Reenkarnasyon fikri, bilimi ve felsefeyi nasıl sarsıyor
Reenkarnasyon… Hem çok tartışmalı hem de binlerce yıldır aklımızı kurcalayan bir teori… Kimileri inanıyor kimileri ise bilim-dışı olarak görüyor ve böyle bir şeyin mümkün olamayacağını iddia ediyor. Bu iddiaların çoğu bilimsel olmadığı yönündeyken, bir kısmı ise eğer böyle bir şey olsaydı, dini kitaplarda da geçerdi şeklinde oluyor. Kısacası ya tamamen inanılıyor ya da tamamen reddediliyor. İnananların bir kısmı bu teoriyi ya çarptırıyor ya da sıklıkla tenasüh(ölümden sonra hayvan veya bitkiden bedenlenme) ile karıştırıyor. Bilim gözlüğü ile bakan ve daha materyalist düşünenler ise buna açık kapı bile bırakmıyor. Şimdi bu inanç ya da teori nedir, kısaca bir göz atalım.
Reenkarnasyon Nedir
Reenkarnasyon; geniş anlamıyla, bir ruhun veya bilincin, fiziksel bedenin ölümünden sonra başka bir bedene veya varoluş biçimine yeniden doğuşu inancıdır. Bu inanç, tekrar doğum ya da ruh göçü (metempsikoz) olarak da bilinir.
Reenkarnasyonun temelini oluşturan öğeleri:
Ruh/Bilinç: Ölümsüz olduğu varsayılan, bireyin kişiliğini, deneyimlerini ve bilgeliğini taşıyan tözdür. Bedenin parçalanmasından etkilenmez.
Göç: Ruhun eski bedeni terk edip, genellikle yeni bir fetüs veya yeni doğmuş bir bedene yerleşmesi sürecidir.
Döngüsellik: Bu göçün bir kereye mahsus değil, ruhun belli bir amaca ulaşana veya aydınlanmaya erişene kadar devam eden bir dizi yaşamdan oluşmasıdır (Samsara).

Amaç ve dinamikleri (özellikle Doğu felsefelerinde):
Karma (Eylem/Neden-Sonuç): Bireyin önceki yaşamlarında yaptığı eylemler (iyi veya kötü), mevcut yaşamının ve gelecekteki reenkarnasyonlarının koşullarını belirler. Ruh, geçmiş yaşamların karmik sonuçlarını deneyimlemek ve dengelemek için yeni bedenlerde doğar.
Tekâmül (Gelişim): Her yeni yaşam, ruha öğrenme, hatalarını düzeltme ve manevi olarak yükselme fırsatı sunar. Reenkarnasyon döngüsünün nihai hedefi, genellikle Mokşa (Kurtuluş) veya Nirvana’ya (Aydınlanma) ulaşmak, yani yeniden doğuş döngüsünden kalıcı olarak kurtulmaktır.
Bu inanç binlerce yıldır bazı dinleri, felsefeleri ve öğretileri şekillendirirken, özellikle Rönesans ve sonrası güçlenen, doğayı bir makine gibi algılama, materyalist bilim anlayışı ve metafizik öğeleri devre dışı bırakma etkinliğinden sonra bilim dışı olarak kabul görmüştür. Fakat görünüşe bakılırsa gücünü pek yitirmemiştir.

Reenkarnasyon Neden Bilim Dışı İlan Ediliyor
Bilim, metodolojik natüralizm (bilimsel araştırmanın sınırlarını ve yöntemini belirleyen bir ilke) ilkesine dayanır. Bu, evrendeki olayların doğal (doğaüstü olmayan) nedenlerle açıklanması gerektiği anlamına gelir. İşte reenkarnasyon da bu çerçevenin dışına çıkar. Bilimsel bir iddianın geçerli sayılması için deneysel olarak gözlemlenebilir, ölçülebilir ve bağımsız araştırmacılar tarafından tekrarlanabilir olması gerekir. Reenkarnasyon iddiaları ise standart laboratuvar koşullarında deneye tabi tutulamazlar. Bu en büyük itiraz nedenidir. Bir diğer neden; bilincin ve benliğin (kişilik) beyin aktivitesinin bir ürünü olduğunun düşünülmesi ve beyin öldüğünde bilincin de sona ereceğinin düşünülmesidir. Reenkarnasyon teorisinin iddiası ise bilincin beyinden bağımsız olarak var olduğu ve başka bir bedene aktarılabileceğidir.
Dolayısıyla bilim için bu çok soyut ve anlamsızdır. İşin ironik yanı ise özellikle son zamanlarda ölüme yakın deneyimler yaşayan insanlarla yapılan bilimsel çalışmalar aslında bize, bilincin beyinden ayrı olabileceğini de göstermektedir. Kim bilir, belki ileri tarihlerde beyin-bilinç bağlılığı farklı bir evrimsel süreç izleyecektir. Son olarak da bilimsel bir teorinin yanlışlanabilir olması gerekir ve reenkarnasyon teorisini yanlışlayabilecek bilimsel bir test de henüz yoktur. Henüz diyorum; zira bilim ve teknolojinin ilerlemesine baktığımızda belki bir gün böyle bir test geliştirilebilir ve bu durum da değişebilir.
Bilimin Reenkarnasyona Getirdiği Eleştiriler Çürütülebilir mi
Reenkarnasyon araştırmacıları (özellikle Dr. Ian Stevenson ve onun University of Virginia’daki çalışmaları gibi) bilimin bu itirazlarını ele almak için özel vakaları ve argümanları kullanır:
- Detaylı Vaka İncelemeleri ve İstatistiksel Analiz
Stevenson ve ekibi, özellikle küçük çocukların (3-7 yaş arası) spontane geçmiş yaşam anıları içeren binlerce vakasını toplamıştır. Bu vakalarda, çocukların verdikleri isimler, aile üyeleri, yaşadıkları yerler ve ölüm şekilleri gibi detayların, ölen bir kişinin yaşamıyla doğrulanabilir olduğu iddia edilir.
- Doğum Lekeleri ve Fiziksel İlişkiler
Bazı vakalarda, çocuklar geçmiş yaşamlarında ölümcül yara aldıkları yerlere tekabül eden (Stevenson’a göre %35 oranında) doğum lekeleri veya deformasyonlarla doğarlar. Bu durumun, sadece psikolojik bir iddia olmanın ötesinde, fiziksel bir kanıt oluşturduğu ileri sürülür.
- Bilinç Tanımının Yetersizliği
Bilimin bilinci sadece beyin aktivitesine indirgemesinin, bilincin doğasını tam olarak anlamadığı için bir varsayım olduğu savunulur. Fizik ve nörobilimin mevcut durumuyla açıklanamayan (örneğin, NDE – Ölüme Yakın Deneyimler) pek çok bilinç fenomeni olduğu belirtilir.
Şimdilik bilim camiasında durum kısaca böyle. Biz bir de felsefî açıdan bu teoriyi değerlendirelim.
Felsefede Reenkarnasyon
Elbette tüm filozofların bu konu hakkındaki fikirlerini buraya yazmak mümkün değil. Fakat felsefenin mevcut en eski ve en tutarlı formunu, MÖ 6. yüzyılda Ege Denizi kıyısındaki Antik Yunan’da oluşturduğunu ve bundan sonra gelen tüm filozofların da onlardan etkilendiğini hesaba katarsak, bu dönemin filozoflarından bazılarının bu konu hakkındaki fikirlerini yazmak, sanıyorum yeterli olacaktır.
Pisagor
“Dur, vurma! Çünkü o sevdiğim bir adamın ruhu, bağırışını duyunca onu tanıdım.”
Yukarıdaki cümleyi Pisagor, ölen arkadaşının ruhunun bir köpeğe geçtiğini düşünerek söylemiştir. Tabi bu açıdan bakarsak, Pisagor’un ruh göçü kavramını tenasüh bağlamında değerlendirdiğini de görebiliyoruz. Pisagor’u ruh göçü (reenkarnasyon veya metempsikoz) hakkındaki görüşleri, onun felsefesinin ve kurduğu yaşam tarzı topluluğunun temel direklerinden biridir. Pisagor (MÖ 6. yüzyıl), Batı felsefesinde ruhun ölümsüzlüğü ve başka bedenlere geçebileceği fikrini sistemli olarak savunan ilk önemli figürlerden biridir. Pisagorculara göre ruh, bedenden bağımsız, ölümsüz ve ilâhî bir öze sahiptir. Bu inanç, Hint felsefesindeki Karma ve Samsara döngüsüne şaşırtıcı derecede benzerdir. Ona göre ruh ölümsüzdür ve ölümden sonra var olmaya da devam eder. Beden, ruh için geçici bir hapishane veya kılıftır. Ruhun saf ve ilâhî kökenine dönmeden önce dünyevî kirliliklerden arınması zorunludur.
Reenkarnasyon da bu arınma sürecidir. Hatta Pisagor daha da ileri giderek kendi geçmiş yaşamlarını hatırladığını, bu yaşamlarının birinde Aethalides ve diğerinde ise Euphorbus adlı kişiler olduğunu iddia etmiştir. Pisagor’un ruh göçü görüşü, onun evrenin düzenli ve uyumlu olduğu inancıyla da bağlantılıydı. Evren, matematiksel oranlarla yönetilen bir bütün olduğu için ruhun göçü de neden-sonuç (bir tür karma) ilkesine göre işlediğini düşünmüştür. Bir yaşamdaki erdemli veya erdemsiz davranışlar, ruhun bir sonraki yaşamında hangi bedende doğacağını belirledi ona göre. Amaç, bu zorunlu göç döngüsünden kurtulmak ve ruhun ilk, saf ve ilâhî durumuna geri dönmesidir.
Empedokles
“Ben de bir zamanlar oğlan oldum, kız oldum, çalı oldum, kuş oldum, dalgaların içinde dilsiz bir balık oldum.”
Empedokles’in bu sözü, ruhunun farklı yaşam biçimlerinde (insan, bitki, hayvan) bedenlendiği inancını, yani reenkarnasyon (ruh göçü) düşüncesini açıkça ifade eder. Başka bir deyişle, bu dize ruhun ölümsüz ve sürekli göç halinde olan bir daimon (tanrısal varlık) olduğu, yeryüzünde işlediği hatalar nedeniyle çeşitli bedenlerde cezalandırıldığı Orfik/Pisagorcu inancı yansıtır. Nedir bu Orfik/Pisagorcu yaklaşım? Bu yaklaşım; Antik Yunan’da iki ana akımın, Orfizm (dinsel-mistik bir akım) ve Pisagorculuk (matematiksel-felsefî bir okul) ortak paydada buluştuğu temel bir metafizik ve etik görüşü ifade eder.
Empedokles ve Platon gibi birçok düşünürü etkileyen bu yaklaşımın özü, ruh göçü (reenkarnasyon) ve arınma (katharsis) kavramlarına dayanır. Ruh, ölümsüz, tanrısal bir öze sahiptir. Evrensel Ruh’un bir parçasıdır ve esasen iyidir. Empedokles’e göre ruh, başlangıçta tanrısal, kutsanmış bir durumdan gelir. Ancak evreni yöneten zıt güçlerden olan nefret (neikos) ile yapılan bir hata, yani “azgın, kin güden” ve “öldürme, kanıyla elleri bulama” gibi eylemler sonucunda, ruh bu yüksek durumdan düşer ve kozmik bir sürgüne mahkûm olur.

Platon
“Ölümden yaşama bir dönüş var ve yaşayanlar ölülerden doğuyorlar.”
Platon, reenkarnasyon (ruh göçü) inancını özellikle Devlet eserinin sonunda yer alan Er Mitosu ve Phaedo ile Phaedrus diyaloglarında detaylandırır. Platon’un görüşü, Empedokles’in arınma döngüsüne kıyasla, özgür iradeye ve adalete çok daha fazla vurgu yapar. Platon’a göre ruh ölümsüzdür ve idealar dünyasına ait bir varlıktır. Bedenin ölümüyle ruh, yargılanmak üzere öte dünyaya gider:
Yargı: Ruhlar, yeryüzünde işledikleri iyiliklere karşılık cennet benzeri yerlerde (Kutlular Tepesi) bin yıl ödüllendirilir veya kötülüklere karşılık cehennem benzeri yerlerde (Yeraltı) bin yıl cezalandırılır.
Seçim (Er Mitosu): Ceza veya ödül süresi dolan ruhlar, yeni bir beden seçimi yapmak için bir araya getirilir. Burada ruhlara, yaşam biçimlerini temsil eden çeşitli kuralar (lots) sunulur.
Özgür İrade: Platon, en önemli vurguyu buraya yapar: Her ruh, kendi yaşam biçimini özgür iradesiyle seçer. Bu seçimde ruhun önceki yaşam tecrübeleri ve felsefi bilgeliği belirleyici olur. Ruhlar, bir tiranın yaşamından bir kuğu yaşamına kadar geniş bir yelpazeden seçim yapabilirler (bu, hayvan bedenine geçişin seçimle mümkün olduğunu gösterir).
Unutuş (Lethe): Seçimi yapan ruhlar, dünyaya dönmeden önce Lethe (Unutuş) nehrinin suyundan içer ve önceki yaşamlarını unutarak yeni bedenlerine girerler.
Günümüz Spiritüalizmi ile Karşılaştırma
Empedokles’in reenkarnasyon inancı ile günümüz spiritüalist ve ezoterik akımlardaki enkarnasyon/ruh göçü fikirleri arasında hem temel benzerlikler hem de önemli farklılıklar bulunur.
Benzerlikler:
Ruhun Ölümsüzlüğü: Her iki görüş de ruhun ölümsüz olduğunu ve bedenin ölümünden sonra varlığını sürdürdüğünü kabul eder.
Döngüsel Yaşam: Hem Empedokles’te hem de spiritüalizmde, ruhun tek bir yaşamla sınırlı olmadığı, tekrar tekrar bedenlendiği döngüsel bir süreç mevcuttur.
Arınma ve Yükseliş: Enkarnasyon, bir arınma ve ilerleme aracı olarak görülür. Amaç, maddi bağlardan kurtularak daha yüksek bir varoluş seviyesine ulaşmaktır (Empedokles’te tanrısallık, spiritüalizmde üst bilinç veya tekâmül).
Farklılıklar:
Evrenin Yapısı: Empedokles’in sistemi, Sevgi (Philia) ve Nefret (Neikos) gibi kozmik güçlerin evreni yönettiği ve ruhun da bu kozmik döngüye tabi olduğu bir doğa felsefesi içerir. Modern spiritüalizmde ise bu düzeyde bir “Dört Element” veya “Sevgi-Nefret” kozmolojisi genellikle merkeze alınmaz.
Gerileme Fikri: Empedokles’in aslan veya defne gibi formlarda enkarnasyonu içeren metempsikozis anlayışı, ruhun hayvan ya da bitki bedenlerine geçebileceği anlamına gelir (gerileme). Spiritizm gibi bazı modern spiritüel akımlar ise tekamülde gerilemenin olmayacağını, ruhun yalnızca insan bedeninde doğacağını savunur.
Empedokles’in görüşü, daha çok antik bir mistisizm ve felsefenin karışımıyken, günümüz spiritüalizmi genellikle daha çok bireysel bilinç ve karmik gelişim üzerine odaklanır.
Platon’un reenkarnasyon anlayışı, günümüz spiritüalist ve ezoterik akımlar için köprü görevi görür:
Ortak Nokta (Karma’nın Temeli): Platon’daki “yargılanma” ve ruhun önceki eylemlerine göre ödüllendirilip/cezalandırılıp yeni hayatını seçmesi, modern spiritüalizmdeki karma yasasının Antik Yunan’daki felsefî temelini oluşturur. Hem Platon hem de modern spiritüalizm, her eylemin bir sonucunun olduğunu ve ruhun bu sonuçları deneyimlediğini kabul eder.
Özgür İrade Vurgusu: Platon’un ruha kendi kaderini seçme hakkı tanıması, modern spiritüalizmdeki “ruh planı” veya “yaşam amacı seçimi” fikirleriyle büyük bir paralellik gösterir. Bu, Empedokles’teki zorunlu sürgün fikrinden ayrılan, bilinçli sorumluluğa dayalı bir yaklaşımdır.
Farklılık (Hayvanlara Geçiş): Platon, seçimle dahi olsa hayvan bedenine geçişi mümkün görse de, modern spiritüalistlerin büyük çoğunluğu, ruhsal tekamülde gerileme olmayacağı ilkesiyle bu tür bir geçişi reddeder. Platon’un nihai amacı İdealar Dünyası’na dönmek iken, modern spiritüalizmin amacı yüksek bilinç seviyesine (tekamül) ulaşmaktır.
Özetle; Platon’un reenkarnasyon görüşü, Empedokles’in kozmik ceza döngüsünü, bireysel adalet ve özgür seçim kavramlarıyla derinleştirerek, modern spiritüel düşüncenin temel prensiplerini şekillendiren bir basamak olmuştur.

Şimdi düşünelim: Eğer ruh gerçekten de bedenden bağımsız bir varlık ise yaşamlarımız arasındaki bu döngü, şu anki karakterimizi, yeteneklerimizi ve hatta sebepsiz korkularımızı geçmiş deneyimlerin bir yansıması olarak açıklayabilir mi? Belki de bizlere anlamsız gelen bazı davranışlarımız, düşüncelerimiz ya da korkularımızın sebebi geçmiş yaşamlarımızdandır… Ayrıca bu, basitçe bir “kozmik adalet” sistemi anlamına gelmez mi? Zihnimizde her eylemin her seçimin, yeni bir hayatta karşılaşılan koşulları şekillendiren bir enerji yarattığı derin bir nedensellik ağını oluşturmaz mı? Böylece bu nedensellik ağını fark ettiğimizde, şu an yaşadıklarımızı anlamlandırmamızı sağlamaz mı? Aslında bu teori, kişisel sorumluluk kavramını tek bir ömürle sınırlı kalmayıp, sonsuz bir gelişim yolculuğuna taşıyarak, hayatın amacına dair bildiğimiz her şeyi sorgulamamızı da sağlar. Yani aslında bize zarar vermek yerine, tam tersi bizi daha erdemli olmaya yöneltir. Bu durumda bu teoriye inanmanın ya da araştırmanın ne zararı olabilir?
“Kaderimiz, dışarıdaki yıldızlarda değil, kendi içimizde yatar; biz neysek, oyuz ve gelecek, bizim yaptıklarımızdır.”
William Shakespeare



Sevgili Gülüm, Yazın, insanın aklının yetişemediği ama ruhunun çoktan bildiği bir kapıyı aralıyor. Ölüm, ruh, reenkarnasyon gibi çoğu kişinin korkuyla yaklaştığı konuları sakince, bilgelikle ve derin bir araştırmanın ışığıyla anlamlı kılmışsın. Sadece bilgi aktarmıyorsun; kadim öğretilerin kalbinde yüzyıllardır dolaşan o sessiz bilgiyi, günümüz insanının anlayabileceği bir dile dönüştürmüşsün… Her paragraf, bilinmeyene dokunmaktan çekinenlere ince bir cesaret, arayış içinde olanlara bir yön duygusu, içsel yolculuğa adım atanlara ise güçlü bir ışık sunuyor. Böylesi ezoterik bir konuyu hem duyguyla hem disiplinle taşımak herkesin harcı değil. Sen, bu yazıyla bilginin ötesine geçen bir bilgelik alanı yaratmışsın hem de yazıya ve yazmaya kattığın değer ile fark yaratmışsın. Okuyan kişinin içinde bir merak değil; derin bir hatırlayış uyandıracak bir yazı olmuş kesinlikle. Sessizliğin sesi var yazında. Emeğine, araştırmandaki çabana ve bu kadim konuları böylesine zarif bir ifadeyle gün yüzüne çıkarışına hayran kaldım. Üst düzey değil; üst zamanlı bir çalışma olmuş. Araştırmalarını ve yazılarını hayranlıkla okuyorum. Kalemine emeğine sağlık… Sen hep yaz Çocuk…