İnanç Tohumları
Sorumluluğumuzun bilincinde, bilinçli anne ve babalar olarak özünde sağlıklı, akıllı, üretken, neşeli çocuklar yetiştirmek yatıyor. Çocuklarımızın doğumlarından itibaren besleyip, giydirip en iyi bildiğimiz şekilde hayatlarını devam etmelerini sağlıyoruz. Fakat hayatımızdaki inançlarımızı hatta daha da önemlisi davranışlarımızı, tavırlarımızı çocuklarımızın hayatına programladığımızı gözden kaçırıyoruz. Oysa ki gebe kalınan andan itibaren anne karnında yaşanılan duygu karmaşaları, hisler, travmalar bebeğimizin beynin gelişimini etkilediği gibi, kişiliğin, ruh halinin ve düşünce gücünün temellerini, çekirdek inançlarımızı oluşturduğunu biliyor musunuz?
Yapılan araştırmalara göre bebeklerin doğumdan sonra değil, doğumdan önce anne karnında daha fetüs halindeyken sinir sistemlerinin olduğu ve gizli hafıza olarak adlandırılan hafızalarının olduğudur. İster uyanık, ister uykulu olsunlar, anne karnında bebekler annelerinin her hareketini, düşüncesini ve duygularını algılarlar. Bu noktada bebeği karnında taşıyan anne eğer stres altında ise HPA ekseni (hipotalamus, pituitary bezi ve böbrek bezleri üçlüsüdür. Stres durumunda vücudu hazırlayan cortisolü hormonlarını üreten eksendir.) harekete geçer, bebek cortisol savaş ya da kaç hormonlarını alır. Sürekli stres altında olan bir annenin salgıladığı hormonlar çocuğun fizyolojik özelliklerini etkileyebileceği gibi çocuk annenin düşünce ve duygularından algıladıklarınla çekirdek inanç oluşturur. Peki neden anne karnında daha henüz bir ceninken algılamaya başlıyoruz?
Esasında bu sistem doğanın kusursuz bir tür ön hazırlığıdır. Bebeğimizin dünyaya geldikten sonra hayatta kalmasını sağlar. Çünkü nihayetinde bebek doğduğunda anne ve babasının yaşadığı ortama önceden hazırlanmış olur. Doğumdan sonra da bebekler çevrelerini dikkatle inceleyerek anne ve baba tarafından sunulan bilgeliği doğrudan bilinçaltına atarlar. Anne karnı ve sonrası çocuklarda annenin ve babanın inançları, davranışları kendi inançları ve davranışları haline gelir. Bilinçaltına yerleşen bu davranışlar ve inançlar çocuklarımızın hayatlarının geri kalanında biyolojilerini kontrol eder. Mesela örnek olarak çocuğunuzun ilk deneyimlerin de tek başına havuza ya da başka bir suya atladığını düşünün, ona suyla ilgili hangi inançlarınızı aktarırsınız? Çocuğunuzu korumak adına, ona size ait olan hangi korku tohumlarını ekerdiniz? Oysa ki bebekler yüzme yeteneği ile doğarlar. Bir bebek doğumundan birkaç dakika içinde yüzebilir. Sonra da yüzmeyi öğretirken en çok çabayı su korkusu ile ilgili ektiğimiz inançları yenmeye çalışırken veririz.
Nefret ettiği işte çalışan ya da başarısız olduğu işlerde çalışan bir kişi daha iyi bir yaşamı hak etmediğini düşünür. Peki bu inancı kime aittir? Küçükken “ başaramazsın, yetersizsin, hak etmiyorsun, aptalsın “ gibi söylemlerle büyümüş bir çocuğun okul hayatındaki başarısı sizce ne kadar olur? ve bunlar kimin inançlarıdır? Hayatınızda ilerlemenizi gelişmemizi engelleyen durumlar olduğunda durup düşüncelerinize bir bakın. Çekirdek inançlarınızı bulup bunların kime ait olduğunu düşünün. Bu duygular inançlar size mi yoksa ebeveynlerinize mi ait. Düşüncesizce ve dikkatsizce yaptığımız yorumlar çocuklarımızın bilinçaltında katı gerçekler haline gelir.
Biz ebeveynler olarak güçlü olan inançlarımızın farkına vardığımızda özgürlüğün anahtarını ele geçiririz. Hem kendimiz, hem de gelecek olan nesiller için.
Hücrelerimizin gelişimi için hayata pozitif bakmak sevgi ile büyütülmek önemlidir. Korku, endişe, kaygı dolu bir hayat korunma tepkisi oluşturur. Korunma tepkisi fizyolojik olarak gelişimi durdurur. Fizyolojik gelişim ve korunmayı sağlayan mekanizma aynı anda kullanılamazlar çünkü hücreler aynı anda hem ileri hem geri hem ileri hareket edemezler. Yani kısaca uzun süreli bir koruma tepkisi oluşturduğumuzda yaşam kaynağı olan enerjimizin üretilmesini durdurur bu da gelişimimizi yavaşlatır. Sağlığımız ve mutluluğumuz sadece olumlu düşünmek yetmez aynı zamanda bizim yaşam enerjimizi tüketen olumsuz inançların dönüştürülmesi gerekir.
Tabii ki gelişim sürecini tetikleyecek neşeyi, sevgiyi de her daim hayatımızdan eksik etmemeliyiz. Bunu sadece kendimiz ya da çocuklarımız için değil bu dünyada yaşayanlar olarak birbirimizi desteklemek ve gelişmek için yapmalıyız. Hepimiz birbirimize görünmez sarmal bağlarla bağlıyız. Enerjide en küçük bir değişim hareket, tıpkı göle atılmış bir taşın etrafında oluşturduğu dalga misali yayılarak çoğalır. Kendimizde yaptığımız dönüşümler bağlar aracılığı ile başka insanlarda değişim ve hareket kazandırır. Dünyaya barışın huzurun gelmesi için önce kendi içimizdeki savaşı durdurmalıyız.