5000 yıllık yazının tarihi, çağlar boyunca yeni nesillere bilgi aktarmak için kullanılmış. Şimdi yazdığımız yazıların, geçmişten gelenler ile farklı bir amacı yok. Yazılan her şey, yeni nesillere bir şeyler öğretiyor. Geçmişin ne kadar doğru aktarıldığını, şimdiki yalanlara bakarak fark edebiliriz. En basit örnek, insanın Ay’a yolculuk yapmış olması yakın tarihin büyük bir yalanıdır. Çok eski tarihlere bakacak olursak, daha ne kadar çok yalan ile karşılaşabiliriz. Bir kayanın üstüne çentik atarak yazı ya da resim yapsanız, en fazla 50 yıl sonra aşınmadan dolayı kaybolur. 5000 yıllık Sümer yazılarına bakacak olursak eğer, kimin yalanını taşıdığımız ayrı bir merak konusu oluyor. Şimdi geçmişin yarattığı yalanları nasıl ortaya çıkarabildiğimize bakalım. Her yeni icat, insanın doğası gereği çok fazla abartılarak yüceltiliyor.
İnsan her bir gelişim ile, kendine farklı uğraşlara yönlendirmeye alışmış bir şekilde, aynı düşünce yöntemini sürüklüyor. Yazının ortaya çıktığı zamanlarda, herkesin yazıları ne kadar kutsallaştırmış olduğunu, ve hatta büyü yapmış gibi insanları etkilemeye çalıştığını fark edebiliyoruz. Etki ve tepkiler ile düşünce yönelimi ve yönetimi, insanın doğasında vardır. Yazılar ile öğrenmeye alışmış bir insan, ister istemez her yazıdan etkilenir. Bazıları hayallerine yönelerek yaşar; bazıları hayallerini yöneterek yaşar. Sonuçlar sadece göstermiş olduğu çabanın bir eseridir. İnsanın hayallerini gerçekleştirmesinden çok, hayalleri uğrunda çaba sarf etmesi bir yaşam tarzı oluşturur. Eskiden kurulan hayallerin ne kadar uzun süre sabrederek mücadele edildiği ile şimdiki kurulan hayallerin dakika başı değişmesi arasındaki fark, çok fazla bilgi ve anlam yüklemesi yüzünden bir karmaşaya dönüştüğünü ispat ediyor. İnsanın psikolojisinin bozulması, normal bir hale gelebiliyor. Çok eskilere gidecek olursak eğer, yazının ya da resmin icadından sonra da bir zeka çatışması olduğu ortaya çıkıyor. Yazıları ve resimleri anlayanlar yüksek zekada, anlamayanlar cahil olduğu için, psikoloji bozukluğu, insanın bulunduğu her çağda olabilecektir. Şimdi bir radyo yapabilen normal karşılanabiliyorken, eskiden bir fidan dikmesi bile büyü gibi anlaşılabiliyordur.
Hiçbir şey bilmeyen insan her çağda her zaman olacaktır. İnsan doğar ve ölür. Sahip olduklarını geleceğe taşır. Doğuştan gelen bilgiler de olduğu için, çoğu insan taşıdığı yüksek zekayı çok geç fark eder. “Aslında ben biliyordum. Tahmin etmiştim.” gibi cümleleri hepimiz kurmuşuzdur. İnsan neler üretebildiğini fark ettiği zaman, hayallerine yönelmek ile hayallerini yönetmek arasındaki gerçeği de fark edebiliyor. Sabit bir kişilikte kalmadığı sürece, hiç kimsenin psikolojisi bozulmaz. Geçici olarak yaşadığımız, duyusal hislerin azalması vardır. İnsanın vücudu her yaşta kendini yenileyebilir. İnsanın doğasında üretmek ve sürekli çalışır durumda olmak vardır. Kalp durmuş olsa bile hücreler çalışmaya devam eder. Vücudumuzda taşıdığımız trilyonlarca hücrelerin, bizden ayrı bir canlı olduğu apaçık ortadadır. Hiç bir şey bilmeyen insandan bahsedelim.
Gelecek konusunda zaten hepimiz hiç bir şey bilmiyoruz. Geleceği inşa edebileceğimizi biliyoruz. Çağlar arası aynı yolda olduğumuz, buradan ortaya çıkıyor. 5000 yıl önceki insanın amacı ile şimdi doğan bir insanın amacı farklı olamaz. Yanılmalar ve o zamanın şartları gereği yönlendirmeler olur. İnsanın uyanması her zaman , her çağda ortaya çıkabilir. Çünkü insan bilmeden yola çıkar, Yolda buldukları ile aynı anda öğrenirken öğretir. İnsanın uyanmış olması, yönetilmek ile yönetmek arasında bir değişim yapmak istemesi ile ortaya çıkar. Aslında zaten herkes uyanıktır. Sadece hayatındaki yaşam tarzını değiştirdiği için, hayat daha değişik algılanır. Mevsimler gibi değişken olan duygularımız, değer kaybı yaşadığı zamandan sonra, kendini toparlayıp yenilenebildiğinde, yeni bir yaşama aktarılmış gibi bir büyüye kapılabiliyoruz. Anıları ve hayalleri arasındaki gerçeği an içerisinde görebilenler, gerçekten uyanıktır. İnsanın uyanık olmak istemesi ile uyanmış olması aynı şey değildir. Öyleymiş gibi görünmek istemesi ile, etrafındaki insanları inandırdığı zaman da, gerçekmiş gibi görünür. Ve insan kendi yalanına inanmaya başlar. Yazının tarihsel olarak başlangıcından bu yana ortaya çıkanların, bir negatif karşılığı oluyor. Mesela yazının icadı, bir taraftan yalanın icadını ortaya çıkarıyor. İnsan yazının içinde bir büyüye kapılmışken, yalanların icadından habersiz veya umarsız oluyor.
Bu yazı sadece tarihsel bir eleştiridir. Yazılar kişisel görüşlerimdir. Farklı bakış açıları ile geleceğimizi daha doğru yönlendirebiliriz.
Sevgi ve bilgi ile kalın…
…
Hakan Özüdoğru (NLP Uzmanı)