Tür olarak insan, hayatı boyunca birçok şeyi yarım bırakarak, değişmeye ve ilerlemeye çalışıyor. Bayılıyoruz psikolojimizi bozan tozları halı altına süpürmeye. Sanıyorsunuz ki, kimse görmezse yok olur. Oysa insan bir şeyi yarım bıraktığında, o yarım kalan şey hiçbir zaman yok olmuyor; geride kalmıyor. Görünmez bir biçimde insanın hareketine ve yaşantısına çengel atıyor, eşlik ediyor. Başlayıp da bitirilmemiş yollar, yeri doldurulmamış boşluklar, verilmemiş karşılılar, kapanmamış süreçler… Bunlar zamanla unutulmuyor ancak sessizleşiyor, susuyorlar. Sessiz kalan hiçbir şey kaybolmuyor. Hayatımızın envanter defterinde biri ötekini tutmayan hesaplar oluşturuyor.
Sizi yeni tanıyan insanlar geçmişinizi, kim olduğunuzu bilmezler. Oysa izleyin; yüzde 99’luk bir oranla insanlar yeni tanıştıkları insanlardan geçmişlerini biliyormuşlar gibi bir tutum bekler. Çok denk gelirsiniz böyle durumlara ikili ilişkilerde de.
İşte hayatta bu şeyler, tamamlanmadığında erk kaybına dönüşüyor. Ve ne yazık ki, İnsan gündelik hayatını yaşarken bunu çoğu zaman fark etmiyor. İlerlediğini, değiştiğini, yol aldığını, geride bıraktığını sanıyor. Oysa eksik kalan, tamamlanmayan her şey, insanın arkasından gelmeye devam ediyor. Güneşli bir havada beklenmeyen kara bir bulut gibi.
Çünkü; geçmişle gelecek arasındaki “an” denge istiyor. Çünkü geçmiş gelecekte, gelecek geçmişte ve hepsi birlikte anda yaşıyor, yaşanıyor.
Bu bir vicdan meselesi değil. Bu en net biçimde; envanter defterinde dengeye girmemiş bir hesabın varlığını sürdürmesi olarak tarif edilebilir.
Tamamlanmamış konular, şeytan tırnağına da benzetilebilir. Kesilmezse hep bir yerlere takılır hatta can yakıcı bile olabilir. “Tamamlanmamışlık” insanın enerjisinde dağınık alanlar yaratır. Aslında, büyük bir sorun gibi görünmezler; ama kontrol ve hatta hareket yeteneğini zayıflatırlar. Kişi dışarıdan bakıldığında, güçlü görünür, kendini haklı hissedebilir, hatta geçmişi unutmuş olduğunu sanabilir. Yine de içten içe kökenini tam anlayamadığı bir huzursuzluk vardır içinde. Çünkü kapanmamış olan, insanın kendi içsel gücünü tam ve yerinde kullanmasını engeller.
Bir karşılığı yerine koymak, bir açığı kapatmak ya da yarım kalan bir şeyi tamamlamak; başkaları için değil, insanın kendi iradesi için yararlıdır. Bu, güç gösterisi değildir. Tam tersine, gücün dağılmasını önleyen bir harekettir. Tamamlanan her şey, insanın arkasından çekilen bir ağırlık gibi; görünmeden etkisini gösterir.
Hayat, açıkta kalan şeylerin süresizce askıda durmasına izin vermez. Zamanla o eksikler farklı biçimlerde geri döner. Bazen bir düşünce olarak, bazen bir rahatsızlık hissiyle, bazen de insanın önüne çıkan beklenmedik durumlarla. Tamamlanan şeyler ise sessizleşir. İz bırakmaz. İnsan yolculuğuna hafifleyerek devam eder. İnsan ancak o zaman kim olduğunu gerçekten hatırlar.
Sonunda fark edilen şudur: Yarım bırakılan şey, insanla birlikte yürür. Ta ki yerine konulana kadar. Tamamlandığı anda ise etkisini kaybeder. Erk geri kazanılır, denge sağlanır. Çünkü gerçek irade, açık kalmış hesap taşımamakla mümkündür. İnsan, arkasında iz bırakmadığında gerçekten değişerek ilerleyebilir. İnsan ilerlediğini, geçtiğini sandığı yolu, arkasında açık bir şey bıraktığı sürece hiçbir zaman terk etmiş sayılmaz.

İstediğiniz kadar spiritüalist romantikler olarak kendinizi görünmez fanuslar içinde korumaya alın, hatta onları gerçekleşmemiş ve asla gerçekleşmeyecek çocuk masallarınıza benzer görsellerle sabitleyerek kendinizi romantik alay konusu yapın. Köle olduğunuzu inkar edin. Hesap kapanmadıysa ve eğer o kapıdan farkındalıkla değil, özlemle, kişisel önemle, boşlukla geçilirse, orada kurulan her şey geçici olur. Çünkü ikinci dikkatte kalmak savaşçının disipliniyle yapılmazsa, orası sadece kaçışa ve özleme zemin olur. Fanusun içi bir seçim değil, bir telafi; bir hediye değil, bir boşluğu doldurma çabası. Ya da Sysyphos gibi sonsuzluk sandığınız her ne ise; ebedi acı kaynağınız olur.
“Bir savaşçı için erişilmez olmak, onu saran dünyayla temasında tutumlu olması demektir. Bir savaşçı kendini ve başkalarını tüketmekten her şeyden fazla kaçınır. İnsanları, özellikle de sevdiklerini kullanarak onları kupkuru bırakana dek sıkıp sularını çıkarmaz” der kadim bir öğreti. Evet, çünkü aksi farkına varmasa da erk kaybıdır savaşçı için. Kusurlu davranıştır. Hatta Ufak Tiran olmaktır, bıçak sırtında yürür savaşçı bu açıdan. Kişinin bu hayatta savaşçı mı olacağı yoksa korkak mı olacağı, özetlemesi doğru yapılmış bir geçmişle doğru orantılı olarak değişir.




Sevgili Feryal; yazın, insan ruhunun yarım kalmış hikâyelerine cesurca dokunan çok özel bir yolculuğa çıkartıyor… “Çengellerimiz” dediğin o karmaşık alanları yalnızca göstermiyorsun; onların ardındaki duyguyu, gölgede kalmış çağrıyı da görünür kılıyorsun. Satırlarında yalnızca düşünce yok, yaşanmışlık, kabulleniş ve derin bir içsel sezgi var.
Sen, herkesin konuşmaktan sakındığı yerleri büyük bir incelikle sözün sıcaklığına teslim etmişsin. Yarım bıraktığımız süreçlerin aslında eksiklik değil; tamamlanmayı bekleyen bir bilinç çağrısı olduğunu hatırlatıyorsun. Okuyan insan, yazında kendini görüyor… Kendi cengellerini fark ediyor… Ve evet, sen orada güçlü bir ışık yakmışsın.
Kalemine, farkındalığına ve ruhuna sağlık… Sen hep yaz…