Bana zihnin, “ikilik, dualite, zıtlık demek,” olduğunu neden söyleme ihtiyacı duydun ki şimdi? En Edip Cansever halimle gelmiş oturmuştum yanına, bana hiç bilmediğim bir hikaye anlatmanı, hatta bildiğim bir hikayeyi bile anlatsan bilmezden gelmeyi istiyordum. Zihnimi sınırlama çabaları mıydı şimdi bana dediklerin? Beni paradokslara salma sevgilim! Ölü şairlerin dizelerini teninde okumak tek arzum; hani bir şişe de şarap açarsan kendiliğinden, sokak köpeği gibi ıslanmış zihnim belki aydınlanır birlikte geçireceğimiz saatlerde. Bilmek ve sevgi olmak istedim hep. Seni bilmenin kendimi bilmek olduğunu hissettim. Ama sen diyorsun ki,
“…yaşam akıp geçmekte, rolünün bilincinde ol ve rolünün arkasında gizlenen seni bul. Zihninin hakim olamayacağı, salt aklının ve kalbinin üstünden gelebileceği bir bilince ulaşmalısın!”
İçimin derinliklerinde beni izleyen bir çift göz göreceğimi söylüyorsun, sevginin ve aşkın ışığını taşıyan bir çift göz. Oyunumu bilen, ama aslında kendi oyununu bana oynatmaya çalışan ve beni asla yargılamadığı iddiasında bulunan bir çift göz. O’nun benim içimde olduğunu hissetmemi, seversem onunla bütünleşeceğimi ve özgürleşeceğimi anlatıyorsun. Ne düşünüyorum biliyor musun? “Başlarım o bir çift göze!”
“Kendini bulabilmek için en derine inmelisin, içine dönüp bak ve derinlerine inmekten korkma. Sen oradasın. Gerçek sen, yargıladığın ve rahatsız olduğun sen değil. Gerçek sen.”
Sesin ne kadar yumuşaktı, gözlerin inancın ışığını yansıtıyordu ve bu ışık kamaştırınca gözlerimi göğüslerine iniyordu bakışlarım, elimde değildi başka türlü davranmak. Derine inmekten söz ediyorsun, derine değil de dibe inmeyi ya da düşmeyi çok iyi biliyordum. Nefesimin kesileceği kadar dibe indim ben, bir kere değil, binlerce kere ve orada bir ben yoktu inan.
Farkındalığa ilk adımı atmam için cesaret vermeye çalıştığını bilmediğimi mi sanıyorsun? Büyük üstadın ne dediğini yıllar önce okudum ben. Farkındalığın ilk adımının bedeni izlemek olduğunu söylüyordu. Yavaş yavaş her harekete, her mimiğe dikkat kesilmem gerektiğini. Tüm bunların farkına vardıkça bir mucize gerçekleşecekti, eskiden yaptığım birçok şey kaybolacak, beden gevşeyecek ve uyumu yakalayacaktı. Beden huzuru bulacak, kendi şarkısını söylemeye başlayacaktı.
Neleri kabul edebileceğimi, nelerden korktuğumu, nelere öfke duyduğumu ve neleri sevdiğimi niye merak ettin? Aslında merak etmiyorsun. Bu soruları kendime sormamı ve aldığım yanıtlardan bedenleşen beni sevip sevemeyeceğini merak ediyorsun değil mi? Şimdi seni sevdiğimi söylemeden ve sevişmeden yanından ayrılmayı kabul edemiyorum, şehir dışında olan kocanın fikrini değiştirip çat kapı gelmesinden korkuyorum ve bana öğretmen edasıyla bildiğim şeyleri tekrarlamana fena öfkeleniyorum. Bunları söyleyemem ki sana, manasız bakışlarımla bir noktaya kilitlenip, derin derin başımı sallayabilirim ancak. Kabul etmediklerimi kabulleneceğimi, içimdeki direnç noktalarının kırılacağını ve özümü bulacağımı bir kez daha tekrarladın. Ben, sana nasıl kabul ettireceğim ki yatak odasına geçme fikrini? Direnç noktalarını nasıl kıracağım, özüne nasıl ulaşacağım? Bunların yanıtı ben de değil ki! Anlattıklarının her aşamasında üstadın izleri var, benim içimdeki üstadın, senin bedenindeki üstada ulaşması bu kadar zor mudur? Korktuğumuz her ne varsa sevgide olmadığımızdan dolayı değil midir? Sevginin aydınlattığı bir atmosferi ancak korkular karartır. Ya aydınlatacağız korkunun karanlığını ya da teslim olacağız. Bu gece oynamamız gereken oyun bu. Kendimizi birbirimizde bulma oyunu. “Bir” olmak için iki kişi gerekir bu oyunda. Tekilliğimize ulaştığımızda ne korku, ne kibir, ne sevgisizlik, ne de savunma kalacak. Var olma oyunu bu!
Osho;
“Aşk Özgürlük Tekbaşınalık” metninde, “Sen bir kadına ”Seni seviyorum” dediğinde bu bir anlama gelir; ama bir kadına ”Kleopatra senin yanında çok sönük kalırdı” dersen bu bambaşka bir anlam taşır – hatta tam tersi demektir. Ne diye Kleopatra’yı işin içine sokuyorsun? Bu kadını Kleopatra olmaksızın sevemez misin? Kleopatra egoyu şişirmek için söz konusu oluyor. Sen bu adamı sev! Ne diye Büyük İskender’den bahsediyorsun? Aşk karşılaştırma nedir bilmez; aşk hiç karşılaştırma yapmadan sever,”
diyerek egonun karşılaştırmalardan beslendiğini anlatır. O kadar çok diş izi var ki yüreğimde. Cesareti olan sevişmeler istiyorum, seni seviyorum; gerçekten de Kleopatra sönük kalır yanında.
Eski bir şarkının mateminden kendi derinliklerime bakarak çıkamam, bedenini ve mimiklerini izliyorum, senin içine, derinliklerine inmek istiyorum.
Söylemek istediğim şarkının melodisi sen de gizli.
Tüm bedensel salgılarımızın kaynağı ruhumuzda baskı altındayken, bırakalım artık coşkun akacak ırmakların önüne “HES” kurma saçmalığını.
Aşkın şavkını yansıtsın salgılarımız karıştığında.
İşte gerçek biz: Şarkımız çok sesli…
Bayram SARI
Hiç’lik Penceresi
“Mabedime süzülen senin ışığın..Ruhumun izlerini sürüyorum..Her keşif, her buluşma senin yansıman ve kendimi senden doğuruyorum..”
Biz varlığımıza neden bu kadar yabancı büyüyoruz..