Kendini sevmek bencillik midir? Benci olmak mıdır?
Kendini ara, bul, tanı ve sev… Karşındaki kişiyi de, aynı kendin gibi sev sözcüklerini anlamak için ömürler tüketiliyor. Bencil olmakla benci olmak farkını anlamak da, uzun bir zaman alıyor. Bana öğretilenlerle benden beklenenler bir araya geldiğinde ben kendimden uzaklaştığımı ve farkına varmadığımı gördüm. Kendinden uzaklaşan kişi, bir başkasına dönüşür. Nihayetinde de düşünce, söz ve eylemleriyle kendini tanımaz hale gelir. Bu bataklık, girdap süreklilik arz eder. Hayatın bir düzeni varken ve ben bunun içindeyken çarkı yavaşlatıp durdurmak zorlaşır. Epey güç bir hale gelir.
Dışarıdan gelen eleştiri ve uyarıları duymaz hale gelir insan. En azından ben işitmediğimi hatırlıyorum. Karşımda duran kişi de, iyi niyetle bana yaptığım hatayı gösterirken kötü birine dönüşüverir, çünkü yaptığım onay almamıştır. Egom devreye girer ve yaptığımın yanlış olduğunu bile bile savunmaya geçer, hak aramaya başlarım. Bu artık kazanılacak bir savaşa dönüşmüştür. Bir kişiye karşı dahi olsa kendini teslim etmemek, karşı koymak, öğrenmeye, ilerleme ve tekâmüle engel teşkil eder. İşte o zaman, ben kazanırken bile aslında kaybeden olurum ve farkına varmam.
Geçenlerde çok değer verdiğim bir dostum bana “Karşına sen çıksaydın o kişiyi sever miydin?” diye bir soruyla geldiğinde kafamı bu kadar yoracağımı elbette bilemezdim. Tam afallatan cinsten, adamı dumur edecek sorulardan biriydi. Benim kendimi nasıl gördüğüm, yaptıklarım, kendime verdiğim değer ile dış dünyaya yansıttığım aynı mıydı acaba? Dışarıdan beni görüp, kendi öğreti ve doğrularıyla algılayan hatta yargılayan kişilere ben kendimi nasıl sunuyordum? Başkasının beni nasıl gördüğü ne kadar da önemsizdir desem bile bu beni ben yapan unsurlardandır.
Öğrenmek, kendini tanımak sürecinin bir parçasıdır. Anladığım kadarıyla benim değerim 3 farklı şekilde ortaya çıkıyor. Kendime verdiğim değer, karşımdaki yani dış dünyamda olanların bana verdiği değer ve benim bu kişilerin bana verdiği değere verdiğim önemin toplamı, aritmetik ortalaması ya da işaret ettiği ben, gerçek ben midir? Soru zordu ve sorgulanmayı hak ediyordu… Düşünmeye değer bulduğumdan kendimi dışarıdan izler hale geldim. Düşünceler iç dünyamın parçasıydı, ancak sözcük ve davranışlarım dış dünyaya yansıyor ve sürekli ya tepki (reaction) ya da karşılık (response) görüyordu. Bunu yapan, yaratan da, benden başka birisi değildi. Anlamam kısa sürmüş anlaşılmamsa halen mümkün değil…
Sevilen birisi olmak için kendimi sevmem gerekiyordu. İlk başta yapılması gereken buydu. Kendimi seversem herkesin de beni seveceğini biliyordum. Okumuş ve öğrenmiştim. Sadece uygulamasına geçmemiştim. Latin tabiri olan “Si vis amari, ama” sevilmek istiyorsan, sev anlamına gelmektedir. Burada bahsi geçen sevginin ilk durağı kendini sevmektir başkasını değil.
Kendini tanıyan, gerçekten bilen birinin herkesi de tanıyacağını, en azından Öz’ünde kendisi gibi olacağını anladığımda uygulaması da kolay olmuştu.
Herkesin eksiklik, eziklik, zayıflık ve zaafları vardır. Benzer korkularımız da mevcuttur. Sadece kendimizde olduğunu sandığımız bu düşünce ya da inançlar herkeste farklı şekillerde duruyor, gizleniyor. Kiminde gizemli, kimisindeyse açık ve şeffaf bir halde ortada bulunuyor. Hayatıma giren herkesin bana hizmet için, bir şeyler öğretmek ve ayna tutmak adına geldiğini bilen biri olarak süratle dersimi alıyorum. Bir sonraki sınava geçiriyor hayat… Beklemeden, ara vermeden, bir üst deneyime hazırlıyor. Çoğu zaman zorlu, baş etmesi inanılmaz, çaba gerektiren bir dizi sınavlara tabii tutuluyorum. Geçemediğim her sınavla yeniden yine farklı şekilde karşılaşıyorum. Sürekli olan biteni ve dışarıdaki kişiyi suçlamak yerine, neyi kabullenmekte zorlandığımı bulmaya çalışıyor, bulunca da öğreniyorum. Öğrendikçe de o kişi hayatımdan çıkıp bir başkasına yer açıyor. Kendimi tanımakla kendime yol aldıkça içimde olanı seviyorum. Sevmeye başladıkça da onay alıyorum. Belki de kendi kendime onayı veren kişiye dönüşüyorum. Kendimi tasdik eden, seven ve kabullenen biri oluyorum. Kendini bilen, gerçekten kendini bildiğinden emin olan kişi de kendini tanıyıp sevendir. O zaman sevgi, vermek veya almaktan öte bir unsur haline gelir. Kişi kendini seven birisinden sevginin kendisi oluverir. O artık herkesi, her şeyi ayırt etmeden seven kişidir.
Kıssadan hisse aydın olmak aydınlık olmaktır; ışık ne kadar cılız olursa olsun karanlıkta kendini var eder. Sevgi ve barışın sesi de, aynı şekilde cılız bile olsa kalıcıdır. İyisi mi, sev ki, sevgi yumağı oluşmaya başlasın…