”Duyuları ile sınırlanan, sınırsız açlığa sürüklenir.”
Kalplerin saflaşması, Yaradan’a yönelinen anlardaki sessiz ve içten tefekkürdür. O’nun huzurunda, rızasına ulaşmayı isteyerek ve O’ndan gelenlere de razı olduğunu bildirerek; ”Daimi anma bilincine ulaşan bir insanın zikri, zamanla kalbinde latif bir ahenk sağlar.”
İlahi her kelimenin kalbe yol alması ve düşünce hızı ile hissedilip titreşmesi, yüksek şuur hali içindeki bir transın ifadesidir. İnsan, etkin bir tefekkür hali ile anma için öncelikle, Allah’ın Yüce Zatı’nın huzurunda olduğu imajını sürdürmelidir.
Bu bir uyumdur; tüm hücrelerin O’nun ismi ile zikrettiğini düşünerek, yüksek varlığımıza nüfuz edecek bir devire kendini teslim etmenin yöntemidir. Çünkü taşlardan mineraline, en küçük ottan şefkat göstermemiz gereken minik bir böceğe dek, tüm varlık zinciri bu ”Kozmik Zikir”den içsel olarak haberdardır.
Eğer beş duyumuzun doğal doyma kapasitelerinin dışına taşan, yeni ve gereksiz maddi alışkanlıkları tetikleyen etkiler oluşmaya başlamışsa kontrol altına alınmaları şarttır. Çünkü çeşitli maddi dış uyaranların yol açtığı etkileşim, kapasitesi sınırlı olan beş duyunun sınırsız açlığını uyandırır. İlginç biçimde, duyular sınırlanmışlığı sembolize etseler de, ”Sınırlanmışlığın karşılığı; sınırsız açlık olacaktır” ki, doyması güçtür. Beraberinde, razı olmama, yetinmeme, isyan, minnetsizlik, hırsların artması gibi aşırılıklar taşır. Kısacası; Sabır, Rıza, Tevekkül ve Şükür böylece insanı terk edecektir.
Oysa Beden, bizi hakikate ve üst realiteye taşıması için verdiğimiz savaşta bir Araç. Savaşın bir parçası da Arınmak. Ruh, ölümsüzlüğün bilgisine sahip bir Cevher’dir, maddeden bağımsızdır ama tüm atomlara nüfuz eder.
Ruhumuz emir aleminden gelir, dışarıdan gelip bedene girmez ve İlahi Kelam’dır. Böylece insan, ilahi isimleri anarak, saflaşmayı talep edebilir.
İsra Suresi, 44. Ayeti , bu anma hakkında şunu bildirmektedir: ”7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur. Fakat onların tesbihlerini siz anlayamazsınız. Muhakkak ki O; Hakim’dir, Gafur’dur.’’ Böylece, her şeyin Anma/Salat halinde olduğu ifade edilir. Tüm mevcut, bir tesbihin yuvarlak taşları gibi döner ve zikreder.
Ancak Allah’ın güzel isimlerini belli sayılarla zikretme olgusuna, sürekli olarak kendisine dünyevi hedefler çizme açısından hesapla bakanlar, temel amaçtan uzaklaşabileceklerini de unutmamalıdırlar.
Hu ile titreşmek
Her şeyin özel bir soniği olduğu ve bu şekilde onların sonsuza dek Yaradan’ı övdüğü hal, her insanın gizlenen adını da ifade eder. İnsan, kendini duyuların sınırlamasından ayırıp, kendi mülküne sahip çıktığında kürelerin müziği yeniden işitilecektir, denilmiştir.
Birçok tasavvuf ekolüne göre kutsal mimarimiz olan beden içinde her nefes alış verişte ”Hu” ile titreşiriz. Hu-Hüve -Yetkin birlik’tir. Sufizmde Allah’ın zatına işaret eder. Sıfatı olan Hayy, her zaman diri anlamını kapsamaktadır. Muhyiddin-i Arabi ‘ye göre Hu, Allah’ın mutlak Gayb ve Sır olan zatının ve ”İhsan makamı”nın ifadesidir.
Hu, Lahut mertebesi içinde tüm İlahi ad ve sıfatların içrek hakikatidir. Allah isminin “he” harfi , canlıların soluk alıp verdikleri her an ve nefeste; isteseler de istemeseler de ”anma” içinde bulunmalarına işaret eder. Hu kelimesi, bu enerjinin varlığa verilen hayatı gibi Ruh’un da adı olur. Fahreddin Razi, İhlas Suresi’nin ilk üç kelimesinin Hu, Allah, Ahad ile sıralanan 3 yüce makamı anlattığını bildirir.
Sufîlere göre Allah’ı bir şey isteme anlamı taşımayan ve talepkar olmayan bir ifade ile anmak, elbette ki, Hu demekle mümkün. Hz. Ali, Hacı Bektaş-ı Veli ve birçok mutasavvıf, Hu’ nun ism-i a’zam olduğunu, İmam Gazali ise Hu’ nun Havass’ın tevhidi olduğunu belirtirler. Batini tasavvuf içindeki görüşlerle Hu ismiyle yalnız O’nun ZATI istendiği için bu bir keşif ve gözlem sayılabilir.
İhsan ve Lütuf
Allah’ın zatı önünde bulunma hissi tasarlanamayan özel, duygusal bir haldir, yine İhsan; yani Lütuf olarak tanımlanır. Tasavvufun bir amacı da, ihsan halini canlı muhafaza edebilmek, daimi anma, salat-ü daimun ‘da olmayı sağlayabilmektir. Hazreti Muhammed (s.a.v); ”İhsan, senin Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmendir,” demişlerdir.
Zihnimiz gerçekte bir mekanizma değildir, ama bir süreçtir. Sürekli olarak, bilincin değişen derecelerde meydana gelen olaylarının akışıdır, bilincin bireysel akışıdır.
Böylece aklımızı düşünceler doldurur ki, biz eğer kendi içimize bakıp, bu akışı gözlemlemez ve tefekkür hali ile düşüncelerimizi yatıştırmazsak, günlük mesele ve kişilerle dolu olaylar evreninin vesvesesinden çıkıp, sükuna ulaşmayı sağlamamız kolay olmaz.
Gerçekten kalpte latif bir ahenk oluşması tinsel mistik algıları açar. Bu eğilim, meditatif teknikleri de kapsayabilir ancak, kullanılan mantralar, maha mantralardan seçilmelidir. Oluşacak doğal ve koruyucu enerji alanı ise adeta nurlu bir aura gibi insanı saracaktır.
Poimandres’in Görüsü’nde ne denilmişti? “Ruh, perdelenmiş bir ışıktır. Onu ihmal edersen kararır ve söner, ama onun kandiline kutsal aşk yağı koyarsan, ölümsüz bir ışık halinde yanar durur.”