Uzaktan, acaba ile başlayan planlar aniden, gerçekleştirmeye doğru yol aldı. Ne yaptım böyle, verilen sözler, vize için gönderilen evraklar, satın alınan biletler. Uzun zamandır göz ardı ettim rüyalar ve vizyonlar / semboller ışığında gitme vakti, davete icabet. İzleri takip etmek gerekli idi.
Uzun zamandır rüyalarıma giren, beni çağıran yerlere gitme fikri arkadaşım İsmail ile görüşmemden, dostane ve sıradan sohbetten, laf lafı açarken aniden düşünce veya hayal olmaktan çıkmıştı, kesin kara verilen bir yolculuk olmuştu. Bu yolculuk öncesi gördüğüm rüyalar / semboller / gizemler belki de bu yolculukta şifa olacak, belki de bir başkasının şifa bulmasına aracılık edecektim. Görünmez alametlerin sihirli dokunuşlarına şahit olacak veya bu yolculuğun en önemli aktörü olacaktım.
Bu rol belki de yaşamımı etkileyecek ve gerçekte gök dünyadan gelen mesajı alıp yeniden doğacaktım, bu doğuş yeni bir uyanışın habercisi olabilir miydi? Üç sayısının karşıma bu kadar çıkması, hayatımda yer alması tesadüf olamazdı. Zaten tesadüf yukarı dünyanın iletişim biçimi bizlere mesaj iletme şekli değil midir? Bu yazının ilerleyen bölümlerinde içinde, hayatımda, çevremde bir şeyler değişecekti, tanık olacak, cevaplar bir bir gelecekti, her ne kadar görmediklerimize, çeşitli cevaplar üretilse de elimizde bu yönde fiziki bir görüntü olmadığı için sezgilerimize ve yaşam deneyimize güvenerek. Evrene teslim oldum, güvenim sonsuzdu ve de öyle oldu. Ve yolculuk: Bilinmezde 10,000 km, 10 gün sürecek seyahat için on beş gün gibi kısa sürede ne kadar hazır olabilirsek, olduğu kadar yeterlidir deyip yola koyulduk.
Hayatımda macera ve tutkuya, bilinmezlere ve sürprizlere her zaman yer olmuştur, o nedenle İstanbul un ılık sonbaharından Sibirya’nın soğuk ve zaman zaman karlı Yüce Sayan dağlarına/kozmik dilek ağacına/kurganlara/aya/güneşe/kutup yıldızına doğru yola çıktığımızı bilmeden, endişesiz ve huzurlu, eylül ayının sonunda yolculuğumuza İstanbul’dan – Astana’ya giden akşam uçağı ile başladık. Hazırlıksız yola çıkma sebeplerimiz bu yolcuğunun turistik bir gezi olmaması idi. Normal insanların yaptığı gibi vakit geçirmek, gezmek için rotamız yoktu, önceden planlanmış biletleri alınmış iç hat tren biletlerimiz ve rezervasyon yapılmış otellerimiz, görüşme için alınmış randevularımız olmadığı gibi görüşmeyi tam olarak planladığımız kişilerde net değildi.
Fazla bilinmeye, tercih edilmeyen yerleri ziyaret etmenin dezavantajı o yerler ile ilgili kısıtlı bilgi olması, tüm bunlar bizim heyecanımıza heyecan katıyordu. Çünkü evrene içten güven var ‘idi. Gizemler, sırlar ve sürprizler yolcuğumuzun bilinmeyeni kendimizi akışa bırakmak, akıntıya karşı gelmemek, sorgulamamak, hayata güvenmek, en önemlisi de yolcuğumuza dahil olan her insanı, yeri, olayı, şükür ve sevgi ile karşılamak. Sonuna kadar açık olmak, kabullenmek ve anda kalmak. (Heyecan sizi anda tutar.)
Birçok insan için Şehir hayatında Anda Kalmak oldukça zordur, bazen imkânsız. Doğada, tanımadığın insanlar ile bilmediğin yerlerde anlamadığın dilde bulunmak, kalbini açmak, Güvenmek ve şükretmek. Planımızda mutlaka görülmesi gereken yerler, görüşülmesi gereken kişiler net olmaması ne kadar çılgınca görülse de içimdeki ses güvenmemi, görmemek gereken her şeyi görecektim. Ve bu anın tadını çıkaracaktım.
Çünkü beklentimi sıfırladım akışta ne gelirse gelsin benim için öğretmendir. Hayatın bana getirdiklerine hep açık oldum iyinin içinde kötülük/kötülüğün ardında iyilik gibi ne gelirse gelsin hayrı görebilmekti marifet. Fakat bu düşünceme rağmen heyecan her zaman eksilmiyor enerji her adımda yükseliyor idi. Geride rahat ve konforlu şehir hayatından çok uzaklara doğru uçuyorum. 4 saatlik uçuşun sonunda Astana üzerinde, Novasibirsk havalimanına indik, vize- pasaport kuyruğunda dil yüzünden bir müddet bekletildik.
Belleğimde Rusya ile olan kriz geliyor. Ama güven! Sen buraya boşuna gelmedin ve de öyle oluyor, 15 dk. bekledikten sonra şehre giriyoruz… Dışarısı yağmurlu/ sert /soğuk/ hüzünlü bir hava karşılıyor. Daha önce İstanbul’dan bir tanıdık vasıtasıyla bu şehirde yaşayan Azeri olan Emin kapıda, bizi kendi arabası ile karşıladı. Emin yol boyunca bize rehberlik etmesi için Türkçe ve Rusça bilen rehber bulup rehberimiz ile yola devam edecektik. Rehber bizim için özellikle birçok yerde karşılaşacağımız Kiril alfabesini kolay hale getirecek, yolculuk anlamadığımız noktalarda rehber sayesinde anlama dönüşecekti.
Fakat evrenin yüce ruhunun bizim için bambaşka planı vardı. Emin kendi Azeri lehçesi ile ;;Abiler maalesef ayarladığım iki rehberde olmadı birinin özel işleri bir diğerinin de yakını rahatsız olduğu için gelemeyeceğini söyledi;;…..O an zaten kabulde / teslimde olduğum için bunda da bir hayır var diyerek bu yolculuğumu tamamlayacaktım….Emin, “Abiler ben sizler ile gelmeyi çok isterdim, hatta bu ara benimde böyle bir seyahate ihtiyacım var, ama annemi kanser şüphesiyle sürekli hastaneye götürüyorum, ona bakacak, ilgilenecek kimse yok.” diyerek nazikçe yardımcı olmak istedi. Ve dostlar şaşırtıcı bir şekilde daha sonra bu yolculuğun üçüncü kahramanı Emin olacaktı, her şey değişecek, tüm planlar yeniden yazılacaktı. Rüzgar bir yönden başka bir yola bizi sokacak , bizleri binlerce km öteden bam başka bir gizemler içine / şifaya – toprağa – taşa – rüzgara sarıp, içine çektiği yolculuğa dönüşecekti. Her şey bir olacak, üç olacak, yaşam olacaktı. Toprak ana / Gök baba / Ocak olacaktı. Sibirya treni büyüleyici doğanın içinden geçip şamanların kalbine bizi teslim edecekti.
Nereye demişler Derviş’e.
-Bilmem ki demiş…Gidiyorum öyle çiçekleri ezmeden, evvelden…ezele…
Yazının devamı çok yakında…