Tanrıların yemeği ve Bilgi Ağacı

Orijinal bilgi ağacı arayışında

Bugünlerin meraklı insanı için (artık bilgi en önemli ihtiyacına dönüşmüştür çünkü) çok mühim bir konuya değinmek istedim. Bu alan henüz çok başlangıç noktasındaymış gibi görünse bile, bu yazıda görebildiğiniz kadarıyla o kadar da başlangıçta değiliz – Üstat ruhların emekleriyle Yol açılmıştır. Fakat araştırmalar yeni bir safhaya çıkarılması lazım olan zaman gelmiş ve çatmış durumda. Sadece bilim insanları değil, her ihtiyaç his eden, kısaca da olsa bu bilgileri özümsemesi bütün gezegen için önemlidir.

Tanrıları yemeği ve Bilgi Ağacı

Neredeyse peygambervari görev – sınır ötesi deneyimlerini aktarabilme kabiliyetinde en başarılı olan vizyon türü, çok boyutlu sineztetik projeksiyonlar evrenini dolduran duyu organları objeleriyle, düşünceler ve kehanetlerle dolmuş beyin ve ötesi Alanı yaratma-yönetme konusu ilerideki yıllarda çok önemli bir araştırma sahasına dönecek gibi görünüyor. Bu Alan’a hakim olmayı hak edenler kısa, yavaş ve az konuşsalar bile çok boyutlu-sonsuz serhatların tabiatını kolayca anlayabilmenizi sağlayan cümleler-ifadeler kurabilmeleri zaten kendi başına ayrı bir araştırma konusudur.  Zamanı lineer olmayan boyutuyla algılamak ve aynı anda zamanın O anında lazım olanı bildirmek ve ya lazım olmayanı bildirmemek kuralına göre iletişim kurma konusudur bu aynı anda.

Konuya Şaman ve aynı anda bilim adamlarına yol göstericilik yapan üstattan başlayalım ve oradan geriye doğru: Terense Mckenna. ‘Öte’nin sözlerini iletmekte yükümlü insanlar vardır: vizyonerler türüne ait düşünürler arasında bile nadir görülen öyle insanlar sırasında Terence Mckenna’yi gösterirler. ‘Tanrıların Besini- Orijinal Bilgi Ağacının Arayışı’ kitabında kendi hakkında gerçek bir şamanım ki o her şeyin başını ve sonunu bilen ve başkalara aktarabilen’ deyimini kullanır. Böyle olağanüstü yetenek-göklerden çeşit inanılmaz sırlar hakkında anlatma yeteneğini alan vizyoner türüne ait insanlar hep olmuştur.

Tanrıları yemeği ve Bilgi AğacıBoşuna değildi ki Mckenna’nin kitapları büyük yayıncılar tarafından aranmaya başlamadan önce ses kasetlerine kayıt edilmiş ‘Gerçek Halüsinasyonlar’ eseri ve onca başka sıra dışı yazılarıyla çok ünlenmişti ve Los Angeles’te akşamları konuşma yaptığı salonlar her zaman insanlarla dolup taşmıştı. ‘Tanrıların yemeği-Orijinal Bilgi Ağacının Arayışı’ eserinde ise yazar insaniyetin psikodelik evrimini’ sunmaktadır.

McKenna, antropoloji ve tarihten kapsamlı materyaller kullanıyor. Antik kültürler, botanik, psikoloji, psikofarmakoloji, kültürel çalışmalar ve diğer birçok alana ait bilgiler. Şamanizm’in kökeni, dünya dinleri, modern teknoloji ve teknoloji hakkındaki hipotezi dikkatlice geliştirir. Bu gerçeğin çok sıra dışı bir izdüşümü gibi görünse de, ancak dikkatli çalışmayı hak ediyor. Evet, her türlü ve özellikle bilgilerimizdeki sahtelikleri, yanlışlıkların ifşası dönemi, doğru olan’ı bulmaktan geçer.

Doğa’nın sırlarını keşfetmek için önce sevginin sırrını öğrenmemiz gerekirdi. (‘Bil önce kendini Ve sonra nasılsa seni Sevgisinden var edeni Sev – komşunu -hatırla hani- kendin gibi… Ve bugün belki daha da ileri. Çöz bunu, en güzel bilmece’ )*.

Ağaç O Bilinmeyen

Bizler bugün ulu ağaçların tepesine suyun nasıl ulaştığını hâlâ anlamış değiliz. Bazı ağaçlar 130 metreye kadar büyüyebildiği halde topraktan emdikleri suyun ağacın en tepesine kadar çıktığını görmekteyiz. Okullarda bize öğretilen kılcal borularda suyun yükselmesi teorisi bugün geçerliliğini korumamaktadır. Çünkü bu kapiler çekim suyu orta boydaki bir ağacın tepesine bile çıkaramamaktadır. ‘Kök basıncı’ teorisi de yetersizdir. Bu basınçla ancak 30 metreye kadar çıkabildiği gibi, kök basıncının olmadığı mevsimlerde de sular ağaçta yükselmektedir. Bunlar bizi yeni bir teori aramaya zorlamaktadır. Modern biyoloji kitaplarında kohezyon – gerilim teorisinden bahsedilmektedir. Bu teoriye göre köklerden ağacın tepesine kadar devamlı bir sütun halinde bulunan su, yapraklardaki çekim kuvveti sayesinde adeta bir ipin yukarıya çekilmesi tarzında ağacın tepesine çıkarılmaktadır. Gerçekten yapraklarda böyle bir çekim gücünün bulunduğu da anlaşılmıştır. Bu gücün, suyun yaprakta buharlaşması nedeniyle oluştuğu düşünülmüştür. Ancak bir bitki buharlaşmanın mümkün olamayacağı kadar nemle doyurulmuş bir atmosfer içine konulduğu ve hatta yapraklar tamamen suya sokulduğu halde bile, suyun yine yukarı doğru çıktığı deneyle anlaşılmıştır.** Evet yapraklarda bir çekim gücü vardır ve bir ip gibi suyu köklerden ağacın tepesine çıkarmaktadır. Ama yapraklardaki bu çekim gücünün nedeni buharlaşma değildir.

Yaprak O Bilinmeyen

Tanrıları yemeği ve Bilgi Ağacı

Okulda biyoloji derslerinde neredeyse bir cümlede anlatılıveren ve yaşar kalmamızın temeli olan fotosentez olayını, yüz yıllar süren araştırmalara rağmen hâlâ tam anlayabilmiş değiliz. Gerçekte dille anlatması ne kolay: ‘Yeşil yaprakları oluşturan hücrelerin sitoplazmalarındaki kloroplast organellerinde bulunan klorofil molekülünün katalizörlüğü sayesinde, güneş ışığından yararlanarak karbondioksit ve su sentezlenir, şeker ve oksijene dönüştürülür. Böylece hem gıdamızı sağlarız hem de o gıdaları yakarak enerjiye çevirecek olan soluduğumuz oksijeni. Söylenmesi ne kadar kolay değil mi?!.. Taklit edebildiğimiz, benzerini yapabildiğimiz anda tüm enerji sorunumuzu çözeceğimiz; petrole, kömüre ihtiyaç duymadan her istediğimizi tıpkı yeşil yapraklar gibi Güneşten bedavadan elde edeceğimiz fotosentezi neden çözemedik bugüne kadar? Anlatılması bu kadar kolay olan kimyasal reaksiyonun meydana gelmesi için o kadar değişik enzimler katalizör olarak devreye giriyor ve zincirin her halkası saniyenin kesirlerinde o kadar hızlı oluşuyor ki!.. Ve ayrıca henüz bilmediğimiz kimya ve atom fiziği kanunlarının var olması gerektiğini de sezinliyoruz. Biz bu durumdayız ama çok şükür ki DOĞA hiç beklememiş. Dünyamızda hücresel boyuttan başlayarak neredeyse 3 milyar yıldır fotosentezle yaşam sürüp gidiyor… Olayın karmaşıklığını ve bilgimizdeki boşlukları biraz daha yakından görmek için kitaplardan kısa aktarmalar veriyoruz:

Modern Biyoloji kitabından: “…..Böylece fotosentezin en az iki çeşit reaksiyondan, kısmen fotokimyasal ve kısmen de enzimatik reaksiyondan meydana gelmiş olduğu kanısına varabiliriz. Son 30 yılda araştırmacılar fotosentezde birçok enzim reaksiyonlarının olduğunu gösterdiler. Bu araştırmalar fotosentezin hızını etkileyen faktörü ölçerek olayı açıklamaya doğru iyi bir adım attılar. Fakat onlar bu konuda bilinenlerin ve bilinmesi gerekli olanların yalnız ipuçlarını buldular….. Işık enerjisinin kimyasala nasıl dönüştüğü tam olarak bilinmemektedir. Bugünkü teori, klorofil molekülündeki bir elektron tarafından bir birim ışık enerjisinin soğurulması fikrine dayanmaktadır. Bu enerji elektronu o derece uyarır ki, klorofili bırakır, başka bir moleküle geçer. Bir elektronu azaldığından bu defa klorofil elektron alıcı durumuna girer. Verilen elektron yerine diğer bir elektron alınırken belirli reaksiyonlara enerji verilir. Bu reaksiyonlar en sonunda karbonhidratları (şeker) meydana getirirler Kİ bu fikrin doğru olup olmadığı bugünkü deneysel bilgilerle söylenebilmiş değildir…

Uzun yıllar fotosentezde açığa çıkan oksijenin karbondioksitten geldiği sanıldı, fakat oksijen 18 atomları kullanılarak oluşturulan su kullanıldığında açığa çıkan oksijenin oksijen 18 olması, oksijenin sudan elde edildiğini göstermektedir. Suyun elektron vermek üzere ne şekilde reaksiyona girdiği fotosentezin bugün için en az bilinen yönüdür.

Dr. O. Hall ve K.K. Rao’nun “Photosynthesis” kitabından bir paragraf:

Tanrıları yemeği ve Bilgi Ağacı“Biz şimdiye kadar oksijen çıkışının zincirdeki ucu hakkında çok az şey söyleyebiliyoruz. Zira biz, yapraklarda suyun oksijen ve hidrojen iyonlarına nasıl ayrıştığı konusunda çok az şey biliyoruz. Bilgimizdeki bu boşluk çok esef vericidir. Çünkü suyun iyonlarına ayrılmasının fotosentezde çok önemli, başlı başına bir rolü mevcuttur. Kimyasal olarak bu problemi çözmek de önemli, biyolojik olarak da. Çünkü soluduğumuz tüm oksijen kloroplastlardaki bu reaksiyondan oluşmaktadır.”

Son olarak, Prof. Dr. Ali Demirsoy’un o çok değerli eseri “Kalıtım ve Evrim” kitabının 85. sayfasından insanlığın gelecek yıllarda yaşar kalması için fotosentezi mutlaka çözümlemesi gerektiği konusundaki yüzde yüz katıldığımız yargısı:

“Bugün insanların çoğalma hızı ve organik maddelerin sunumu arasındaki denge bozulmaktadır. Eğer fotosentezin işleyişi tam açıklanıp, sanayide bu yolla, Güneş enerjisinden organik madde elde edilemezse bir BESİN KRİZİ ile karşılaşacağımız kesindir.

Ve değerli okurum, böylece ileride aynı konuda en son dönem bilimsel ve kültürel araştırmalar temelinde devam edeceğimiz irdelemeler serimize bir ön giriş yapmış olduk. Bu seride alanın yaratılışında emekleri olan bazı ustalar hakkında söz edeceğiz: Theodore Roszak, ( The Voice of the Earth adlı kitabında “ecopsikoloji” terimini kullanmaya başlamakla beraber, Mary Gomes ve Allen Kanner gibi bir grup psikolog ve çevreci, bu terimi bağımsız olarak aynı anda kullanıyorlardı. . Roszack, biyolog Wilson’ın biyofili hipotezinden bahsederek insanların duygusal olarak doğaya bağlanma içgüdüsüne sahip oldukları savını öne sürmüştür );

Paul Shepard (“Doğa ve Delilik”, doğaya olan azalan katılımımızın psikolojik gelişim üzerindeki etkisini araştırdı ve David Abram’ın (1996)’ Duyguların Büyüsü: Algı ve Dil İnsandan Daha Fazla Bir Dünyada isimli kitabı da bu kavramı biçimlendirmekteydi. Yerel sözlü kültürlerin kozmo-vizyonuna (veya geleneksel (ETNİK) ekolojik bilgi sistemlerine) yakından bakmak ve fonetik alfabe gibi resmi yazı sistemlerinin gelişmesinin merak uyandırıcı etkisini analiz etmek için fenomenolojk insandan çok, doğal dünyanın insan deneyimi üzerine olduğu yönündeydi. David Abraham, Gaia Hipotezi kuramcısıdır ayı anda);

Hem de çok kıymetli Rus araştırmacıları: Bu bilim adamları arasında Piotr Alekseevich Kropotkin (1842–1921) (profesyonel hayatının çoğunu Rusya dışında geçirmiştir), Rafail Vasil’evich Rizpolozhensky (1862 -1922), Vladimir Ivanovich Vernadsky (1863–1945) ve Vladimir Alexandrovich Kostitzin bulunmaktadır (1886–1963). Yirminci yüzyıl boyunca Rusya ile dünyanın geri kalanı arasında engeller var olduğu için, Gaia paradigması ile örtüşen kavramları ortaya atan ilk Rus bilim adamlarının Batı bilim camiası tarafından daha iyi bilinmesi ancak nispeten yakın zamanda olmuştur.

Kaynakça:

*-Sevgi Dünyası dergisi, Eylül 2009, sayı 489

**(Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı: 54 – “Ağaç O Bilinmeyen”)

Dr. Nodira İbrahim Güçsav

 

 

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir