Karga

Kendini karga sanan bir serçe,
Kendini bozkurt sanan
Bir elma kurdunu yemiş.

Adam gözlerini açtığında her yer zifiri karanlıktı. Başında katlanılması zor bir ağrı vardı. Hiçbir ses duyulmuyordu. Sağır ve kör olmuş gibi hissetti kendini adam.

Karga

Kesif bir koku vardı çevresinde; çürük, leş gibi bir koku. Yattığı yerden yavaşça doğrulmak için zemine dayadığında tüylü bir şeylere değdi eli. Zeminde gezdirdikçe ellerini, bir tane daha, bir tane daha… Bu tüylü tuhaf, önce ne olduğunu anlayamadığı nesneler temas etti tenine. Yavaş yavaş farkına vardı ki tüm çevresi bunlarla doluydu. Kör ve sağır olmuş bir adamdan farkı yoktu o anda. Oldukça ürkütücü olmasına karşın, tüylü nesnelerin ne olduklarını anlamak için elleriyle yokladığında, “kanat” bunlar diye haykırdı; “kuş kanatları mı bunlar.. pençeler var… bu da ne gagalar”. Aman Tanrım, tüm zemin bunlarla mı doluydu? “Ölü kuşlar mı?” Ve ayırdına vararak inildedi “karga bunlar!” En sevdiği kuşların ölüleriyle yalnız kalmıştı bu tarifini yapamadığı ortamda.

Birdenbire çok parlak bir ışıkla mekân bir anlığına aydınlandığında görmekle görmemek arası bir duygu yaşadı. Evet! Yanılmamıştı. Bulunduğu yer bir sürü karga ölüsüyle doluydu. Göz kırpan ışık sönmüştü. Ve yine karanlık. Bir kapı var mıydı?

O kadar kısa, o kadar saliseler içinde aydınlanmıştı ve yeniden kararmıştı ki mekân, kapı, pencere falan görememişti. Bu kez birdenbire çok yüksek volümlü bir müzik ve ses duyuldu. Bu müziği de, sesi de çok iyi biliyordu. Damarlarından gelen bir uğultu gibi. Kertenkele Kral. Jim Morrison. Ne zaman ezberlemişti bu sözleri? Ezberlenmiş miydi yoksa içeriden mi geliyordu? İngilizce bilmiyordu ama Morrison’nun düz metin okur gibi söylediği bu şarkının Türkçe’sini defalarca okumuştu. Sonra meşhur şarkı başladı; “İnsanlar tuhaf, öteki, gerçek dışı, yabancı, hatta rüya gibi, insanlar tuhaf ve yabancı;  ben yabancı, sen tuhafsan.” Ama işte bu hal aynı zamanda kendi benliğine de yabancılaşmaydı.

“Neler oluyor yahu” diye inildedi. Hiçbir şey hatırlamıyordu. Buraya nasıl gelmişti? Niçin buradaydı? Burası neresiydi? Ve kim!! Neden??

Telaş içinde ceplerini karıştırdı, telefonunu buldu. Birden heyecanlandı. Bütün hayatı onun içindeydi yıllardır. Fakat nafile! telefon çalışmıyordu. “Şarjım bitmiş” diye komik komik konuştu kendi kendine. Tin’den geldiğini hissettirebilecek hiçbir işaret yoktu. Son derece zihinsel olduğunu fark etti düşündüğü her şeyin. Düşünce zaten zihin demek değil miydi?

Her şey çok tonal, her şey çok zihinsel” diye bağırdı. Kendi sesinin içinde kayboldu, yüzemedi, yüzme bilmiyordu ki! Hiçbir şey değişmedi. Sustuğu zaman duyduğu kendi bedeninden çıkan seslerdi. Çıldırtıcıydı insanın kendi bedeninden çıkan seslerden başka ses duymamak, duyamamak. Farklı bir farkındalıkla duyumsadı; Kalp atışları düzensizdi.

Bu delice gelenin gerçekliğindeki karanlık sanki tümüyle onun gölgesi miydi? Kendi gölge tarafı içinde kayıp mı olmuştu? Plasenta yoktu belki ama büyük bir rahim gibi onu kaplayan bu karanlık gölge, bu zifiri boşluk ölüm! artık sol omuzunun üzerinden değil koskoca bir karadelik göz olmuş; ona bakan bir varlık mıydı?

“Abiiiii, abiii, abiiii” diye bağırdı. Sesi sanki 6-7 yaşındaki sesi gibi cılız ve sinik çıkıyordu. Yankı yoktu. Ses içine çarptı. Sesi onu kendi bedenin içinden kaplamıştı karanlıkla birlikte. “Bir sigara verin bari yaaa” diye sitemkârca yalvardı. O an üzerine düşen şeyi elleyince tütün tabakası olduğunu farketti. Ve içinde tek bir kibrit olan bir kibrit kutusu. “Çakmaklarım nerede laaan” diye haykırdı bu sefer. Kıpırdayan ağzıydı ama konuşan iç organlarıydı sanki. Bu yamuk dünya yine ona yamuk yapıyordu işte. Zihni içe doğru çökmüş gibiydi. Son bir sigara yaktı. Kibrit sönene kadar ölü kargalara baktı. Baktı. Baktı.

O an mekânı keskin bir alkol kokusu da kaplamıştı. “Bira kokuyor.. yok yok rakı galiba.. yoksa viski mi?”

Hayata dair en son hatırladığı; tek kurtuluşunun belki de yeni bir kimlik edinmek olduğuydu. Oysa tam da kimliksizlik aşamasında son yolculuk durağına geldiğini sanırken! Ve birden hoparlör yeniden açıldı “çıkartın kargayı oradan” diye bağıran bir kadın sesi duyuldu. Kimin sesiydi bu? Tanıdık gibi ama yabancı? Bu ses onun hangi çaresizliğinin kurumsallaşmış sesiydi? Hangi kifayetsizliğin kendini ispat çabalarının sosyal platformlarda belgelenmiş kimlikliler göstergesi? Kendi varlığını kaybetmenin dehşeti! Hayır hayır, yok olmak istemişti ama böyle değil! Sınırlı bir bedenin içine hapis değil. Bu kadar yangın yeri değil. Bu kadar huzursuz değil.

Şimdi her şeye rağmen burada adamın başına kurtlu bir elma düşmesini bekleyebiliriz. Sahte insanımsı, yapmacık duygularla bezeli öykülerin hepsinin başlangıcında ve sonunda olduğu gibi.

Fakat sadece:
Alaycı bir kartal sesi duyuldu
Yerle göğün birleştiği yerde
Orada hasret de yok

 

Rüya Gösterge

Yazar

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir