İnce temizlik

Bazı baharlar annem derin temizlik yapardı, yani dip bucak. Bir tanıdığımız ince temizlik de derdi. Onu da anmadan geçemeyeceğim. Annem; yükte az kullanılan dolap ve çekmecelerde itinayla sarıp sakladığı eşyaları çıkartır, yıkar, temizler, havalandırır, tekrar itinayla sarıp sarmalar, yerine yerleştirirdi. Annem içn yorgunluk olsa da bizim için büyük keyifti. Her dolaptan ne çıkacak diye heyecanla beklerdik. Varlığı unutulan, belki hiç kullanılmamış ama atmaya da kıyılamamış ve belki hatırası olan eşyalar. Biz karıştırdıkça annem işini bir an evvel bitirme isteğiyle bize kızar, çok geçmeden merakına o da yenilir ve oturup her eşyanın geçmişini anlatırdı. Bunu yaptığımda ilkokulu yeni bitirmiştim, bunu falanca Almanya’dan getirmişti, şunu aldığımda yeni evlenmiştim, baksana ne kadar zayıfmışım cümleleriyle devam ederdi bizim ev yapımı şenlik.

İnce temizlik

Dünyamızın da öyle bir zamanına denk geldik sanırım tüm saklanılanlar özellikle p@ndemi süreciyle birlikte açılıp saçıldı. Çoğunlukla kişisel gelişim, spiritüalizm, vs adı altında. İnanç ticareti tabi her zaman insanları uyuşturdu her zaman para etti maalesef. Paranormal aktiviteler, cadılık, ritüeller, vs vs.

Sonra burada ışığı gören başka bir grupta geldi. Hani parası varken eve uğramaz ama para bitince evde satılacak avına çıkanlar vardır ya, ha işte onlar da bizde de şunlar şunlar var diye yetişti. Sonrası kavga, duman…

Bir de bu derin kazılarda varlığı unutulmak istenen, uğursuz addedilen ve çocuklar ne kadar yalvarsa da açılmayan kutular vardır. He işte benimkini alıp geldim az yaklaş. Sende de var bir tane biliyorum. Evine döndüğünde istersen sen de açarsın. Ama dikkatli ol. Bolca göz yaşı ve geçmişin hayaletleri saçılır hep etrafa.

Benim kutuyu açmadan önce seni içinden çıkacaklara hazırlayayım. Ver müziği, ben de uzaklara dalayım. Hah, tamam. Şimdi başlayabiliriz. Bundan yaşıma kıyasla çok sayılmayacak yıllar önce tanıştım içsel ebeveyn tanımı ile. Sağ olsun Damla Çeliktaban “Beni Büyüten Kadınlar” adlı kitabında anlatmış. O zaman uyandırmaya çalışmış işte ama ne yapsın ben şaşkınlığımdan idrak edip ipin ucunu takip edememişim. Kendine ebeveyn olmak, ne derin ifade. Çok düşündüm üzerine. Kendime ebeveyn olsam nasıl bir ebeveyn olurdum diye. Hala bulabilmiş değilim. Sonra sevgili Çemberin Kapısı Sevinç tanıştırdı içsel çocuk, içsel sanatçı tabiriyle, Sanatçının Yolu okumalarında. İçsel sanatçımla date’e çıkmakta ne zorlanmıştım. Onun varlığından da haberim yok tabi. Sonra bir de içsel yargıç varmış. Benikinin adını cruella koymuştum. Oyun gibi işte. Ya da içsel dirençlerim. Zamanı gelmemiş belki de bilmiyorum. Bir süredir travma, yas, kaygı üzerine araştırma yapıyorum. Benimki de bir nevi derin temizlik. O yabancı filmlerdeki korkunçlu bodrum katına indim ben ama. Bir süredir meditasyonlarımda bilinçdışımı, gölgelerimi görmeye yönlendiriliyordum. Korkunun ecele faydası yok işte. Abdestimi aldım, besmelemi çektim, tülbentimi geri bağladım. Şaka şaka yok öyle bir şey, çıkart onu aklından. Derken uyandım kucağımda “İçinizdeki Çocuğu İyileştirmek” kitabı (Natasha Levinger). Kadın diyor ki hep başkalarının duygularından sorumluymuş gibi büyütüldüyseniz enerji alanınız dağılır, falanın hissettiğini, düşündüğünü hissedersiniz. Yaymayın, toplayın. Kadın kibar benim gibi söylemiyor tabi de. Ne desin çok yaydın kalk topla mı? Hani bu his bana ait mi diye soruyorduk da gidiyordu. Sorduk en azından son beş yıldan beri gitti mi? Hayır. O sandıklardan çıkardıklarımız deva oldu mu?

Çocukken dizimiz kanadığında bir yaprak bulup üstüne tükürüp yaramıza yapıştırıyorduk ya işte o kadar. Neyse bak olay nereye geldi. Kalbim ağrıyor, diyaframım sıkışıyor kitabı okudukça. Kaygılarım ve travmalarımın yönettiği hayatıma (Alice’teki kedi gibi gülme sen de benden farklı değilsin) sahip çıkmak için bir fırsat çıktı. Kendi üzerimizde çalışmadan kurtuluş yok anlayacağın. Sen ritüellere devam et (ritüelden kastım olması gerekenler değil, şu yaprağa şu kadar şunu yaz bilmem ne gibi olanlardan bahsediyorum) Kendin irade göstermeden bir şey olmuyor. Sosyal medyada bir kadın yazmış her şeyin çaresi tuzlu su, ter, göz yaşı ve deniz suyu diyor. O da haklı.

Kutuyu açtım bu arada ama sen fark etmedin. Benim biriktirdiklerimi ben bilirim, sen nereden bileceksin ki? Ancak kendi kutunu açarsan beni anlayabilirsin.

Küçük bir tavsiye, başkalarını suçlamayın, yaradılışa, yasalara dair bir inancınız yoksa ve travmalarınız tetiklendiyse kendinize de sizi büyütenlere de şefkatle davranın. Kimseyi suçlamayın.

Bir filmin sonunda bir replik vardı. Dünyadaki en iyileştirici duygu sevgi değil şefkattir diyordu adam kapıdan çıkarken. Ya da buna benzer bir şey işte. Beni yormayın. Bir kelime, yerli, 2024 yapımı, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın aynı adlı romanından uyarlama. Evet “Cadı”, izleyin 😉

 

Elif Malyer

Yazar

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir