Yukarıda bir cennetin olmadığını
Veya altımızda cehennem olmadığını
Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey olmadığını
Dinlerin olmadığını
Mülkiyetin olmadığını
Hayal et
Bütün insanların hayatı barış içinde yaşadığını
İnsanların kardeşliğini
Hırsa ve açgözlülüğe gerek olmadığını
Hayal et
John Lennon
John Lennon’ın Imagine (Hayal Et) parçasının benim için yeri her zaman ayrı olmuştur. Sözlerini okuyun veya dinleyin eminim aranızda bu parçayı gönülden seven ve hisseden birileri olacak. Şüphesiz John Lennon, o beşeri bedeninde çok olgun ve büyük bir ruh taşıyordu. Başka türlü bu sözleri yazmak veya bestelemek zordur. Burada büyük bir ilham kaynağını olmalı. Ruhsal bir ilham kaynağı! Daha çocukken -John Lennon’ın “Hayal Et” şarkısında dediği gibi- yıllardır dünyada sınırlar, inançlar, cinsiyet, ırk, ülke gibi ayrımlar olmasa; hepimiz BİR olsak ne güzel olmaz mı? Diye düşünür ve sorgulardım. Aslında teorik olarak olmasa bile hepimiz BİR’iz. BİR’den geldik.
Yarattığımız sınırlar dünyasaldır, ruhsal anlamda geçerli değildir. Mesela ülkemizde veya dünyada olan terör olaylarının sizi etkilemediğini mi düşünüyordunuz? Veya tecavüze uğrayan, şiddet gören insanların, cinayete kurban giden insanların? Olaylara dar açıdan bakan, maddeci kişilerin bu duruma inanmaları oldukça zor fakat onlar inansa da inanmasa da bu gerçeği asla değiştirmeyecektir. İlahi plan veya mekanizma bu şekilde işlemektedir. Biz insanlık olarak birbirimize görünmez bağlarla bağlıyız aynı zamanda bağımlıyız; çok uzakta yaşasak bile, birimize bir şey oldu mu bu durumdan herkes sorumludur; hücresel ve ruhsal düzeyde haberdardır. “Ben normal hayatıma devam ediyorum, üzülüyorum fakat ben iyiyim.” demeyin. Sizin ruhsal bilinç anlamında farkındalığınız olmasa bile ruhunuz bunu algılar ve kaydeder. Sadece bir kişinin bile kötü bir olaya maruz kalması, ailesine oradan da büyüyerek bütün topluma yayılacaktır. Tıpkı virüs gibi. Sosyolojik anlamda da ailelerin toplumları, toplumlarında birbirlerini etkilediğini zaten biliyorsunuz.
Gelgelelim insanlar tarafından yaratılan ayrımlara. Bunların en büyüğü ve en çok zarar vereni şüphesiz din ayrımcılığıdır. Hristiyanlar kendi, Müslümanlar kendi, Museviler ise kendi dinlerinin üstün olduğunu düşünürler. (Burada üç büyük inanç sistemini örnek verdim fakat bu diğer sistemlerde olmadığı anlamına gelmez.) Ne kadar komik değil mi? Hâlbuki hepsi tek BİR kaynaktan gelmedi mi? O zaman bu üstünlük yarışı ya da farklılık niye? Sizce bu dinler için gelen peygamberler bu ayrım olsun isterler miydi? Veya şöyle sorayım; bu ayrımı yapsınlar diye mi görevli olarak dünya hayatına inmeyi kabul ettiler dersiniz? Düşünsenize bir yaratıcı kuvvet var ve diyor ki peygamberlerine “Gidin, hepiniz farklı konuşun ve insanlığı bölün.” Böyle bir şey mümkün müdür? Cevabı kesinlikle HAYIR! Onların hepsi farklı toplumlara ve yaşayış biçimlerine gelseler bile aslında anlatmak istedikleri tek bir şey vardı: HEPİMİZİN KARDEŞLİĞİ ve SEVGİNİN ÜSTÜNLÜĞÜ. Yaşadıkları veya geldikleri toplumların sosyolojik durumlarına bakarsanız kullandıkları dil ve sistemlerin o toplumun gereklerine uygun olduğunu göreceksiniz. Zaten bu şekilde olmak zorundaydı aksi takdirde iletişim kuramazlardı. Ama artık günümüzde bunlar geçerli değildir. Dinler şekilden ibaret değildir, ÖZ’üne inmeniz gereklidir. Ömer Hayyam’ın bir şiirinde bahsettiği gibi “İçin temiz olmadıktan sonra, hacı hoca olmuşsun kaç para. Hırka, tespih, post, seccade güzel ama Allah kanar mı bunlara?” Kısaca zahiri değil batıniye bakmak gerekli.
Bizim en büyük eksiğimiz ise dinleri hala o günkü gibi yaşayıp; kavramsallaştırıp, üstünlük taslamamızdır. Tanrı/Yaratıcı/Allah/Brahma siz o yüce varlığa ne isimle hitap ederseniz edin, O Varlık, O Büyük Ruh saf sevgiden oluşur. Şimdi düşünün; bir anne ikiz doğuruyor ve bir çocuğunu sevip öbürünü sevmemezlik yapabilir mi?