“Hayat gizemlerin çözülmesidir. Daha ötelere yolculuk ettikçe daha fazla gerçeği idrak ederiz. Kapımızın önündeki şeyleri anlamaya çalışmak, daha ötelerde yatanları anlamak için en iyi hazırlıktır.” Hypatia
Bundan 1600 sene önce yaşamış ve vahşice bir hiç uğruna katledilmiş güzel, aynı zamanda zeki bir kadın olan İskenderiyeli Hypatia’dan bahsetmek istiyorum. Hypatia filozof, astronom, matematikçi ve bilime önemli katkıları bulunmuş; aynı zamanda güzelliğiyle dikkat çeken bir kadındı. Adeta tanrıça Afrodit’in bedeni ve ilham aldığı filozof olan Platon’un zekâsının birleşimi gibiydi. Hypatia kendisi gibi filozof olan Theon’un kızıydı. Hem babası hem de kendisinin zekâsı ve adalet arzusu yaşadığı dönemde “erkekler dünyası” olarak bilinen bilim ve felsefe alanında zirveye çıkmasında oldukça etkili olmuştu.
O zamanlar Roma’nın bir eyaleti olan İskenderiye’nin meşhur kütüphanesi henüz yakılmamış; o nadide kitapların hatta kimilerine göre Atlantis ve Mu uygarlıklarının ezoterik bilgilerini içeren papirüsler talan edilmemişti. Felsefe saygın bir bilimdi ve yeni Platoncu geleneğinin hâkim olduğu İskenderiye Eklektik Okulu herkese açıktı. Hypatia ise bu okulun başına geçmiş bildiklerini sakınmadan, korkmadan ve kişi gözetmeksizin anlatıyordu. Onun için hiç bilmemek yanlış bilmekten iyiydi. İlk eğitimini aldığı babası da onun dogma düşüncelere saplanmasına izin vermemişti. Ders anlattığı kişiler arasında sonradan İskenderiye valisi olacak Synesius’da vardı. Synesius, Hypatia’nın sıkı bir takipçisiydi hatta öyle ki ileride Hypatia’ya yapılacak olan suçlamalar karşısında onu gücünün son damlasına kadar savunacaktı. Synesius’un yanında o zamanların önemli siyaset ve din adamları da Hypatia’yı dinliyor ona değer veriyordu. Bunlar düşünüldüğünde Hypatia’nın göze batmaması mümkün değildi.
O zamanlar Roma’da hem Paganlık hem de yavaş yavaş yayılan Hristiyanlık zaman zaman toplumsal çatışmalara sebebiyet veriyordu. Özellikle fanatik Hristiyan gruplar, Paganlara dinsiz ve putperest olarak bakmakta ve halkı bu açıdan örgütlemekteydi. Bu örgütlemeler ve çatışmalarda İmparator Theodisius önemli bir rol oynadı. “İskenderiye Piskoposu’ndan eski dine ait her şeyin yok edilmesini istedi. Başpiskopos Theodisius, elinde bir haçla ve ona eşlik eden rahiplerle tapınağa gitti. Tapınağın kollarını dışarı çekip parçalattı. Bu olayla birlikte fanatik gruplar çoğaldı Bu olayda pek çok tapınak görevlisinin ve hekimlerin öldüğü bilinmektedir. Daha sonra aynı yere bir kilise dikilmiştir.”(“alıntı” bilim.org)
İşte Hypatia da bu karışıklık döneminde kendini bilime adamış aynı zamanda bir şeyi bilmeden düşünüp yargıya varmak yerine SORGULAMAYI seçen bir kadındı. O zamanların sosyo-kültürel durumuna baktığımızda bunun cesurca bir davranış olduğunu görmek hiç de zor değil. Hypatia ne kadar korkmadan öğretmeye devam etse de fanatik Hristiyanlar için İskenderiye Kütüphanesi, İskenderiye Okulu ve Hypatia, önemli engellerdi ve biran önce bu şeytanlığa son verilmeliydi. Bu örgütlemelerde başı çeken Piskopos Cyril, Hypatia hakkında ileri geri konuşuyor; hatta İncil’den ayetler örnek göstererek halkı ona karşı kışkırtıyordu. Hatta açık açık Hypatia’yı kastederek; şöyle sözler sarf ediyordu: “Kadın sessizliği ve uysallığı öğrenmelidir. Kadının ne ders vermesine ne de erkeğin üzerinde yetki sahibi olmasına izin vermeyeceğim.”(“alıntı” bilim.org) Ne kadar tanıdık geldi değil mi? Hâlbuki bu sözler 1600 sene önce sarf edildi. Günümüzde de ne yazık ki hala bu düşüncelerin hegemonyasının etkili olduğu gerçeği mevcut! Sanırım kıyamet kopana kadar da sürecek gibi de gözüküyor.
Bu şekilde kin ve nefretle dolan grup, bir gece Hypatia’nın evinin önünde nöbet beklemeye başladılar ve Hypatia sabah evinden çıktığında onu yakaladılar. Çırılçıplak soyup, saçlarından sürükleyerek kiliseye götürüp önce vücudunu parçaladılar. Öfkelerini bu da dindirmemişti ayrıca parçaladıkları cesedini yaktılar. İşte bir ışık da böylece acımasızca söndürülmüş oldu. Onun ölümüyle İskenderiye Okulu da yok oldu. Ama Hypatia ismi bugün bile anılan efsanevi kadınlardan biri oldu. Adına filmler, tiyatrolar, şiirler ve romanlar yazıldı. Belki de o güzel ruhun amacı da buydu, bizlere bir şeylerin farkındalığını kazandırmak ve bu uğurda acımasız bir ölüme razı gelmek! Gerçek sevgi de bu değil miydi zaten?