Yeni bir dünya.
Ona doğru yolculukta olduğumuzu kimimiz erken kimiz biraz geç, ama az çok algılamaya başladık nihayetinde. Meğer, farkında olmadan, hep ona doğru yürüyormuşuz çoğumuz. Bazılarımız ise, hala farkında değiliz, ama yürüyoruz. Normal dilde, hayat yolculuğu diye çok söylenir ya hani, bu aynısı değildir, bu bir gelişim, farklı bir evrimselleşme yoludur. Eskilerde, belli merkezlerde özel yetiştirilmiştir insanlar, pirlerinin ve müritlerinin yönlendirmeleri altında yaptığı yolculuklar varmış, ama biliyorsunuz ki, peygamberler bazen direkt vahiler, bazen görünmezin elçileri yardımında almışlardır hazırlıklarını. Hani, gerçekten KIVAM dönemindeysek meğer, öğretim-eğitim artık ‘virtual’ (sanal) yolla, hepimiz tek USTA aracılığıyla, ama her kese sadece kendine özgün yolla veriliyor artık ‘dersler’ de.
Geride kalan yolumuzu şöyle bir düşünür, ‘gözden geçirirsek’, onun tadı hep güzel, hep hoş miydi? Yar aşkına, kara sevdanın musallatına düşmüş gibi hem sıradan hem büyülü, hem acı hem tatlı, hem zirveleri hem düşüşleri olan bir yolculuktu, değil mi?
O Dünyayla yakınlığınız, mahremiyetiniz arttığı ölçüde istikrarsızlık, kaypaklık, kurnazlık, tembellik, korkaklık ve cesaretsizlik gibi özellikler sergilediğiniz anlarda, sadık bir dost gibi sizi acıtabilir gerçekleri size sezdirmek adına USTANIZ… Sade dille buna ‘Vicdan’ derler. Daha karışık kavramının adı da çok. Araştıranlar bilirler. Gelecekte, eminim ki, bu işler, orta okullarda derslerde okutulacaktır. Sistematikleştirmek, adlandırmak, metodsallaştırmak gerekecek ama önce alanı.
Benim için de o Dünya’nın etkileri her zaman huzur ve coşku verici olmaya bilirdi. Bazen korkulu, endişe verici, sıkıntılı bir biçimde de yaşardım.
Eğer ben Yüksek Şuurun isteklerinin amacını anlayamazsam yahut anladığım halde uymak istemezsem bir müddet bana çok sıkıntı veren haller yaşıyordum. Hem de çok net şekilde: en basitinden, dün baktığımda güzel olan aynadaki aksım bugün çirkin görünürdü! Her adımda bir aksilik çıkar, gittiğim yerde ‘dereler kururdu’. Bu sıkıntılı dönemlerin benim için tasarlanmış bir eğitim programının önemli kısmı olduğunu sanmıştım. Aslında, bilinç titreşim kıstası bir aşama aştığında ve siz hala, her şeyle beraber korkusuz ilerlemek yerine, dar ve eski kalıp zihniyetle, geçmişin alışılacak ve kalıcılaşacak kadar yapılandırdığınız veçheleriyle yola devam etmekteyseniz, bu hızlı çalışmaya başlayan tekerleğe çomak sokmak gibi olur. Bu sefer tüm sistem tökezler ve çöker. Bilirsiniz, at ne kadar hızlı giderse, tökezlediğinde o kadar kötü çarpılırsınız sürerken ya da dağda ne kadar yukarıya tırmandıysanız, o kadar yüksekten düşersiniz… Bunlardan korumak amaçlıdır belki, Yüksek Benliğimiz, aşama aşama, ağır ağır yükselmemiz için bir nevi küçük ama verimli ‘ders’ler programı tasarlar. Bu eğitim ‘faal dönem’ ve ‘dinlenme-durak dönem’lerinden oluşuyordu. Faal dönemde zihnimde derinleşen düşünce akımlarından dolayı derin bir ruhani hayat yaşıyordum. Bu haldeyken, evrensel varoluşun özünden kaynaklanan yüksek manalara zorlanmadan ulaşabilen ben, bu mahiyetleri ‘Durak’ dönemindeki sıradan hallerimde tasavvur bile edemiyordum.
Hislerin keskinleşip, algı ve duyuların açıldığı dönem olarak adlandırabileceğim Aktif Devrede, yaşamakta olduğunuz sıradan hayat size, güzellik ve ebedilikleri içeren anlamlarıyla açıklıyor kendini. Genelde 3-6-9 ay devam eden bu faal dönemden sonra durgun dönem başlıyor. Gitmeden önce vedalaşır da sanki – içinizi olağanüstü hüzün basar. Ancak bu henüz üstesinden gelinmesi mümkün olmayan vazifeden (görev diyebileceğimiz bir kavram) sonra başlayan bir evredir. Bir taraftan, öncesinden yaşadığınız, öte anlamlar ya da sözlere sığdıramadığınız için sadece ‘ÖTELERİN’ halleri – güzel ruhsal uçuşların, bilinçsel aydınlanma durumlarının özlemi ile motive edilirken, diğer yandan bazı şeyleri dengeli hale getiremediğiniz, ruhsal gelişiminiz seviyesindeki bir kişiliği (USTA’nın ta kendisini) dış hayatınızda da oturtamadığınız, içinizi dolduran bilgileri de dış hayatınıza uyduramadığınız için cezalandırılmış gibi hissedersiniz kendinizi. Bu durumda ne yapılır, bir sonraki imtihana (hasada) daha iyi hazırlanılır. Çay yapılır ama demlenmesi beklenir ya hani. Pekiştirme süreci, bu arada, tüm yönleri kapsar. İç ve dış hayatınızı, ilişkiler, mesleki uzmanlıklar, hayatta kalma yetileriniz, savaşçı ve mücadeleci olabilmek ya da bunun yerine size yardımcı olabilecek başka nasıl özellikler oluşturabilmeniz… Ama yukarıda dediğim ve bir daha üstüne bastıracağım gibi, her kes için ayrıdır bu durum, çocuk doğduğu gibi, o doğmadan tasarlanmaya başlayan bir süreç hakkında, kişiye özel yönleri de çok olan ama hep aynı noktaya – MERKEZ’ e getiren yolculuktur bu çünkü. Hepimizin bir çorba hazırladığımızı düşünün, kimimizinki kolay pişen bir şey olabilir, kimimizinki ise zor ve uzun pişen fasulye olabilir. Burada bir haksızlık yoktur: enkarnasyondan önceki hayatlarımızı hatırlamadığımız için, kendi ruhsal yaşımızı ve tecrübe-deneyim birikimimizi de bilmiyoruz çoğumuz. Ama kaldıramayacağımız bir yük verilmez, bu kesindir.
Ara ara, hazır mı yok mu, o ya da şu kusuru önledi mi yok mu, aynı hatayı yine yapacak mı yapmaz mı gibisinden, sanki bütün bunlar sizin sınıf geçmeniz için sizin şartlarınıza uygun olarak oluşturulmuş bir imtihan sahnesidir. Öbür taraftan bir üst mertebeye yükselmek için belirli bir zaman için sorunlar, başarısızlıklar, düşük bir ruh hali yaşamanız gerektiğini hissedersiniz. Aslında, bunları yaşamak zorunda değilsiniz. Bilinçlendikçe, farkındalığınız arttıkça, daha çok sakin aşarsınız herhangi olayı. Bize sıkıntılı ve hoş gelmeyen şeyleri örneklemem gerekirse; iyi bir ürün almak için toprağın gübreyle beslenmesi gerektiği gibi bakmak lazım oluyor bu durumda.
‘AKTİF’ etki dönemler ‘PASİF’ dönemlerle sıralanır dururdu. Bunu YOLCULUK hali ve DURAKlardaki durumlar da diyebiliriz. Aktif dönem ritimlerinde olduğunuzda yoğun bilgi akımı aktarılır, bazı insanlara yazılar olarak yazdırılır, kimileri harıl harıl şiir ya da resimler yaratır. Şahsen ben, dürüstçe itiraf edersem, bazen aynı kıstasta kalamadan, eski devreye ‘düşüş’ yaşadığımda, sıradan kişiliğimle düşünürdüm: ben mi yazdım çizdim bunları, nasıl yapabildim. Çünkü, sıradan halimle ne yazılara bir söz ilave ederek edit yapabilirdim, ne de tabloların son katmanı üzerine fırça atabilirdim. Bir sonraki ‘fırtına’yı kuzu kuzu beklemek kalırdı bana. Bir de, şu sorunda oluyordu o zamanlarda: bana 25 lı yaşlarımdan başlayarak ‘yazdırılan-çizdirilen’ şeylerle’ ne yapmam gerektiğini bilmiyordum henüz. Her aktif dönem gerisinde içimi boşaltmak zorundalığı ihtiyacı yüzünden ortaya çıkan yazı ve çokça tablolar birikiyordu. Onlara bakıp bakıp duruyordum. Bazen canım sıkılıyor, ilgimi kaybediyordum yaratılan şeylere, çünkü onları anlatabileceğim, paylaşabileceğim kimse yokmuş gibi geliyordu. İnternet diye bir şey yoktu henüz. Olduğu zamanlarda bile bir soğukluk, boşluk, ilgisizlik denilebilecek (ama aynısı değil) ruh hallerinden dolayı onlar elimin altında sadece dururlardı.
İç ve dış durumlar tarafınca iyice ‘zorlama’ hali olmadan, her ne kadar sıkıntı, doğum sancıları gibi sancılar yaşasam bile, sadece kendi dünyamdan, kendi iç sistemimden net işaret alana kadar bir küçük adım atmak bile zor oluyordu.
Gerçi sonradan, öğrendim ki, her zaman O size doğru gelmez; siz de durmadan onu aramanız, çağırmanız, niyetlerinizin farkında olarak, O’na doğru yılmadan yürümeniz lazım… Görünmez portalları, kapıları, merdivenleri vardır Yüksek Alemlerin, genelde hep sizin burnunuzun altında dururlar, sizin istekleriniz, sizin ihtiyaçlarınız, sizin arayışlarınız, çağrılarınıza göre sizin olan kapı görünüverir önünüzde…
Ama bunun için önce sizin siz Olmayı başarmanız lazım.