Süryani bir sevda idim
Kırılgan umutlar doğuran annemden can çoğaltan
Babamın hasadını mundar eden isyanlar biriktiriyordum
İki dirhem bir çekirdek canım ile
Acemaşiran türkülerde seyreyliyordum
Yârin, güneşe ayan yüzünü
Muhammed’in hal alacaklısı idim imandan
Musa’nın can bekçisi idim Kızıldeniz’den
Zemheride pazarlıklara peşkeş çekiyorken sazımın telini
Bir deyişe, bir söze, bir dizeye veriyorum sevdasını kaybetmiş Mecnun’un sancısını
İsa dile geliyor çarmıha çekilmiş canından can vererek
Anadolu’ya salıveriyor haramilerini, şefaatini sevgiden hal eyleyip
Yunus’un karnına dolduruyor şarabın buruk yangınlarını
Nemrut tutuyor ateşin ucunu
İbrahim halvet ediyor, odunları balığa çeviren hakkın aşkı ile
Sır diyor Melek Tavus; hakikat, insanın insan olduğunu bilmesindeydi
İnsan ise dışında arıyordu sırrın sırrını barındıran ilmini
Ferhat’ın başını yaran külüngün çığlığı vuruyordu Şirin’i Amasya ellerinde
Aslı saçlarını tutuşturup Kerem’in küllerine karışarak kavuşur
Zümrüd-ü Anka’nın kanatlarına…
Yunus’un yangınına Nefes veriyor Hünkâr
Lakin Yunus’un hal bilmezliğinin nasibine buğday taneleri düşüyor
Tapduk’un dergahında kırk yıl aşka devşirmişken kendini Yunus
İnce uzun dalların sabrını çatlatıyor sedir ağacı
Soruyor hüthüt kuşu
Kim özüne varmak için döner içine
kim Şems’in kalemini saplar kitabına ve atar Celalettin’i cehenneme
Ve
Gecenin koynunda bir türkü lal ediyor yüreği,
Hangi ayet, hangi bab, hangi dua şifa olabilir ki dilini kaybetmiş yüreğe deyip,
Ateşe veriyordu tanrı dünyayı
İnsan, kendine sağır, aşka kör, yaşama lal olup ölüyordu bütün aşkların orta yerinde.
Şehirler yanıyordu
Kayboluyordu çocukların gülümseyişleri
Annesini bulamıyordu şarap şişesini deviren sarhoşlar
Bütün yaratılmışlar iniyordu cennetten
Ve sevaplarını devrediyorlardı cehenneme sürgün sevdikleri uğruna
Aşk hatrına sönüyordu cehennem
Utanıyordu ateşi harlayan
Utanıyordu ateşe odun taşıyan
Utanıyordu toplu iğnenin ucu zamanda günah işleyene zincir vuran
Gülümsüyordu cenneti terk eden
Umutlanıyordu, İbrahim’in bıçağına kellesini teslim eden
Firavun hal topluyordu can ehlinden
Davut’un yangın çıkarttığı evden gözyaşı alıyordu melekler
Kaç gün aç kalsa da Davut, geri gelmiyordu aşk uğruna öldürtülen
Eyüb’ün yarasına doluyordu, imanın yedi makamı
Kitaplar susuyordu, insanlar konuşuyordu, günahlar çoğalıyordu
Kırk kuş uçuyordu, padişahlarından el almak için Kaf dağına
Ey, kanadını yakıp gelen diyordu dağ
Gelende sensin, geldiğinde sen
Yarattığında sensin, yaratılan da sen
Yakan da sensin, yanan da sen
Bilen de sensin, bilmek isteyen de
Gören de sensin, görmek isteyen de
Aşıkta sensin, aşk olan da
Kitapta sensin, yazan da
Simurg oluyordu ahir zamanlar
Yanıyordu Araf’ın kapıları
Ne cennet kalıyordu geride ne de cehennem
Kayboluyordu zaman
Kayboluyordu zan
Kayboluyordu an
Ortaya çıkıyordu . (nokta)
Başlangıç oluyordu
Bitiş oluyordu
Süryani bir terk ediş oluyordu, İskenderiye’de
Zeus oluyordu Olimpos’ta
Odin’in Asgard’taki evi Valaskialf oluyordu hayat
Kuzgunlar haber taşıyordu
Düşlerden gerçekliğe
Platon inandıkları uğruna içiyordu zehri ab-ı hayat misali
Adalet diye bağırıyordu Aristoteles
Nietzsche böyle buyuruyordu
ve Freud annesinden haz alan çocuk misali yazıyordu insanı
En yüksek katedrale çıkıp haykırıyordu, Notre Dame’nin kamburu Quasimodo
Susuyordu, sahra çölündeki siyah kısrak
Ve
Picasso çiziyordu son ölümün ilk sancısını Guernica’da siyah beyaz
Soruyordu bir Alman subay
“Bu tabloyu Siz mi yaptınız?” Diye ve cevap veriyordu Picasso “Hayır siz yaptınız diye”
Her ölümü olduğu gibi her savaşı da insan çoğaltıyordu içinde
Babalar ve Çocuklar ölüyordu
Anneler kalıyordu geriye
Savaş ganimeti diye pazara çıkıyordu teninin kokusu
En çok Can alan teslim alıyordu kokuyu
Cennet küsüyordu
Cehennem susuyordu
Tanrı izliyordu
Ve
Hayat devam ediyordu
İnsanlar da buna
Yaşamak diyordu…
Yaşamak
Yaşa
Yaş
Aş
Ve sonra tüm bilinmedik öykülerde
Bir ağıt
Bir sessizlik
Mabedi omzunda taşıyan bir Aziz
Elindeki asa ile
Kâinatın şah damarına sırat köprüsünü çizip
Bırakıyordu
cAN/ı