İnsan, gördüğüne inanır. Ancak gerçek insan gördüklerinin de ötesinin olabileceğinin farkındadır. Doğduğu andan itibaren etrafını çevreleyen kolektif bilincin içinde homojenleşmeden birey olayı başarabilenin hediyesidir görmek. Görmek, kendin olmaya giden yolun sorgusudur.
Otomatikleşmiş yaşamsal ve tepkisel kalıpların kontrolünden derin bir uykudan çıkar gibi afallayarak çıksak da farkındalık yoluna girmiş bir insan için artık geri dönüş yoktur. Sorgunun yükünü taşımak, düşünsel yetimizin ağırlığını sırtlanmak ve çoğu zaman kemikleşmiş kalıpların taraftarları tarafından yalnızlaştırılsak da; varlığın, kendini gerçekleştirme yolunda attığı ilk adımın zaferi, ruhunun esaretten kurtuluş çığlığıdır.
Kendi yoluna çıktığında artık öğretilmiş, ezberlenmiş olan yaşamını ebediyete uğurlamış ancak hala gerçeğinle tanışmamışsındır. İşte bu boşluk hali yeniden yaratımın, bu sefer kendi gerçek seçimlerinle, kendin ile belki de ilk defa tanışacağın dönemdir. Her şey havada uçuşurken, dağılırken bir an duraklayıp geriye bakarsın. Artık o, içine giremeyeceğin bir karanlıktır. Ruhun cesaret diye fısıldar. ‘’Gerçek, cesurların, hak ediş amacına emek verenlerindir’’ der. Bir adım sonrasını bilmeden sis içinde tedirgin yürürken iç sesin bu sefer ‘’Ben yanındayım, güven’’ der. Güven, yaşam inisiyasyonunda korku ilizyonunu yıkandır, yoluna teslimiyettir.
O güne kadar taşımak zorunda hissettiğin kum torbalarını artık teker teker bırakmaya başlarsın, vazgeçersin, önüne çıkan taşların üzerinden neşeyle zıplar, engellerin aslında yeni fırsatlar için yönlendirmeler olduğunu anlarsın. Tanıştığın herkesin önceden planlanmış olan karşılaşmalar olduğunu bilir, herkesi ve hepsini planlayanın aslında tam da kendin olduğunu hissedersin. Yolun, dönemeçten sonrasını bilmediğin bir maceraya dönüşürken elbette sık sık da düşersin. Kendine adanmışlık sadece neşe içeren değil ayrıca yüzlerce kez yıkılıp yanılmayı, dönüştürmeyi, sorduğun, algıladığın her olay ve olguyla tekrar tekrar yüzleşip, içe dönüp zanlarını ve sanrılarını kabuk kabuk soymak da demektir. En ıssız bilinmezliklerimizi su üzerine çıkarırken, sahte benlikleri ruhumuzdan sıyırırken bile yolda tek arzu yine ‘’idrak ‘’ edebilmek oluyor. Çünkü bu aşamada olgulara yüklenen duygulardan arınılmış, kurban psikolojisinden çıkılmış ve acı beden terbiye edilmiştir. İdrak…
Ezberlenmiş duygulardan arınmış, eşleşmelerden özgürleşmiş bir zihin artık görmeye başlar. Gerçeği görmeye başlar. Ancak gördüğü gerçeğin bile sadece o an ki bilinç seviyesine denk olduğunu bilir, kendi düşünsel akışını kapatmaz. Kısıtlanmamış bakış açısı belli bir farkındalıktan sonra kendi içinde devinim ile gelişmeye başlar. Kişi, atlatılması belki de en zor basamak olan kolektif duvarını aşmaya başladıkça kendi evreninde tek ama bütünden de ayrı olmadığını fark eder. Yolun ilk başında koptuğu ve uzaklaşmak istediği bütüne bu kez seyir halinde ve tam farkındalıkla girer. Artık bilir ki sadece yaşamak değil, seyir halinde idrak da deneyimdir. Artık sadece kendinindir.