Çok uzun zamandır İNSAN izliyorum. İnsan izlemek hayatı ve gerçeği de izlemek oluyor çoğu zaman. Fakat şunu fark ediyorum yaşam adına dilenen tüm güzel şeyler, içinde insan olmayınca gerçekleşiyor. Barış, güzellik, adalet, sevgi, bolluk, bereket, kardeşlik, mutluluk ve erdem gibi…
Hikâyeye İNSAN eklediğiniz vakit her şey zıvanadan çıkıyor. Sıcaklığı hissetmeyen çocuğun köyü yakması gibi; değersizlik duygusu, onaylanma arzusu, fark edilme talebi, kabul görme ve sevilme isteği yönünden eksiklik yaşayan her çocuk, genç, yaşlı birey günün sonunda alamadığı bu tanımlar yüzünden dünyayı yakıp yıkıyor.
Bugün sahip olduğumuz sistem, bireyi değersizleştirme üzerine kurulu… Ve değer görmek/almak isteyen neyi varsa ortaya koyarken, çok sayıda can yakıyor. Aileler çocuklarını kendi istedikleri şekle sokmak için onay mekanizmasını arızalı şekilde inşa ediyor. Sonrasında ne mi oluyor? Bakınız dünya siyasilerine, dünyayı bir savaş alanına çeviren güç sahiplerine, yüzlerce milyar dolarlık servete sahip olup gözü doymayanlara. İşte bütün bunların altında, içsel olarak yaşanan değersizlik duyguları, onaylanma isteği, kabul görme arzusu yatmakta. Bu arzular, çocukluk travmaları ile tetiklendikçe dünyanın yaşadığı acı ve kaosta benzer ölçüde yüksek oluyor.
İnsanlık tarihinin anlatıldığı ders kitaplarında sürekli savaşlar ve ölümler vardır. Son iki yüz yıldır ise endüstri devrimi ile hızlanan teknoloji ve onun yarattığı tahribatın eseri olarak ortaya çıkan kadersel olduğu iddia edilen ölümleri de buna dahil edebiliriz. Bütün bu ölümler bize vazgeçilmez olan şeyin her daim ölüm olduğunu anlatır. Hatta yaşadıklarımıza ve yaşatılanlara dair listeler de uzar gider ve BEN’liğin derinliklerinin içinde olan insan olan her an ve her yer bir yangın yeridir… Ve orada mutlak bir ölüm vardır. O ölümlerin de zamanı muammadır sadece kendisi salt gerçekliktir.
Buraya kadar okuduysanız yazıyı, aslında tüm kötülüklerin kök ve kaynak sebebi ailedir. Hatta anne ve babadır dersem kızmayın bana olur mu? Eğitim sistemi, ekonomik sistem, ekolojik insan süreçleri günün sonunda birey olmayı başaramamış kitleleri anne ve baba yapıyor. Sonrasında karakteri onarılmaya ihtiyaç duyan çocukların yarattığı savaş ve ölümler. Her yanı bozulmaya yüz tutmuş toplumlarda bu kaos gittikçe daha da derinleşiyor. Sisteme katiller, hırsızlar ve tecavüzcüler gerekiyor çünkü onların yarattığı korku ortamı, genel yönetimi kolaylaştırmakla kalmıyor, baskı gücünü de artırıyor ve kolluk kuvvetleri ile olası halk hareketlerinin önüne geçmeyi de kolaylaştırıyor. Her şey birbirine bağlı yapılandırılıyor. Kolluk kuvvetlerinin koruduğu iddia edilen halkın can ve mal güvenliği günü geldiğinde bu kuvvetler tarafından darp ve gasp edilmekte. Bu aşamaya gelen kadar da ortalıkta; katilleri, hırsızları ve tecavüzcüleri çoğaltmaya çalışan sistemi görmek ve dönüştürmek imkansızdır. Çünkü sistem, bütün bunlar olurken insanları; ırkına, dinine, düşüncesine göre sınıflandırarak ikinci bir kırılım yaratıyor. Herhangi biri ayaklandığı anda diğerine şikayet edip kendi müdahalesini meşrulaştırıyor. Bütün bu olanları görmemek için kör olmak gerekiyor ama herkes tam da bu olanlar yüzünden; kör, sağır ve dilsiz yaşıyor bu hayatı.
Çözümü var mı bütün bu olanların? Vardır elbette. Dünya ne filozoflar, yazarlar, toplum önderleri, mücadele insanları ortaya çıkardı. Fakat kendini yok sayan bir toplum ve insan kitlesi için çözümleri anlatmak bazen bir hayvanı eğitmekten çok daha zordur. Yüzlerce yıldır bütün bunlar anlatılır durur, küçük bir çocuğa anlatılır gibi anlatılır ama aklı da yüreği de olmayanlar için bütün bunlar bir anlam ifade etmez. Kime dokunur peki bütün bu olanlar, kendi gibi düşünen ve varlığı ile güzellikler yaratmayı arzulayanlara dokunur ve onları çeker kendine. Bir milyar kişi ile yaşanabilir bir yer kurulmayabilir ama beş kişiyle sohbet edilerek güzel bir yarın yaratılabilir. Herkes kendi cebindeki yalnızlığına, açlığına, değersizliğine, öksüzlüğüne, onaylanmamış ve kabul görmemiş tarafına baksın orada gerçekten mutlu mu? Bunu onarsın önce. Sonrası kendiliğinden gelecektir diye umuyorum. Eğer öyle olmazsa, celladına aşık olan milyarlarca mahkum ya da önüne koyulan tabaktaki iki lokmaya tamah eden köleler gibi yaşamaya devam edecek insanlık.
Son olarak şunu söyleyebilirim, kendin için bir şey yapmadıysan, çocuğun ya da çocuklar için yap ve bırak bu dünyanın kanını emen vampirleri sevmeyi ve beslemeyi. Onun zenginliğini, ihtişamını, acımasızlığı ve doymamış bencilliği gör de kendi yoksulluğunu ortadan kaldırmak için adım at. Bunu yapamıyorsan, mutlak ölüm yolculuğunda sana başarılar dilemekten başka bir şey düşmez bana. Hatırla, KRAL ÇIPLAK… Kimse bana; akışta olmaktan, tekamülden, iyi ve kötünün olmadığından, bunların illüzyondan ibaret olduğunu söylemesin. Çünkü onlar da bu bozulmuş ve içi çürümüş sisteme hizmet eden üniformasız askerlerdir.
Fotoğraf Hakkında; Irak’ta yaptığı işkenceden dolayı yıl 3 hapis cezası alan ABD’li Lynndie England’ın 6 yıl sonra verdiği röportajda, tek bir pişmanlık sözcüğü söylemediğini vurgulayarak, Bağdat’taki Ebu Garib cezaevinde Iraklıla’a yaptıkları konusunda duyguları sorulunca “Neden pişman olacakmışım? Onlar düşmanlarımızdı” sözleriyle, en az o fotoğraflarla şoke ettiği kadar yeniden şoke etti ve bir kadının bu denli sadist duygulara sahip olması bir kez daha şaşırttı. O fotoğrafları “hatıra” olsun diye çektiklerini de söyleyen England “Elimde 800 tane daha var” dedi.