğini düşünüyoruz; dolayısıyla genç ölen insanlara da üzülüyoruz, hatta acıyoruz. Özellikle bebekken ölenlere, ‘cennete gitti’ diyoruz. Çünkü onların ‘günahsız’ olduğunu ve dolayısıyla cennete gitmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Peki aslında öyle mi? Ya düşündüğümüz gibi değilse? Mesela engelli doğan bireylerin, engelsiz doğan bireylerden ruhen ne eksiği olabilir ki, Allah onları böyle yaratmıştır? Ya da bazı insanlar zengin olurken, neden bazıları fakirdir? Hatta bazı insanlar evsiz bir şekilde sokaklarda yaşamını sürdürürken; bazıları da birçok mal mülk yapıp, içinde oturmuyor bile… Tüm bunlar adaletli mi? Bu sorular birçok insanın zihnini, asırlardır meşgul etmekte ve istemsizce bunların bir açıklamasını aramaya itmektedir. Bu arayışın cevabını ise reenkarnasyon teorisi veriyor gibi gözükmektedir.

Reenkarnasyon: Teori mi yoksa gerçek mi?

Reenkarnasyon (Tekrardoğuş) Nedir?

Reenkarnasyon aslında insanlık tarihinde uzun bir süredir kendine yer bulmaktadır. Bazı efsanelerde, folklor anlatılarında, dinsel metinlerde, mitolojide hatta semavi dinlerde bile bu düşüncenin birçok yazılı ya da sözlü hikayesini bulabiliyoruz: Üstü kapalı veya açık olarak… Fakat cehaletin yıkıcı etkisi, bu konunun gerçek anlamda anlaşılmasında her zaman engel teşkil etmiş ve etmeye de devam etmektedir. İnançların yozlaşması ve sömürüye alet edilmesi ise bu konunun sağlıklı tartışılmasını mümkün kılmamaktadır. Öyle ki reenkarnasyonun sadece bir teori değil, gerçekten var olabileceğine inanan ve bunu araştırmaları ile destekleyen, üstelik aralarında bilim insanlarının da olduğu nice araştırmacının, toplumdan dışlanmasına da sebep olmuştur. Körü körüne karşı çıkışlar, bu hakikati aktarmak isteyenlerin önüne set çekmiştir.

Reenkarnasyonun sözcük anlamı ‘ruh göçü’, ‘ölümden sonra yeniden doğuş’ ve ‘tekrar bedenlenme’dir. Reenkarnasyon sıklıkla ‘tenasüh’ ile karıştırılır, fakat reenkarnasyonda, tenasühteki gibi geriye dönüş yoktur. Tenasühe göre bir insanın ruhu, yaptığı işlere göre öldüğünde, hayvan veya bitki olarak geri dönebilir. Fakat reenkarnasyonda ‘tekamül’ esastır ve tekamül her zaman ‘ileriye’ doğrudur. Bu sebeple bir ruh varlığı, insan bedeninde dünyaya gelmişse öldüğünde, hayvan ya da bitki olmasına imkân yoktur. Bu karışıklık yüzünden reenkarnasyon teorisine inanç azalır. ‘Bir insan nasıl olur da bitki olabilir?’ diye sorgulamalara neden olur, ki bu da haklı bir durumdur. Az önce de belirttiğimiz gibi reenkarnasyon teorisini mantığı bu değildir; reenkarnasyonda ilerleme vardır. İnsanlar tekâmül ettikçe, insan olarak gelen bir ruh, asla hayvana ya da bitkiye dönüşmez. Ufak ya da büyük, bir şekilde ilerler. Çünkü insan ilerlemek için enkarne olur; yani ete kemiğe bürünür. Fakat bu tek bir yaşam ile mümkün değildir, bu çok kısadır. Ayrıca ödemesi gereken ve diğer yaşamlarından kalan karmaları vardır. Dolayısıyla birçok yaşam, onun tekâmül etmesi ve karmasını ödeme yolundaki basamakları olmaktadır.

Reenkarnasyon inancı, Asya ve Hindu geleneklerinin en karakteristik özelliği olsa da aynı zamanda bazı eski Orta Doğu dinlerinde, Maniheizm dininde ve Gnostisizmin yanı sıra Teozofi gibi felsefi hareketlerde de görülür. Elbette Spiritüalizm de buna dahildir.

Antik Yunanlılar, bir ruhun bedensel ölümden sonra hayatta kaldığını ve daha sonra bir insan bedeninde reenkarne olduğunu, en sonunda doğum ve ölüm döngüsünden salıverildiğini ve eski saf durumuna yeniden kavuştuğuna inanıyordu. MÖ. 4. ve 5. Yüzyıllarda ünlü Yunan filozofu Platon, sık sık enkarnasyonlar geçiren ölümsüz bir ruhun var olduğuna inanıyordu. Platon ayrıca Phaidon diyaloğunda şöyle yazar: “Her bir haz ve acı adeta bir çivisi varmışçasına ruhu bedene çiviler, perçinler, bedensel kılar ve onu bedenin bildiklerinin doğru olduğuna inandırır. Bedenle aynı anılara ve arzulara sahip olmakla, zannımca bedenle aynı alışkanlıkları ve yaşam tarzını edinmek zorunda da kalır. Demek ki Hades’e asla arınmış bir ruh gidemez, tersine her zaman bedene bulaşmış olarak göçer. Böyle olunca da hemen yeni bir bedenin içine düşecek, ekilmiş tohum misali orada büyüyecek.”

Bununla birlikte reenkarnasyona inanan başlıca dinler; Asya dinleri özellikle Hinduizm, Jainizm, Budizm ve Sihizm’dir. Hepsi ortak olarak karma (karman; “hareket”) doktrinini, neden-sonuç yasasını benimser; bu yasa, kişinin bu yaşamda yaptığının bir sonraki yaşamda da etkisinin olacağını belirten bir yasadır. Hinduizm’de yeniden doğuş süreci kişiyi Moksha’ya yani bu süreçten ‘kurtuluşuna’ ulaşana kadar sonsuz bir şekilde devam eder.

Çin’de, Japonya’da, Hindistan’da, Tibet’te, Eski ve Yeni Ahit’te hatta İslam’da dahi reenkarnasyon inancının izlerine rastlarız. Örneğin, Kuran’da Allah, ilkin mahlukunu yaratır, ölümden sonra da bunu yaratmayı tekrarlar, der. Buradaki tekrarlamanın reenkarnasyonu anlattığı düşünülmektedir. ‘Sonunda hep O’na döndürüleceksiniz,’ ve ‘Aranızda ölümü biz takdir ettik ve biz yerinize diğer benzerlerinizi getirmemiz ve sizi bilemeyeceğiniz bir yaratılışla ve suretlerde tekrar yapılandırmamız hususunda önüne geçilecekler de değiliz,’ gibi ayetlerini buna delil olabileceğini savunan araştırmacılar ve alimler olsa da aslında bunların muğlak olduğu ve asla kanıtlamayacağını düşünenleri de vardır. Ama bazı İslami mezhepler buna inanmaktadırlar. Örneğin, Şii Müslümanları tarafından takip edilen İmam’ın Öğretisi’nde, reenkarnasyon, öğretinin temelini teşkil eder. Bazı İslami tarikatların ise örneğin Bektaşi’lerin, tenasühe inandığı söylenir. Bektaşiler Allah’ın tüm şeylerde olduğuna, ruhun insan bedeninden ayrıldıktan sonra bir hayvanın bedenine girebileceğine inanırlar. Bu yüzden ölmüş bir insanın ruhunu içeriyor olabilir diye herhangi bir canlıya zarar vermek istemezler.

Kızılderili halklarında ölü bir akrabanın ruhunun yenidoğan bir bebeğin bedenine gireceğine ve çocuğu, kendi ruhu kontrolü ele aldığı zamana(yani ergenliğe) dek koruyup, yol göstereceğine inanırlar. Budizm’e göre Budalığın en yüce mertebesine erişmiş olan kişi, geçmiş varoluşlarını hatırlayabilir.

Bilimsel Araştırmalar ve Sonuçlar

“Yeniden doğuş var; canlılar ölülerden doğar, ölülerin ruhları yok olmaz ve iyi ruhları iyi, kötü ruhları da kötü bir talih bekler.” Sokrates’in Savunması-Platon

Bu konuda araştırma yapan birçok insan oldu, ama şüphesiz bunlardan en önemlisi ve ünlüsü Amerikalı Psikiyatrist Ian Stevenson’dır. Reenkarnasyonun olduğuna inanan ve yaşamını, bunu araştırmaya vakfeden Stevenson, Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın birçok bölgesinden -özellikle reenkarnasyon vakalarını yoğunlaştığı bölgelerden- yaklaşık 3 bin çocuk üzerinde çalışmalar yürütmüş, araştırmalar yayınlamış, kitaplar yazmış ve aslında reenkarnasyonun var olduğunu ispatlamaya çalışmıştır.

Stevenson’ın çalıştığı yaş grubu 2 ila 5 yaş grubu arasındaki çocuklar olmuştur. Zira çocukların 8-9 yaşlarına geldiğinde, geçmiş yaşam anılarının zihinlerinden silindiğini tespit etmiştir. Stevenson ayrıca çalışmalarını fiziksel kanıtlarla da desteklemiştir. Bu kanıtları, özellikle doğum lekeleri ve kusurlarına odaklanmıştır. Mesela boynundan sıkıntı çeken biri, önceki hayatında asılmış olabilir ya da sırtında büyük bir doğum lekesi olan biri, sırtından bıçaklanarak öldürülmüş olabilir. Bu yüzden çalıştığı çocukların bedenlerindeki doğum izlerini ve kusurlarını da çalışmalarına dahil etmiştir. En önemli eserlerinden biri olan ‘Twenty Cases Suggestive of Reincarnation(Reenkarnasyonu Düşündüren 20 Vaka, 1974)’ kitabında bu araştırmalarını ayrıntılı olarak sunmuştur. Stevenson ayrıca bu çocukların aileleri ve çevreleri ile de görüşme yapmış; çocukların hatırladığı olayların doğruluğunu test etmek için ailelerinin geçmişlerini, ölüm belgelerini hatta yaşadıkları bölgelerin yerel tarihlerini bile araştırarak, çalışmalarının güvenirliğini desteklemiştir.

Stevenson araştırmalarında, reenkarnasyonun ayrıca psikiyatride bazı kavramlarla da bağlantılı olduğunu düşünmüştür. Örneğin, geçmiş yaşam anılarının ‘dissosiyatif kimlik bozukluğu’ yarattığını ya da bazı ‘psikosomatik’ rahatsızlıkların buna bağlı olabileceğini düşünmüştür. Reenkarnasyonun belirlenebileceği durumları da sıralamıştır. Bunlar: Hipnotik regresyon, dejavu deneyimleri, hastalıklar ve bağımlılıklar, meditasyon, güçlü duygular, görüler ve hisler gibi… Stevenson ayrıca bu belirgin hatırlamalar için tekrardoğuş dışında başka açıklamalar da var mıdır, konusuna zihnini yormuş ve bazı açıklamalar olabileceğini düşünmüştür. Bunlar: Kandırma, İmajinasyon ve Fantezi, Sahte Hatırlama(kriptomnezi), Genetik Hafıza, Uyanık Rüya veya Psikodrama, Telkin Edici Yol Göstericilik Aracılığıyla Zihne Sokma, Kolektif Bilinçdışı, Obsesyon(başka bir varlığın tasallutu), Süper-Ötesi Duyu Dışı Algılama, Başkalarıyla Özdeşleşme…

Stevenson’ın Çalışmalarından Bir Örnek

Corliss Chotkin Jr. Vakası

Olay, Tlingit(Alaska) balıkçısı Victor Vincent’ın, yeğeni Irene Chotkin’e ölümünden sonra onun oğlu olarak döneceğini söylemesiyle başlar. Bedenindeki ameliyat yaralarını gösterir ve onu bu yaralar ile tanıyacağını, çünkü oğlunun bedeninde de bu yaraların bulunduğu yerlerde, birer doğum lekesi ile doğacağını söyler. Elbette Irene buna şüpheli yaklaşır. Victor 1946 yılında ölür. Ölümünden tam 18 ay sonra, 15 Aralık 1947’de Irene gerçekten bir erkek çocuğu dünyaya getirir ve ona babasının da adı olan Corliss adını koyar. Irene, oğlunun bedeninde gerçekten Victor’ın bahsettiği yerlerde birer doğum lekesi olduğunu görür. Fakat olay burada bitmez. Irene, Corliss 13 aylık olduğunda ona ismini öğretmeye çalışır, ama çocuk ısrarla “Ben Kahkody,” der. Bu Victor Vincent’in mensup olduğu kabilenin(Kızılderili) adıdır. Ayrıca Victor’ın halalarından biri, Corliss doğmadan önce rüyasında Victor’ı gördüğünü ve Corliss olarak geri döneceğini ona bildirdiğini söyler. Üstelik Irene, Victor ölmeden önce aralarında geçen bu konuşmadan ona hiç bahsetmemiştir. Corliss 2 ila 3 yaşlarındayken, Victor Vincent’in dul eşi de dahil olmak üzere tanıdığı birkaç kişiyi tanımıştır. Ayrıca Irene oğlunun, Victor’ın yaşarken başından geçen iki olaydan da bahsettiğini fark etmiştir. Buna ek olarak Corliss, Victor’ın gösterdiği benzer özelliklere karşılık gelen çeşitli davranış özellikleri de göstermeye başlamıştır. Örneğin, Corliss tıpkı Victor gibi teknelere ilgi duymaya başlamıştır. Üstelik tekne motorlarını nasıl çalıştıracağını da kendi kendine öğrenmiştir. Bu anılar, Corliss yaklaşık dokuz yaşına geldiğinde silinmeye başlar. Bu da Stevenson’ın dediği yaşlardır.

Bir diğer reenkarnasyon araştırmacılarından biri de Amsterdam Üniversitesi’nin psikoloji ve pedagoji bölümü mezunu ve 1970’den bu yana bağımsız yönetim danışmanı olarak çalışan Hans Tendam’dır. O da tıpkı Stevenson gibi bu konuda ciddi araştırmalar yapmış ve kitaplar yazmıştır. Tendam 14 Aralık 2012’de BİLYAY Vakfı’nda verdiği konferansta reenkarnasyon konusundan şöyle bahsetmiştir:

“Bana göre hayatın genel amacı büyümek, deneyim kazanmak ve gelişmektir. Enkarne olmak, deneyim kazanmak, öğrenmek ve gelişmek için sizi insan bedenine zorlar. Fiziksel bedende olmak, fiziksel bedene sahip olmadan deneyimleyemeyeceğiniz deneyimleri sağlar. Bedensel duyularımız olan görmek, duymak, hissetmek de en sonunda kendimizin farkındalığını kaçınılmaz hale getirir. Enkarne olmak cezalandırılma veya bedene hapsolma değil, bir çeşit iskele kurmaktır. Hani ev inşa ederken iskele kurulur ya, onun gibi. Bedendeyken sinir sistemimiz iskeleyi oluşturuyor, yani kendimizin farkında olmamıza yardımcı oluyor. Bazı ruhlar o kadar uykudadırlar ki uyanmak için enkarne olmaları gerekir. Ve birbirini takip eden hayatlar boyunca ruh büyür. Ruh büyüdükçe sinir sistemimiz olmadan da kendimizin farkında olabiliriz. Kendimizin bir kere farkında olduğumuzda reenkarne olmadan da gelişebiliriz. Dolayısıyla reenkarnasyon ruhun tekamülü, ruhun evrimleşmesi gibi gözüküyor.”

Bir diğer araştırmacı Roger J. Woolger’dır. Woolger, Oxford Üniversitesi’nde psikoloji alanında doktorası olan bir psikologdur ve reenkarnasyon konusuna ilgi duymuştur. Bununla ilgili çalışmalar yapmış ve kitaplar yazmıştır. Reenkarnasyon hakkında şöyle demiştir:

“Psişeyi bir bilgisayar olarak hayal ederseniz, geçmiş yaşamları da onun çalışmasına müdahale eden eski, bozulmuş programlar olarak düşünebilirsiniz. Bunlar silemediğiniz, istenmeyen dosyalar gibi psişenizin en derinlerinde sürekli çalışır; onun kaynaklarını tüketir ve sürekli daha yavaş çalışmasına ve hatta durma noktasına gelmesine yol açar. Günlük hareketlerimizde problemler baş gösterdiğinde, bunlar kişilik seviyesinde programların çalıştırılmasıyla ilgili yaptığımız hataların -bir başka ifadeyle kullanıcı hatalarının- bir sonucu olabilir ve bu tür problemleri çözmek kolaydır. Örneğin, geç kalmaktan endişe ettiğimizde ya da yeterince tertipli olmadığımız için kendimizi suçladığımızda, genellikle yeni alışkanlık edinmeye çalışarak davranışlarımı düzeltebiliriz. Ama ruh seviyesindeki problemler örneğin, depresyon, temizlik hastalığı, yükseklik korkusu, hırsızlık, akıldışı fobiler gibi problemler, psişik geçmişimizde derinlere kök almıştır ve geçmiş yaşamlarımızdan gelen bu motifler, bilgisayar terminolojisinde ‘ölümcül hata’ benzeri bir sonuca yol açabilir. Bir başka deyişle, şimdiki yaşamlarımızda fiziksel ve duygusal problemleri ve ruhun evrimi için ciddi karmik sonuçları doğurabilir.” Woolger da çoğu bilim insanı gibi bu konuya önceleri çok şüpheci yaklaşmış, fakat sonra araştırmaları sonucunda böyle bir ihtimalin olabileceğini savunmaya başlamıştır.

Geçmiş yaşamlar fikrine son derece eleştirel yaklaşan bir diğer ciddi araştırmacılardan biri de Psikolog Dr. Helen Wambach’tır. 1960’larda bu alanda geniş kapsamlı bilimsel bir araştırma yürüten Wambach, ABD’de hakkında en çok yazılan ve konuşulan kadın araştırmacılardan biri olmuştur. Çeşitli gazete ve dergilerde, ‘Geçmiş Yaşamların Hatırlanması: Hipnozla Elde Edilen Kanıtlar’ isimli son eserinde bu konuda bilgiler vermiştir. Geçmiş yaşam regresyonu üzerine yaptığı araştırmalara, önceleri bunun muhtemelen bir fantezi olduğu varsayımıyla yaklaşmış, hatta kasıtlı olarak aldatma niyetiyle uydurulmuş değil, fakat hipnoz altında soruları cevaplamaya istekli, yardımsever bir zihin tarafından yaratılan anılar olabileceğini düşünmüştür. Açık fikirli ancak şüpheci bir duruş benimseyerek fantezi anıları, gerçek geçmiş yaşam anılarından ayırt edebilmek için bazı prosedürler geliştirmiş ve araştırmalarını buna göre düzenlemiştir. Bireysel hipnotik regresyonun tuzaklarından kaçınmak amacıyla, birkaç kişiyi aynı anda geçmiş yaşamlarına geri götürmeyi içeren bir ‘grup hipnozu’ protokolü ile çalışmalarını yürütmüştür. 30 kişilik gruplar halinde deneklerle regresyon seansları düzenlemiştir. Deneklerin, uzanmaları için minderler, matlar getirmiş ve gruba çalışma boyunca onlara rehberlik etmiştir. Analizi kolaylaştırmak için deneklerini hipnotik olarak regresyona tabi tutmuş ve MÖ. 2000, MÖ. 500, MS. 25, MS. 1200, MS. 1500 veya MS. 1850 gibi bir dizi zaman diliminden bir geçmiş yaşam seçmeleri için yönlendirmiştir. Daha sonra deneklerine bir dizi soru sormuş; uyandıklarında ise cevapları hatırlayacakları ve özel bir cevap formunu doldurabileceklerini söylemiştir.

Soruları oldukça ayrıntılı hazırlamıştır. Soruları ise şunları içermiştir: Giyilen kıyafet türü, yemek yemek için kullanılan mutfak eşyaları, ten rengi, cinsiyet, para, sosyal sınıf, ölüm tarihi ve türü. Deneklerden ayrıca ölüm deneyimlerini hatırlamalarını istemiştir. Yaşamlar arasında neler olduğu, mevcut yaşamın nasıl seçildiği, kimin karar vermeye yardımcı olduğu, neden bu yaşam, neden bu zaman dilimi ve amacının ne olduğu gibi ek sorular da sormuştur. Ayrıca mevcut yaşamlarına doğum deneyimi ve fetüsle hangi noktada bağlantı kurdukları ve son olarak, mevcut yaşamlarındaki kişileri önceki yaşamlarından tanıyıp tanımadıklarını sormuştur. Dr. Wambach bu çalışmalarının sonucunda oldukça ayrıntılı yanıtlar almış ve bunları eserlerinde yayınlamıştır. ‘Yaşamdan Önce Yaşam’ kitabından bazı örnekleri sizinle paylaşıyorum:

Evet, doğmayı ben seçtim. Birisi bana seçim yapmamda yardımcı oldu ve sesi çok güvenilirdi. Nazik, yardımsever ve bilgeydi.

“Bu zaman diliminde doğmayı seçtim, çünkü insanların kendi içlerinde istikrara ihtiyaç duyduğu büyük bir değişim dönemiydi. Onlara bir şekilde yardım etmem gerekiyordu. Erkek olmayı seçtim, çünkü işim için bu iyiydi. Annem geçmiş yaşamımda karımdı, babam oğlumdu. Geçmiş yaşamlarımdan birçok arkadaşım vardı.”

“Doğumdan hemen önce dünyada annem olacak kişi ile buluşmaya karar verdiğimde fetüse bağlandım. Annemin duyguları çok olumlu, sevgi dolu ve sıcaktı. Doğum deneyimini sorduğunuzda, etli bir topun etrafında garip karıncalanma hisleri hissettim; bu bendim. Doğumdan sonraki izlenimim mutluluktu ve doktor memnun görünüyordu. Annem ise çok mutluydu.”

Hayır, doğmayı ben seçmedim; geri dönmem emredildi. Bana sadece talimatları takip ediyormuşum gibi geldi (kimin talimat verdiğini bilmiyorum). Hiç öfke hissetmedim, sadece bunun gerçekten benim seçimim olmadığını hissettim. Gelecek yaşamımı yaşamak konusunda oldukça endişeliydim.

Bu yaşamımın amaçlarından biri, insanlığa bir şeyler öğretmek, hizmet etmek ve zihnin daha fazla kullanılmasının geliştirilmesi üzerinde çalışmak gibi görünüyordu. Bu zaman dilimini seçmemin sebebi, bir şekilde psikoloji alanının aklıma gelmesiydi ve psikolojinin çok yavaş hareket ettiğini ve insanlığın ruhsal gelişimini engellediğini hissettim. Cinsiyetimi kendim seçmemişim gibi görünüyordu. Annem geçmiş bir yaşamımda sürekli kavga ettiğim kız kardeşimdi. Babam başka bir yaşamımda büyükbabamdı.”

Katılımcılarının %85’i çok olumlu deneyimler yaşamıştı. Nadiren de olsa tekrardan bedenlenmeyi istemeyen kişiler de olmuştu. Bu istemeyen kişileri yüreklendiren bazı rehber varlıklar olmuş ve bazılarının seçimlerini bizzat bu varlıklar, zorunlu olarak onlara yaptırmış gibi görünüyordu. Wambach ayrıca ölüm deneyimleri ile ilgili de araştırma yapmış, bunları da kitaplarında paylaşmıştır.

Almanya’da Tekrar Dünyaya Gelen Kız

Şimdi sizlerle son olarak Ruh Dünyası dergisinden aldığım bir reenkarnasyon vakasını paylaşmak istiyorum.

Reenkarnasyon Teori mi yoksa gerçek miHelene Harquard isimli küçük bir kız, otomobil kazası geçirinceye kadar gayet normal bir çocuktur. Fakat kaza geçirdikten sonra başından yara almış ve hastaneye kaldırılmıştır. Hastanede uzunca bir süre komada kalmıştır. Onun tedavisi ile ilgilenen doktorunun ise yaşaması konusunda ümidi zayıftır. Bir sabah, kız gözlerini açmış ve “Ben burada ne arıyorum?” diye hayretle sormuştur. Fakat işin garibi bunu ana dili Almanca ile değil, İtalyanca ile yapmıştır. Halbuki kız İtalyanca hiç bilmiyordur. Yattığı hastanenin başhekimi Dr. Schroeder, bu muammayı çözmeye çalışmış ve bir İtalyanca tercüman çağırmıştır. Tercüman gelince Helene ona, garip bir hikâye anlatmıştır. Kendisinin Rosetta Castellani olduğunu, Padua yakınında, Noventa’da yaşadığını ve 9 Ağustos 1887’de doğduğunu söylemiştir. Üstelik “İki çocuğum var benim,” diye ilave de etmiştir. İsimlerinin ise Bruno ve Franca olduğunu ve Noventa’ya gitmek istediğini dile getirmiştir. Dr. Schoeder aynı zaman bir beyin cerrahı idi ve ilk önce otomobil kazasının, kızın beynini zedelediğini ve onun böyle bir hayale kapılmasına sebep olduğunu düşünmüştür. Fakat hala kızın nasıl olup da birdenbire İtalyanca konuştuğunu çözememiştir. Ve meşhur bir psikolog olan Rohwedder ile bir konsültasyon yapmıştır. Rohwedder, bir Alman kızının İtalyan olduğunu iddia ettirecek böyle bir beyin yarasına bugüne dek rastlamadığını, bunun olamayacağını belirtmiştir. Ve şöyle bir teori öne sürmüştür: Yara, bilinmeyen bir tarzda, küçük Helene’nin 1917’de öldüğünü söyleyen İtalyan kadının şahsiyetini benimsemesine sebep olmuştur. Bu teori doktor Schoeder’e çok zoraki bir yakıştırma olarak görünmüş ve nihayet olayı araştırmaya karar vermiştir. Helene’yi ve bir gazete muhabirini yanına alarak Noventa’ya gitmiş ve orada kilisedeki eski bir doğum kayıt defterinde 9 Ağustos 1887’de Rosetta Teobaldi isminde bir kız çocuğunun doğduğunu ve 17 Ekim 1908’de bu kızın Gino Castellani ile evlendiğinin kaydını bulmuştur. Doğum defteri aynı zamanda Rosetta Castellani’nin hasta olup 5 Şubat 1917 tarihinde ölünceye kadar yaşadığı evin adresini de verdiğini görmüştür. Araştırmacılar Rosetta’nın kızı Franca’nın halen bu evde yaşadığını öğrenmiş ve üç adam küçük Alman kızı ile beraber caddeden gitmeye başlamışlar ve kız aniden bir evi göstererek, “İşte bu benim evim!” diye bağırmıştır. Adamlar, kızla beraber eve girmişler ve Helene evin sahibesi kadını görünce, “Bu benim kızım Franca’dır,” demiştir. Sonra kız, normal olarak asla bilemeyeceği Franca’nın çocukluğuna ait olayları sıralamaya başlamıştır. Halbuki Helene ve Franca daha önce birbirlerini hiç görmemişlerdi.

Kimileri için ilginç kimileri içinse bir bilim kurgu görülebilecek bu olayın benzerlerini yaşayan birçok kişi olmuştur. Çoğu bunu gizlemiş ya da çocuksa eğer, anlattıkları ebeveynleri tarafından çocukluk hayalleri olarak görülmüş ya da zihinsel bir rahatsızlığı var denilerek tedavi edilmeye çalışılmıştır.

Halbuki bu konuya bütüncül olarak baktığımızda dünyadaki yaşam için çok iyi dizayn edilmiş bir mekanizma ve büyük bir plan olduğu sonucuna varabiliyoruz. Bizler farklı farklı karmalara sahip olan ruhlar olarak bir beden seçtik ve enkarne olduk. Bu bedenleri, aileleri tamamen kendi hayat planımıza göre seçtik ya da seçtirildik. Burada olmamızın nedeni öğrenmek, deneyimlemek ve ruhlarımızın daha büyük bilgisine katkıda bulunacak belirli dersler ve hedeflere ulaşmaktır. Bu süreçte önceki yaşamlarımızdan tanıdığımız ruhlarla enkarne olduk. Öldüğümüzde ise ruhlarımız iyileşebileceğimiz, deneyimlerimizi değerlendirebileceğimiz ve diğer ruhlarla paylaşabileceğimiz bir ruh alemine geri döner. Dinlendikten sonra ise bir sonraki enkarnasyon planlanır. Yaşanan her yaşam, ruhumuzun büyümesine katkıda bulunur ve sonuç olarak yaşanan milyarlarca yaşamın tüm deneyimleri, evrenin daha büyük bilgisine de katkıda bulunur. Yani işin özü, reenkarnasyon bir teori olmaktan çıkmış gibi görünmektedir.

 

Kaynaklar:

Ruh ve Dünya Cilt I, S. Mehmet Temizel, Arıtan Yayınevi, 2024

Ruh Dünyası Dergisi Cilt I, Şubat 1963

Reenkarnasyon, Manly Palmer Hall, Mavi Kalem Yayınevi, 2022

Tekrardoğuşu Keşfetmek, Hans Tendam, Ruh ve Madde Yayınları, 2012

Geçmişi Yeniden Yaşamak, Dr. Helen Wambach, Ruh ve Madde Yayınları 1985

Geçmiş Yaşamlarınızı İyileştirmek, Roger J. Woolger, Ruh ve Madde Yayınları, 2011

European Cases of Reincarnation Type, Ian Stevenson M.D., McFarland & Company INC. Publishers, 2003

Twenty Cases Suggestive of Reincarnation, Ian Stevenson M.D., University Press of Virginia

2002

Reliving Past Lives-The Evidence Under Hypnosis, Dr. Helen Wambach, White Crow Productions Ltd., 2021

Where Reincarnation and Biology Intersect, Ian Stevenson, Greenwood Publishing Group, 1997

https://ibrt.org/f/the-pioneering-work-of-dr-helen-wambach

https://www.unicorn-tr.com/post/karma-kader-ve-ozgur-irade-hans-tendam

https://medium.com/@vitalanalysis/reenkarnasyonun-bilimsel-i%CC%87zleri-ian-stevensonun-%C3%A7al%C4%B1%C5%9Fmalar%C4%B1-bizden-gizlenen-daha-fazlas%C4%B1-var-29e959d18d27

https://www.britannica.com/topic/reincarnation

https://www.theosophical.org/publications/quest-magazine/reincarnations-white-crow

 

Yazar

Benzer yazılar

1 Yorum

  1. Murat Tali - YY

    Bu yazıyı okurken kendimi hem düşünceli hem de büyülenmiş hissettim. Nora Gülüm Erdinç, reenkarnasyon gibi derin ve gizemli bir konuyu bu kadar açık ve etkileyici bir şekilde ele alarak gerçekten takdir edilesi bir iş çıkarmış. Yazı, sadece bilgi vermekle kalmıyor, aynı zamanda okuyucuyu kendi inançları ve düşünceleri üzerine derinlemesine düşünmeye davet ediyor. Reenkarnasyonun teori mi yoksa gerçek mi olduğu sorusu, herkesin kendi içinde bir cevap arayacağı türden. Eğer siz de yaşamın ötesine dair merak duyuyor veya bu konuda kafa yoruyorsanız, bu yazı tam size göre. Kesinlikle okunması gereken bir yazı! Emeğin için teşekkür ederim Gülüm…

    Yanıt

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir