Süzdüm yaşamı

Hakkını vererek yaşayan, ölüme gülümser.
Yaşamdan eksiği olan ise ister ha ister.
En çok da, ölümden zaman ister.
Ve ölüm, daima zamansız gelir.

Yaşamında eksiğin mi var? O halde söyle; ne olsaydı her şey tam olurdu? Ülkende, mahallende, evinde, ailende, ilişkilerinde, işinde gücünde; ne olsaydı her şey tam ve eksiksiz olurdu? Ne olsaydı rahatlardın ve içinden daimî mutluluk taşardı? Ne olsaydı çokça plan yapmayı bırakır, çiçeklerle koklaşırdın ve yaşı ne olursa olsun Dünyanın tüm çocuklarıyla çocukça oynaşırdın? Ne olsaydı meseleler edinmeyi bırakır ve her gelene “ya selam” der, kucaklardın?

Süzdüm yaşamı

Bir yanın hafiflemek istiyor; basit yaşamak ve küçük zevklerle yetinebilmek diliyor. Hatta hiçbir şey yapmamayı ve bunu dert etmemeyi becerebilmek; küçük ve sıradan olanda olağanüstü olanı keşfetmek filan istiyor. Kendine küçük, sevimli, belki daha kolay ve kimseye zararı olmayan bir Dünya kurmayı umuyor… Kendine kalmak ve Dünya için önemsiz olmak istiyor; sessizlik ve huzur diliyor, Tanrısal bir neşe ile oyun oynamak ve Dünyayı deneyimlemek; gezmek, görmek, dokunmak ve bunun, böylece yeterli olmasını…

Diğer yanın ise hayat denen bu oyuna bir anlam bulmak ve kendi izini bırakmak, anlam yaratmak istiyor. Her şeyi olmasa da bazı şeyleri değiştirmek ve Dünyada gördüğü eğriliklere göz yummamak, elinden geliyorsa müdahale etmek, düzeltmek… Bu yanın kendinden büyüklük umuyor; zayıfın, ezilenin, garibanın yükünü de sırtlanmak; başkaları için de mutluluk üreterek, adaletli bir Dünya yaratmak; üçkağıtçının, yalancının, düzenbazın, zalimin haddini bildirmek istiyor…

Bir yanın Dünyanın böyleliğine bir türlü razı gelmezken diğer yanın sınırlılığını, öfkeni, suçluluk hissini ve isyanını da kucaklayacak başka türlü bir derinliğe erişmek istiyor.

Bir yanın cahilin açık cehaletinden yakınırken diğer yanın henüz kendi göremediğinden ötürü acı çekiyor.

Ne bir yana ne diğer yana ait olabiliyorsun. Bir tarafa gitsen seni, durduğun yerde durdurmayan suçluluk, pişmanlık, kendine öfke ve her türlüsünden acı karşılıyor. Diğer tarafa gitsen sonu hiç gelmeyecek bir mücadelede heba olmak üzere olduğunu süzebiliyorsun.

İnsanların büyük çoğunluğu, bu iki ucu kirli değneğin bir tarafına ait olarak bölünmüşlüklerini görmezden gelebiliyorlar. Öfkeye ait olmak ya da umursamazlığa ait olmak kolaydır. Seçim yapmak kolaydır. Taraf tutmak kolaydır. Seçimsiz ve tarafsız kalmak zordur.

Her iki uca da ait olmamak, duyarlı olmayı öğrenmektir dostum. Hem kendine hem de hayata karşı duyarlı olmak… Tanrısal bir zarafet ve incelik kazanıyorsun. Bu duyarlılık, kendine ve ötekilere karşı şefkat doğurmadıkça çok büyük acı vericidir. Çünkü kazandığın duyarlılık, artık hayatta var olan acıyı ve bu acının büyüklüğünü görmezden gelmene engeldir.

Kendine şefkat; acıyı görmekte ve fakat ona belli bir mesafede kalarak, o uca kapılmayarak durabilmektedir. Ötekine şefkat ise merkezdeki dengeli ve nötr halini korurken diğer bir ifadeyle hayatın böyleliliğine koşulsuz bir rıza gösterirken acı çekene de el uzatabilmektedir.

Hayatın böyleliğine rıza göstermek, Tanrıyla dost olmak demektir. Hayatın böyleliği oradayken bir garibana “kendiliğinin elverdiği ölçüde” el uzatmak ise Tanrısal olmak demektir. Kendiliğin elverdiği ölçü kaçar ise kendine şiddet başlar. Her insan bir temel tasarımla Dünyaya gelir. Lider değilsin diye kendini dövme misal; belki de öğretmensindir. Kuşlar uçar, sürüngenler sürünür, balıklar yüzer, dağlar da dağ gibi yerinde durur. Aslan isen avlan, geyik isen otlan misal… Ötesi mi? Her şeyi sahibine bırak. Kendiliğinle barış ve kendiliğini sev.

Duyarlı bir insanın farkına varmakla yazgılı olduğu şey, ilahi gözlere ve büyük bir kalbe sahip olduğunda ikiliğin bitmeyeceğidir. Zira var olmak iki kutba, birbiriyle dans eden iki enerjiye sahip olmak demektir. Doğan ve doğacak olan her “şey”, iki yüze sahip olmak zorundadır.

Sevgi ki, o birlenmektir – sevgi; birlikte öğrenmek, birlikte büyümek, birlikte güzelleşmek, hayatı birlikte tatmak, birlikte yeniden doğmak ve paylaşarak bütünlenmek olduğu kadar aynı zamanda bazen görünürde asla birlikte yürümek istemeyeceğin insanlarla birlikte yol almak ve bundan da lezzet çıkarmaktır… Daha hayatta görüntüsüne, sesine, konuşmasına katlanamadığın insanlar varken epeyce yolun var demektir.

Bu Dünyada olanca Tanrısallığınla var ol; Dünya sana ne verdiyse, acısıyla tatlısıyla her şeyi en derininde hisset ve tat. Ama bu Dünyanın malı olma. Hepsini senden zorla alınmadan evvel güzellikle bırak. O çok merakta kaldığın Dünya meseleleri sen onlara ait olmayı bıraktığında da sen onlarla amansız bir mücadele içinde olduğunda da üç aşağı beş yukarı orada olmaya devam edecekler. Dünya sensiz de dönmeye ve birilerini yeterince dert sahibi etmeye devam edecek.

O halde bırak… Bırak her şey öyleyken öyle ve böyleyken de böyle olsun. Bırak her şey nasıl olacaksa öyle olsun. Bu dediğimi yapabilirsen, asıl tutman gerekenleri de gerçekten tutmaya başlayabilirsin.

Süzdüm yaşamı; acıdan ve kahkahadan
Eledim günümü ve gecemi; astım eleğimi.
Ey tatlı ölüm; dilediğinde gel al beni.
Hakkı verilerek pişirilmiş bir ekmeğin kokusu
Yahut ateşten arda kalan, bir damla alın teri gibi.
Hazırım; her an ölebilirim.

Yazar Hakkında

Yok böyle biri !!

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir