Başlangıcın ve bitişin olmadığı yerden geliyorum. Aşk ile yok oldum ve aşk ile var oldum. Kainatın bu sırrında yol olmak için şimdi de kelam olmaya karar verdim. Sizlerin şu anda beni anlama şansına sahip olabilmesine gerçekten büyük bir huşu içinde bakıyorum. Siz beni bu şekilde hiç dinlemediniz, duymadınız ya da bu size bugüne kadar öğretilmedi. Kadim bilgelerin çoğu beni tanırlar ve saygı duyarlar, ancak benden korkanlar da alabildiğine kaçarlar.
Benim adım Ouroboros, diğer bir deyişle tekilliğin sembolüyüm -ancak unutmayın ki ikilik tekillikten çıkmaktadır- ikilik gerçeğinin ispatıysa üst tarafımım siyah, alt tarafımın da beyaz oluşudur. Ben başımla kuyruğumu yerken tasvir edilirim; yani üst kısmım yaşam, alt kısmım da ölümü temsil eder. Fakat başımın ölümü yemesi, yeniden yaşama doğmanın da sırrıdır.
Bir ölümsüz mükemmel oluşturulmuş hayvan
“Eflatun evrendeki ilk yaşayan şeyi, kendi kendini yiyen sirküler bir varlık olarak betimlemiştir.
Bir ölümsüz, mükemmel olarak oluşturulmuş bir hayvan.
Yaşayan varlığın dışında görülecek hiçbir şey kalmadığında göze ihtiyacı kalmamıştı; ya da kulağa, duyulacak hiçbir şey olmadığında; etrafını çevreleyen solunacak bir hava yoktu; ya da besinini almasını ve sindirmiş olduğundan kurtulmasını sağlayabilecek olan organların bir kullanımı da olamazdı; çünkü ondan çıkan veya içine giren bir şey yoktu; bu yüzden onun dışında bir şey de yoktu.
Yaratılışındaki tasarı nedeniyle, kendi artığı onun besinini sağlıyor, bütün yaptığı ya da çektiği acı kendi içinde, kendi tarafından meydana getiriliyordu. Şunu anlamış olan yaratıcı için kendi kendine yeten bir varlık, hiçbir eksiği olmayandan çok daha mükemmel olacaktı ve hiçbir şeyi almaya ya da kendini herhangi birine karşı savunmaya ihtiyacı olmayacağından, yaratıcı ona el vermenin gerekli olmadığını düşündü; ya da ayak veya tüm yürüme aparatını; ama onun küresel formuna uyan hareket ona tahsis edilmişti; akla ve zekaya en çok uygun olan 7 tanenin hepsi olarak; aynı tarzda ve aynı nokta üzerinde, kendi limitleri dahilinde bir daire içinde dönerek hareket etmesi için yapılmıştı. Ama diğer altı hareket ondan alındı ve o sapmalarına dahil olamayacak şekilde yapılmıştı. Ve bu sirküler hareket ayağa ihtiyaç duymadığından, evren ayaksız ve elsiz yaratılmıştı.” [1]
Söz yeniden Ouroboros’da
Bugün hepinizin anlamlandırmaya çalıştığı durum aşktır. Onu hep dışarıda aramanıza sebep olacak olan da, bulduğunuz zamanda da kaybetmenize sebep olacak olan da sadece bu kuyruğun yenmiş olmasıdır. Kendinizin başınızla kuyruğunuzu yemenizi çok iyi bildiğinizi biliyorum, ama sonradan neden yaşama tekrar doğamadığınızı anlayamadığımızı artık anlamanızı istiyorum.
Bakın, sizin elleriniz ve ayaklarınız olmasaydı bunu nereden bilecektiniz? Öyle doğmuş olacaktınız ve belki de başka bir vücut şekline sahip olacaktınız. Gözlerinizle eşyaları hareket ettirecek, kulaklarınızı daha gelişkin yaparak yüzecektiniz. Ya da sadece gövdenizle birbirinize dokunacaktınız. Oysa şimdi ellerinizle ve ayaklarınıza programlı olduğunuz için bunu harika bir şekilde kullanıyorsunuz.
Ouroboros olarak beni simyada arındırıcı, saflaştırıcı bir büyü olarak görürler ve hatta beni felsefe taşıyla ilişkilendirirler. Beni sonsuzluğun ve bütünlüğün simgesi olarak görürler. Oysa ben simgeden öteyim. Bir sırrım. Aşkın gizemiyim, ama kendi kendini yiyen bir âşık olarak değil, kendi sırrını sonsuzlukta keşfedilmek için, daha önceki keşiflerini, diğer keşiflere yer açmak için yiyen varlığım. Üst tarafımın siyah olması tekilliğimin sürekliliğini, alt tarafımın da beyaz olması bu tekilliğimi form haline gelmesiyle ilgilidir.
Dişilinden eriline var oluş
Bu formlar dikkatinizi çektiyse, dişilimden erilime varoluşum ben. Bunun açılımı da “kendimden kendime”dir. Dişilin form almış hali erilidir. Başını yiyen kuyruğun nedeni daha çok dişilin erilinle bilinmesidir. Aşk, işte buradan ortaya çıkar. Kendinizin dişilinden, erilinize ne kadar aşk duyarak bunu ifade edebilirsiniz ve onda yok olabilirsiniz? Elsiz, ayaksız, gözsüz kalarak sadece aşk olmanın tadına varabilirsiniz? Elsiz kalınca ne olur? Kontrol duygun kaybolur. Ayaksız kalınca diretmelerinden özgürleşirsin. Gözsüz kalınca da körlüğünden sevgilinin gözü olursun…
Bu benim size verebileceğin en derin sırdır. Özünün yılanından, gönlünün sultanına gidilen yol beden tapınağındaki bu gizemdir.
Öyleyse nedir aşk?
Ölümün bile anlamını yitirdiği sonsuz bir bağlılık ve sadakat mi? Benliğin ölümü ve özde kendine dönüş mü? Uğruna çekilen onca çile ve zorluğun tanrısal bir mükâfatı mıdır geride bıraktığı? Yanacağını bile bile pervaneler gibi ışığa uçmak mıdır aşk? Ölüm müdür aşk, yoksa ölümsüzlüğe açılan sonsuz bir varoluş kapısı mı? İkiden teke düşmek midir, nefrete bile galip gelen, muadili bir tek kendisi olan duygu mudur aşk?
İnsanoğlunun hayata ve ölüme karşı bir zaferi midir mesafe, zaman ve mekândan bağımsız? Hâlâ dillerden düşmüyorsa öldü denilen aşk, günümüzde bir mit midir, ölmüş müdür sahiden?
Belki de bin bir yüzü var aşkın: mitolojik aşk, evrensel aşk, ilahi aşk, efsaneleşmiş aşk, trajik aşk, ilk aşk, sonsuz aşk… Listeyi uzatmak mümkün.
Aşk; üreyen, kanayan gücün farkındalığını ortaya çıkaran ve sürekliliğinde sarhoş edici, yaratıcı ama aynı zamanda dengeyi dengesiz bırakan, şiirsel ve gözün gördüğünün ötesinde yaşanan büyü.
Aşk; ruhun tanrı ve tanrıçasına olan özlemi ve kavuşmasıdır. Dönüştüren, yok eden, güzelleştiren, egoyu sarsıntıya uğratan, uğruna sabrı öğretendir. Hiç aşkın inisiyasyonuna uğradınız mı? Karanlıkların prensi ya da prensesi oldunuz mu? Aydınlıkların dilencisi, dilsizlerin efendisi oldunuz mu? Kraliçeliğinizden vazgeçip, kralın ihtişamına ve gücüne umarsız kaldınız mı? Sözlerin söylemine aldırmadan, kendini aşkın sözde özgürleştirmesi adı altında terk edişine bırakmasına rağmen, hiç aldırmadan yolunuza devam ettiniz mi?
Aşk; tanrısının ve tanrıçasının savasını kazanmış sihirli değneğinin sırtımızdaki en büyük gücü. Kundaktaki bebek gibi saf enerji, ama dünyaya geldiği için sütünü de beraberinde getiren bereketin ve aynı zamanda yokluğun adı.
Aşk uğruna adaklar veriliyor, camiler yapılıyor ya da başyapıtlar inşa ediliyor. Şiirler, romanlar yazılıyor ve kutsal kitaplar onun yakıcılığından bahsediyor. Yanmalı mı gerçekten? Yanmak neden gerekli? Ateş aşkın bir diğer yüzü.
Aşk kaç yüzlüdür o zaman? Gerçek aşk kapınızı çalınca, o zaman tek yüzlü olmayacak mı? “Ben, sen oldum” diye dayanmayacak mı kapınıza?
Herkesin gönül türbesinde, kendi yılanıyla simya düğünü yapmasını, orada özüyle buluşmasını ve sonsuza kadar mutluluğun kendisi olmasını diliyor ve sevgililer gününüzü kutluyorum. Ömrünüzün her gününü aşk dolu geçirmeniz dileğiyle…
[1] tr.wikipedia.org
Gerçekten çok güzel, çok tanıdık. Sagolun.
Çok güzel yazı. Teşekkurler.